Tıpkı 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden bir yıl sonra eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan, sonucu baştan belli bir yargılamadan sonra idama mahkûm edildi. Tam on yıl sonra, 1970’te, yine bir darbenin ardından yine sonucu baştan belli bir yargılamada, “intikam” çığlıkları eşliğinde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkında idam kararı verildi. Hukuk tarihinde simge olarak bu iki dava görülse de uzak ve yakın tarihte, sonuca siyasetin karar verdiği pek çok dava var. Son örnek ise bir ağırlaştırılmış müebbet ve yedi 18 yıllık hapis cezasıyla sonuçlanan Gezi davası.
1 Ekim 1936, artık Alman yargıçlar Nazi kartal ve svastika amblemi takmak zorunda. Yeni dönemde Almanya ve Hitler aynı anlama geldiği için, yargıçlar Hitler’e, dolayısıyla yurtlarına bağlılık yemini ediyorlar.
Irving Robert Kaufman ve Roland Freisler. Bugün adlarını kimse hatırlamasa da Kaufman da Freisler de sonucuna siyasetin karar verdiği yargılamaların mahkemedeki uygulayıcıları olarak akılda tutulması gereken iki isim.
Kaufman, Julius ve Ethel Rosenberg'in casusluk davasına başkanlık eden ve tartışmalı ölüm cezalarını veren yargıç. Rosenbergler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) atom içerikli gizli bilgiler sızdırmakla suçlanmış, yıllar sonra SSCB ilgili bilgileri kamuya açtığında çiftin böyle bir bilgiyi sızdırmadıkları ortaya çıkmıştı. Başta sol görüşlüler olmak üzere, azınlıklar ve eşcinsellere ülkeyi dar eden Federal Soruşturma Bürosu (FBI) direktörü J. Edgar Hoover’ın yakın arkadaşı olan Kaufman, Başkan Harry Truman’ın da yakın adamlarındandı. Nitekim Truman, bu kullanışlı adamı 1949’da federal yargıçlığa aday göstermiş ve seçilmesinde de etkili olmuştu. Kaufman, basına verdiği demeçlerde, idam kararı verirken her ne kadar “manevi rehberlik” aradığını ve tek başına vicdan mücadelesi verdiğini söylese de sonrasında karar öncesinde defalarca FBI ve Adalet Bakanlığı ile görüştüğü ortaya çıkmıştı. Hoover'a, FBI’ın “bu davada harika bir iş çıkardığı” mesajını ileten Kaufman sonraki yirmi yılda ise yine FBI ile yoğun ilişkilerinden yararlanarak Rosenberg davasının yeniden görülmesi için yürütülen yasal çabaları bastırmaya ve Rosenberglerin lehine olan delilleri karartmaya çalışmıştı.
1950’de elinde 200 kişilik “komünist listesiyle” ortaya çıkan Senatör McCarthy’nin yaklaşık on yıl süren cadı avı döneminde Amerika’da halkın bilincinde hiç silinmeyecek bir korkunun tohumları atıldı. Aydınlar, sanatçılar, bilim adamları başta olmak üzere binlerce insanın hayatının kaydırıldığı bu dönemde Kaufman canla başla iktidara hizmet etti. McCarthy’nin Amerikan Komünist Partisi’ne üye olduklarını iddia ettiği ve “İşte devlet dairelerine sızan komünistlerin listesi,” dediği 200 kişi bir süre sonra 50 kişiye indi, dört yıl süren araştırmanın sonunda ise listede kimse kalmadı. Cadı avı bitip, işler yavaş yavaş soğumaya başladığında Kaufman çizgisini ne kadar düzeltmeye çalışsa da ömrünün sonuna kadar Rosenbergler davasıyla anılmaktan kurtulamadı.
Hitler’in adaletteki adamı
Sonları farklı olsa da Kaufman’ın Alman muadili olsa olsa Roland Freisler olabilir. Freisler, Hitler döneminin tüm hukuksuzluğunun ardındaki yargı mensuplarının en önde gelen isimlerinden.
1936’da Adalet Müşaviri Dr. Hans Frank, yargı mensuplarına Nazi döneminde yargının nasıl olması gerektiği ve yargıçların görevlerini açıklarken, “Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda ünce kendinize şunu sorunuz: Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?” diyordu. Friesler de aynen bunu yaptı hatta diğer meslektaşlarına omuz atıp mahkemedeki şovlarıyla bir adım da öne geçti. Gırtlağını patlatırcasına çığlık çığlığa yaptığı konuşmalardan mahkemenin sonucunun baştan belli olduğu yargılamalar yaptı Friesler.
1942’de Reich Halk Mahkemeleri’nin baş yargıcı olarak görevlendirilen Roland Freisler yeni görevi için Hitler’e yazdığı teşekkür mektubunda, “Führer’im, halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır,” der. Nitekim öyle de yapar. Onun baktığı davalarda 5 binden fazla insan için idam cezası verilir ve bunların neredeyse tamamı da uygulanır. Ne hikmetse Freisler’in sadece yabancı basın ve diplomatları davet ettiği davalarda idam cezası çıkmaz. Freisler böylece Alman adaletinin ne kadar adil olduğunu göstermeye çalışır. 1945’te Berlin’e düzenlenen Amerikan bombardımanında, çöken mahkeme binasında hayatını kaybettiği için Freisler, diğer Nazi meslektaşlarıyla birlikte Nürnberg mahkemelerinde yargılanmaktan kurtulur. Berlin'de Waldfriedhof Dahlem mezarlığına, isimsiz bir mezar taşının altına gömülür.
Hukuk bağımsızlığını, hakimler ve savcılar da tarafsızlıklarını kaybettiğinde ortaya çıkan şey, hukuktan başka her şey oluyor.