Şengün Kılıç

01 Ağustos 2021

Muhacir torunlarının mülteci düşmanlığı

Ulusal ve uluslararası hukuk kuralları bir yana, yakın tarihinde savaşlar görmüş, bizzat kendisi muhacirlik yaşamış bir halkın hafızasından muhacirlik anılarının silinmesi kaç yıl alır?

Suriye savaşının başlamasından bu yana, son on yılda dozunu büyük bir hızla artıran ve her kesimden destek bulan mülteci düşmanlığı, Afganistan'dan başlayan yoğun göç dalgasıyla daha da şiddetlendi. Birazdan anlatacaklarım kendi aile öyküm olmasına rağmen, Erzurum'dan Trabzon'a, Osmanlı'nın son döneminden itibaren yüzbinlerce ailenin ortak öyküsü. Bu ülkede doğup büyüyen her bireyin savaşla ve göçle ilgili bir anısı mutlaka vardır. Ulusal ve uluslararası hukukun savaş ve nefret suçları ile ilgili kurallarını umursamayanların bile dönüp kendi aile anılarına bakmasında büyük yarar var.

Gürcistanlı akrabalar

Büyük büyük dedem Aziz Efendi -doğal olarak rahmetli- Erzincan-Erzurum-Şebinkarahisar bölgesinde vergi tahsildarı olarak görev yapan, V. Mehmed'e gönülden bağlı bir imparatorluk memuruymuş. Aile büyükleri arasında halen saygıyla ancak mesafeli bahsedilmesinden, kendisinin pek de sıcak kanlı bir dede olmadığını tahmin ediyorum. Vergici olması nedeniyle bu durum pek de şaşılası olmasa gerek. 1914'te iki oğlunu, Kadir ve Beşir Beyleri davul zurna ile Hicaz-Yemen Cephesi'ne göndermiş ama ikisi de geri dönmemiş. Karısı ve tek çocuğu Ümmühan'la baş başa kalmış. Rusların Anadolu işgali sırasında ailesi ve yakın akrabalarını Bakü'den önce Artvin, Şavşat'a, ardından da Erzincan, Refahiye'ye taşımış.

Diğer büyük büyük dedem, kendisi efsane Paşa Dede olarak anılan Süleyman Dede. Burada bir parantez açayım, “paşa dede” hikayeleri hep gözümün önüne eskicilerde sergilenen paşa kıyafetli, beyaz sakallı erkek fotoğraflarını getirir ama benim dedemin gençliğine dair bir fotoğrafı bile yok göçler nedeniyle. Aziz Efendi ve Paşa Dede, Refahiye'de, Rus işgalinin başlangıcında tanışırlar. Paşa Dede'nin iki oğlu ve iki kızı vardır: Kâmil, Battal, Ketai ve Makbule. Aziz Efendi ve Paşa Dede öyle iyi anlaşırlar ki, Ümmühan Hanım'la, Kâmil Bey'in evlenmesine karar verirler. İşgalin hızla ilerlediği o günlerde -rivayet o ki bir gönül meselesi nedeniyle- Battal Bey, kentleri Rus işgaline uğrayınca Erzincan'a gelen Erzurum muhacirleri tarafından öldürülür. Yozgat, Akdağmadeni'ne doğru muhacirliğe çıkarken meydana gelen bu olay yüzünden Paşa Dede yolculuğa iki gün geç katılır, oğlunu yakın bir arkadaşıyla, alelacele defnetmek zorunda kalır. Kafileyi yolculuğa ailenin bir gün bile çalışmamış, hayatını at üzerinde ava çıkarak geçiren mirasyedi üyesi Kâmil Bey çıkarır. Kırıkkale'ye yerleşen Aziz Efendi ve ailesi bir yıl, Akdağmadeni'ne yerleşen Paşa Dede ise iki yıl sonra, ancak Sovyet Devrimi'nden sonra geri dönerler. Babam, büyük dedesinin bu olayı 1948 yılında ölene kadar büyük bir acı içinde anlattığını söyler hep. 93 Harbi ve Kurtuluş Savaşı'na fiilen katılan Paşa Dede, İkinci Dünya Savaşı'nı da radyodan kaygıyla izlemiş.


Osmanlı-Rus savaşının başladığı 1914'ten, 1917'deki Sovyet devrimine kadar geçen üç yıllık sürede Anadolu topraklarında kesintisiz bir göç dalgası yaşandı. 1916'da Erzurum'un işgaliyle başlayan ilk kitlesel göç dalgasında 70 bin kişi Batı'ya doğru göçe başladı. Aynı yıl Trabzon'un işgaliyle göç dalgasına Karadeniz bölgesi de katıldı. Erzurum'dan başlayan göç, Erzincan ve Sivas üzerinden Kayseri, Niğde, Kırşehir ve Çatalca'ya kadar yayıldı. Bölgenin güneyine göç edenler ise Diyarbakır ve Adana'ya kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı.

Gelelim annemin tarafına…

Annemin büyük büyük dedesi Yusuf Efendi, Erzincan'ın Cimin ilçesine (yeni adı Üzümlü) yerleşmiş, hali vakti epeyce yerinde bir tüccarmış. Rus işgali yaklaşırken oğlu İsmail'e anlı şanlı bir düğün yapmaya hazırlanıyormuş. İşgalin haberi gelir gelmez düğünü pas geçip gelini Güllü Hanım'ın çeyizlerini arabaya yüklediği gibi Tokat, Zile'nin yolunu tutmuş ve 1921 yılına kadar da Zile'de kalmışlar. Zile'de doğan anneannem -ki kendisi hatırı sayılır ölçüde sosyetikti- öldüğü güne kadar, savaştan çok annesine görkemli bir düğün yapılamamasının ne kadar acı bir olay olduğunu anlattı.

Gelelim annemin diğer dedesine… Onu tanıyan kimse yok. Bekir Dede daha 24 yaşında, arkasında iki çocuk, Cemal ve Cemile ile karısı Adile Hanım'ı bırakarak İnönü Meydan Muharebesi'ne doğru yola çıkmış ve bir daha geri dönmemiş. Annem hep hüzünle ama bolca gururla, babaannesinin kocasını son bir kez daha görebilmek için erkek kıyafeti giyip, iki çocuğunu da yanına alıp Sivas'a kadar tek başına gitmesini ve onu son bir kez görmesini anlatır.

Doğu'dan Batı'ya göç

Şevket Süreyya Aydemir, hayatını anlattığı Suyu Arayan Adam adlı eserinde Erzurum'un işgalinden sonra başlayan göçün Sivas etabında gördüklerini şöyle aktarıyor: “Rastladığımız göçmenlerin ne davar sürüleri ne atları ne inekleri kalmıştı. Zahire yükü̈ de tükenmiş̧ görünüyordu. Rastladıkları tarlalardan sararmış̧ başakları devşirip, ufaladıkları taneleri kaynatarak, kavurarak yiyeceklerini çıkarmaya çalışsalar gerekti. Mevsim ise kışa doğru gidiyordu. Suşehri'ni bir mahşer karışıklığı içinde bulduk. Daha muharebe cephesiyle aramızda bir vilayetlik yer vardı... Sokakları, bahçeleri, dere içlerini de sıkışık bir göçmen kalabalığı dolduruyordu. Herkes istediği yere ilişmişti... Bana Türk göçleri daima batıdan doğuya olur gibi gelirdi. Hâlbuki burada şimdi, işte doğu boşalıyordu.”

Tarihçi Kemal Karpat, Türkiye'nin Göç Tarihi, 14. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Türkiye'ye Göçler'in önsözünde,Türkiye'nin günümüz nüfusunun en az yüzde 30-35'inin göçmen ya da göçmen çocuğu veya torunu olduğunu söylüyor. Bu topraklarda savaşı ve göçleri yaşayanların torunları halen hayatta ve tıpkı dünmüş gibi olağanüstü koşullarda insanların ailelerini hayatta ve güvende tutmak için neler yapabileceğini anlatıyorlar. Dünden kalan kültür bu iken yarına kalan, tüm hayatını geride bırakarak bilinmeze yelken açan insanlara duyulan düşmanlık, işlenen nefret suçları olmamalı. Savaş çıkaranlara ya da savaşı fırsata dönüştürenlere alkış tutanlar kendi yurtlarının geçmişine bir kez baksa keşke.