Tavuri belgeselinin yönetmeni Derviş Zaim, 12. BOTH Ödül Töreni’nden
Bodrum Türk Filmleri Haftası’nın, ‘Filmi yönetmeni ile izle’ kuşağında Tavuri belgeseli bittikten hemen sonraki söyleşi sırasında girilen diyaloglar, yıllardır iyilik ve kötülük üzerine ahkam kesen beni bir çıkmaza ya da bir ayırıma götürdü diyemem ama bir kavşak noktasına doğru getirdiği doğrudur.
Merhamet...
Yaşadıkları her ne ise de kötülükten başka yolu, bir seçenek olarak görmeyen ve bunun faili olmayı garip bir zevkle icra eden insanoğluna (her canlı için de mümkün olabilir) merhamet göstermek, onları anlamanın bir yolu olsa da her şey olup bitmişken geride ya da ileride neyi ne kadar değiştirebilir?
İyilikten maraz çıkmaz!
Derviş Zaim, kötülüğe karşı sıkı bir mücadelenin yöntemi olarak, iyilikten başka şey önermiyor. Bundan kolay bir önerme mi olur demeyin, o kadar basit değil.
Derviş Zaim
Söyleşide film ve kahramanı adına vardığı sonuçlar hakkında; hemen hemen her soruya, kesin ve keskin, yargıya varılmış ve kafasında netleşmiş kelime ve cümlelerle yanıt verdi, birkaç soru hariç; e onların da yanıtı, kendi kendini bulmalıydı bence de.
Belgeselin kahramanı Mustafa Sertaş çocukluk arkadaşı, ona göre 40 yıldır görmediği arkadaşı korkunç suçlar işliyor ve hemen hemen her gün gazeteler onunla ilgili bir şeyler yazıyordu.
Beraber aynı mahallede top oynamışlıkları var ve sonra uslanmaz ve iflah olmaz bir suçluya dönüşmesini, ömrünün büyük bölümünü hapiste geçirmesini önceleri merak ve ilgiyle takip ediyor, sonra daha fazla kenarda kalamayıp şu anda adını koyamadığım bir dürtü ya da duyguyla, onun; Tavuri Mustafa’nın hayatına dahil oluyor.
Suçluluk duygusu mu diye sordum, izleyicilerin arasından, sorunun geldiği yeri merak bile etmeden: “Olabilir” dedi.
Arkadaşı artık yoktu, bir bölümü hapishanede geçen son beş yılını çektiği film bittikten sonra, şekerden vefat etmişti…
Derviş Zaim
Derviş Zaim’in bir eli cebindeydi, benimse çenemde. Dinlediklerim karşısında daha çok sormak istiyor ancak maalesef filmin tamamını izlemeyi kaçırdığım için elim tetikte, çenemi tutmaya çalışıyordum.
Film hakkında hepten bilgi sahibi değildim demem yanlış olurdu ama hariçten gazel okuyor gibi olmak da istemiyordum, yine de son bir atakla, ağzımdan kaçırdım:
“Kötülüğe karşı merhamet önermeniz tepki almıyor mu?”
Verdiği yanıtla bunu önemsemediğini çok belli etti, ayrıca bu anlamda tartışılması da hiç de fena olmayacaktı.
Derviş Zaim, sadece merhamete bırakmamıştı işi, “merhamet ve de mahremiyet” bu insanları anlamak adına, öncelikli konulardı ve en azından Mustafa bunu hak ediyor olmalıydı, bu tür suçlular için saygı duyulmayı istedikleri de Zaim’in çıkarımları arasındaydı.
Toplumun da kendini içinde yaşattığı kötülükler nedeniyle suçluluk hissinden pay alması düşüncesini belli belirsiz, izleyiciler ve Derviş Zaim başka şeyler konuşurken kendi kendime söylendim, ağzımdan çıkan bu mırıldanma bana da iyi geldi doğrusu.
Mesela bir kimse... Ya da şöyle demek daha güzel olacak; hiç kimse dünyada yaşanan herhangi bir suçtan ve de kötülükten kendini soyutlayamamalı.
Yazımın başlığına taşıdığım cümle, Necip Fazıl Kısakürek'in Reis Bey adlı eserinden, zalimce yargıladığı ve idamı gerçekleşen bir gencin haksızlığa uğradığı ve suçsuz olduğu anlaşıldığında reisliği bırakan ve bu gence göstermediği, ihtiyaç duyduğunda ise onun; hava gibi su gibi insanlık adına ne de çok ihtiyaç olduğunu anlatmaya çalıştığı merhametin bir tezahürü...
“Ben diyorum ki her fert baş ucuna; "Suçlu benim, herkes suçsuz!" levhasını asmalıdır. Ben diyorum ki yegâne kurtuluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir.
* * *
Ama görüyorum ki anlatamıyorum... Hissediyorum ama anlatamıyorum! Çocuk, "Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz..." dedi. Ağladıkça anlıyorum...
Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim. Hem de öylesine kaybettim ki; Amerika'da bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa; "Katil kim?", "Benim!" diye haykırabilirim!
* * *
Bir de kalkmış belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar bütün ülkeyi sarar diye; tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum!”*
Tavuri Mustafa’nın ilk hırsızlığının nedeni yokluktur; açlıktır, bir tencere kuru fasulyeyi lokantadan çalar ve evine, anasına götürür, sonra boş tencereyi bir güzel yıkar, sahibine geri verir.
Lokantacı önce bir döver, sonra 14 yaşındaki çocuğu polise teslim eder. O günden gayri hep çalar Mustafa, merhametin dönüp bakmadığı çocuğa, tavuri (şeytan) lakabı takılır.
Kendine kadar çalar, gerisini ya sahibine ya daha yoksullara dağıtır.
Sözlerimin başında geldiğimi söylediğim kavşak noktası, ‘sinemanın asla sadece sinema olmadığı.’
İnsanları anlamaya çalıştıkça onlara hak vermeye de başladığımı çok önce fark edip epey dillendirmiştim, bunun bir zayıflık olduğu duygusu ağır bastığı anlarda bıraktığım düşüncemi ‘Tavuri Mustafa’yla tozlu raflardan şimdi indiriyor ve içimdeki merhametle daha senli benli olmak istiyorum artık.
Evet, şimdi filmin tamamını izlemeye hazırım.
Yaşa ‘Bodrum Türk Filmleri Haftası!’
Eyvallah
*Reis Bey Kitabı, Necip Fazıl Kısakürek
Serdar Gündoğ kimdir?Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi. Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında, Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı. 2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı. Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor. |