Sencer Ayata

31 Ekim 2017

Türkiye’de yolsuzluk nasıl yapısallaştı?

Otoriterleşme sürecinde yolsuzluğun denetlenmesini sağlayan siyasi, hukuki, idari ve cezai altyapı büyük ölçüde tahrip edildi

AKP iktidarı tüm olanakları kullanarak kendi hükümetleriyle ilgili yolsuzluk konularını siyasi gündemin dışında tutmaya çalışmaktadır. Geçmişte yolsuzluk iddiaları ile hükümetleri deviren medya sindirilmiş ve susturulmuştur. Devlet harcamalarını denetlemekle yükümlü olan parlamento güçsüzleştirilmiştir. Yolsuzlukları cezalandırmakla görevli olan yargı, siyasetin denetimi altına alınmıştır. Doğru bilgi azaldıkça, yolsuzlukları olağan karşılayan bir anlayış ve değer sistemi yaygın bir kitleye kabul ettirilmiştir. Bugün gelinen noktada yolsuzluktan söz etmek mevcut siyasi iktidar tarafından “darbecilik” olarak nitelendirilmektedir.

Tüm kısıtlamalara rağmen iki önemli gelişme, yolsuzluk konusunu siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşımaya başlamıştır. Birincisi, “Zarrab” davasıdır. Davanın görüşülmesine yakında başlanacak olması, davanın kapsamının genişletilmesi ve bizzat AKP yöneticilerinin davaya ilişkin olarak ABD ile yaşanan anlaşmazlıkları açıkça dile getirmeleri… İkinci neden, belediye başkanlarının istifa sürecinde ortaya atılan yolsuzluk haberleri ve çeşitli dosya iddialarıdır.

Yolsuzluk sistem sorunu haline geliyor

Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayımladığı 2016 Dünya Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde 100 üzerinden ancak 41 puan alabilmiş ve 75’inci sıraya düşmüştür. 2013 yılında 53. sırada olan Türkiye yalnızca 3 senede tam 22 sıra gerilemiştir. AKP iktidarının tüm örtbas etme çabalarına rağmen Türkiye yolsuzlukla ilgili olarak böylesine vahim bir tablo ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’nin de içinde yer aldığı alt sıralarda bulunan ülkelerde yolsuzluk bir sistem sorunu olarak görülmektedir. Diğer bir deyişle bu ülkelerde yolsuzluk yapısallaşarak siyasi, ekonomik, toplumsal sistemin bir parçası haline gelmiştir. Yani yolsuzluk kişilerin ve kuruluşların yaptıkları uygunsuz işler, küçük ya da büyük çaplı münferit olaylar olmaktan çıkmıştır. Karşımızda yapısal bir sorun olarak durmaktadır.

Yolsuzluk olgusunu tüm boyutlarıyla kavrama ve yolsuzluklara karşı etkin bir mücadele yürütme, yolsuzluğun nasıl bir “iklim” içinde kök saldığını iyi anlamayı gerektirmektedir. Yolsuzluk elbet AKP iktidarı öncesinde de vardı. Ama AKP iktidarının özellikle son yıllarında yoğunlaşan üç eğilim Türkiye’de yolsuzluğun yapısallaşmasına yol açmıştır: Rejimin otoriterleşmesi, rant ekonomisi ve denetimsizlik… Türkiye artık bir yolsuzluk sarmalının içine girmiştir.

Bu yazının esas konusu üçüncüsü, yani denetimsizliktir.

Rejimin otoriterleşmesi

2016 Dünya Yolsuzluk Algısı Endeksi’nin üst sıralarında Danimarka, Yeni Zelanda, Finlandiya, İsveç, İsviçre ve Norveç yer almaktadır. Yolsuzlukların en az görüldüğü ülkeler, demokratik hukuk devleti ilkelerini en üst düzeyde gözeten ülkelerdir. Buna karşılık Somali, Sudan, Kuzey Kore, Suriye, Yemen, Afganistan, Libya gibi ülkeler son sıraları paylaşmaktadır. Yolsuzlukların en yoğun yaşandığı ülkeler ise otoriter rejimlerle yönetilen diktatörlüklerdir. Diğer bir deyişle otoriterleşme ve yolsuzlukların artması paralel süreçlerdir. Nitekim, AKP iktidarında yoğunlaşan otoriterleşme sürecinde yolsuzluğun denetlenmesini sağlayan siyasi, hukuki, idari ve cezai altyapı büyük ölçüde tahrip edilmiştir.

Rant ekonomisi

Yolsuzluğun artmasının ikinci önemli nedeni rant merkezli ekonomik büyüme politikalarıdır. Bu süreçte kaynak dağıtım yöntemleri ve mekanizmaları merkezileşmiş, kişiselleşmiş ve keyfileşmiştir. Devlet yönetiminde liyakat ilkesi çökmüş, bu ilkenin yerini partizan ve yakınları kollamaya dayalı patronaj sistemi almıştır. AKP yönetiminde siyasi ve ekonomik güç, siyasi ve ekonomik elitler, kamusal ve özel çıkarlar iç içe geçmiştir. Doğal ve kamusal kaynaklar öncelikle iktidar elitlerini zenginleştirmek için tahsis edilmektedir.

Denetimden kaçan “sorumsuz” iktidar

Türkiye’de yolsuzluğun önlenmesinin en temel ön koşulu siyasi, idari, adli ve toplumsal denetimdir. Sorumluluktan kaçan AKP iktidarı denetim kurumlarını ve mekanizmalarını büyük ölçüde etkisiz hale getirmiştir.

Siyasi denetimin zayıflatılması

“Saydamlık”, devletin ve onu yöneten siyasi iktidarın milletten topladığı kaynakları nasıl ve nerede kullandığını en ince ayrıntısına kadar ortaya koyması demektir. Yönetimin yurttaşlara devlet harcamalarının kuruşuna kadar hesabını vermesi demektir.

Oysa mevcut siyasi iktidar devletin bu temel sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınmaktadır. Hükümetin ve bürokrasinin icraatını denetlemekle yükümlü kurumlar birbiri ardına tasfiye edilmektedir. “Hesap verebilirlik” ilkesi aşındıkça, denetlenme mekanizmaları zayıfladıkça ve toplum üzerindeki siyasi baskılar yoğunlaştıkça yolsuzluk dizginlenemez boyutlara ulaşmaktadır.

Yolsuzluğun önlenebilmesi için, demokratik sistemin temeli olan kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri geçerli ve yürürlükte olmalıdır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Türkiye Şeffaflık Sistemi Analizi, Türkiye’de siyasi ahlak sorununun temel nedenini yürütmenin aşırı güçlenmesi ve tüm kurumlar üzerinde baskı yaratması olarak belirlemektedir. AKP iktidarında, siyasi gücün tekelleşmesi muhalefetin ve sorumlu kuruluşların mücadele kapasitesini ve olanaklarını kısıtlamaktadır.

Yasama denetiminin başlıca unsurları arasında yer alan Meclis araştırması, soruşturması, Yüce Divan’a sevk, gensoru, sözlü veya yazılı soru gibi siyasi mekanizmaların etkinliği büyük ölçüde kırılmıştır. Yasal düzenlemeler yapılırken Meclis komisyonları devre dışı bırakılmaktadır. OHAL sonrasında pek çok yasal düzenleme TBMM devre dışı bırakılarak gerçekleştirilmiştir.

İdari ve mali denetim kurumların işlevsizleştirilmesi

Hükümetin harcamalarını denetlemekle görevli teftiş kurulları işlemez hale getirilmiştir. TMSF, BDDK, Merkez Bankası gibi özerk olması gereken kurumların özerklikleri kaldırılmış ve bu kurumlar yürütmeye tabi kılınmıştır. Sayıştay denetimini ve TBMM’nin bütçe yapma hakkını ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Böylece devlet harcamaları ve ekonomiye ilişkin uygulamalar denetimden kaçırılmış, kamu kaynakları kuralsız ve keyfi şekilde dağıtılır hale gelmiştir.

Cezasızlık

AKP iktidarı başta Kamu İhale Yasası olmak üzere yapılan yasal değişikliklerle yolsuzlukla mücadeleyi büsbütün zayıflatmıştır. İktidar konuya ilişkin olarak AB tarafından öngörülen yasal düzenlemelerden ısrarla kaçınmıştır. Daha ötesi mevcut yasalarla uygulama arasında tam bir uçurum oluşmuştur. Yasalara uyulmamakta ancak muhalefetle ilişkili olduklarında idari ve cezai işlemlere tabi tutulmaktadır.

Yargı, yürütme organının denetim ve baskısı altına alınmıştır. Başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargının yapısı ve işleyişi değiştirilmiş, özel yetkili mahkemeler kurulmuştur. Tahkikat, yargılama ve cezalandırma engellenmektedir. Yolsuzluğun açığa çıkarılması için bilgi verenler cezalandırılmaktadır. Dosyaların ve delillerin cesaretle ortaya çıkarılabileceği güvenli bir yasal ortam kalmamıştır. Yolsuzluklar örtbas edilmekte, suçlular cezasız kalmaktadır.

Türkiye’de yolsuzlukla ilgili mevzuat dağınıktır. Sayıştay raporları düzgün olarak TBMM’ye gelmemektedir. Örtülü ödenek ve devlet sırrı gibi kavramlar, yönetimin şeffaflığını ve hesap verebilirliğini hiçe sayacak biçimde kullanılmaktadır. Adli Kolluk Yönetmeliği’nde yapılan değişikliklerle, yolsuzluğa karışmış devlet görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi sağlanmıştır. Yolsuzlukları ve yolsuzluğa bulaşmış kişileri yargı denetiminden kaçırmak amacıyla birçok yasal düzenleme yapılmıştır. Yolsuzlukların üzerine gitmek isteyen birçok hâkim ve savcının görev yeri keyfi biçimde değiştirilmiştir.

Medyanın susturulması


Yolsuzluk, bilgiye erişimin güçleştiği ortamlarda daha kolay yapılır ve yaygınlaşır. Eleştiriye tahammülsüzlüğü giderek artan mevcut siyasi iktidar düşünce, ifade ve toplantı özgürlüğünü baskı altına alarak yolsuzluklarla ilgili bilgilerin gün ışığına çıkartılmasını engellemektedir. Kamuoyunun siyasi iktidardan hesap sorması neredeyse olanaksızlaştırılmıştır. Karanlıkta bırakma, yolsuzlukların geniş bir alana yayılmasına neden olmuştur.

Siyasi iktidar medyayı tam baskı altına almış durumdadır. Çok sayıda basın-yayın kuruluşu önce TMSF’ye devredilmiş, ardından da AKP hükümetleri tarafından yandaş gruplara teslim edilmiştir. İktidar kontrolünde olmayan medyanın sesi birkaç kuruluş dışında büyük ölçüde kesilmiştir. Siyasi iktidar RTÜK’ü medya üzerinde baskı kurma aracına dönüştürmüştür. Düşündüklerini ifade ettikleri için işine son verilen, tutuklanan ve cezalandırılan medya mensuplarının sayısı daha önce hiçbir dönemde görülmeyen devasa boyutlara ulaşmıştır. Sonuçta az sayıdaki muhalif basın kuruluşu ve televizyon kanalı dahi yolsuzluklarla ilgili konuları dile getirmekten korkar hale gelmiştir. Yolsuzluk haberleri, izleyicilere ve okurlara yurt dışında görülen davaları aktarmanın ötesine gidememektedir.

Yolsuzlukla ilgili sosyal medya paylaşımları da, siyasi iktidar tarafından sıkı takibe alınmakta, hatta eleştirel paylaşımlar yapanlar cezalandırılmaktadır. Vatandaşların internet üzerindeki tüm faaliyetleri devlet tarafından kontrol edilmektedir.

Toplumun tepkisizleştirilmesi

Yolsuzluğa karşı mücadelenin başlıca unsuru toplumda yolsuzluk konusunda güçlü bir farkındalık ve duyarlılık yaratılmasıdır. Oysa AKP iktidarı toplumsal farkındalık oluşmasını üç koldan engellemektedir. Birincisi, iktidarı eleştiren sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri kısıtlanmaktadır. Söz konusu kuruluşlar iktidar yetkilileri tarafından doğrudan hedef haline getirilerek yıpratılmaktadır. Türkiye’de yolsuzlukların karşısına dikilebilecek güçte bir sivil toplum örgütlenmesinden söz etmek artık mümkün değildir.

İkincisi, siyasi iktidar yolsuzlukların üzerini örtmek için milli ve dini değerleri sömürmektedir. Yolsuzluk iddiaları ne zaman gündeme gelse, “darbeciler”, “dış mihraklar”, “faiz lobisi”, “din düşmanları” gibi hayali “şeytanlar” yaratılmakta ve kamuoyunun ilgisi yolsuzluklardan başka alanlara kaydırılmaktadır.

Üçüncüsü, siyasi iktidar, toplumda yolsuzluğun “anlayışla” karşılanmasını sağlayacak söylemlerin arkasına sığınmaktadır. “Çalıyor ama çalışıyor”, “hangisi yemiyor ki!”, “başkası yiyeceğine onlar yesin”, “o paralarla cami yapılıyor” gibi söylemler geniş toplum kesimlerini yolsuzluklarla ilgilenmeme, hatta yolsuzluğu meşru görme noktasına getirmiştir. Yolsuzluk olağanlaştırılmıştır.

Yolsuzluğun ağır maliyeti

AKP iktidarının kolladığı kimselere, kuruluşlara ve gruplara özel avantajlar sağlaması, yurttaşların kamu olanaklarından eşit şekilde yararlanmalarını engellemektedir. Yolsuzluğun artmasıyla ekonomide israf, savurganlık ve verimsizlik artmaktadır. Yaşamın her alanında kurallar ve kanunlar çiğnenmektedir. Kuralsızlık ve hukuksuzluk ülkeyi hızla ekonomik durgunluğa, siyasi istikrarsızlığa, ahlaki ve toplumsal bunalıma sürüklemektedir.

Yolsuzluk bir yandan siyasi iktidarı ayakta tutmakta, diğer yandan yozlaştırmakta ve içten içe çürütmektedir. Türkiye’yi yolsuzluk sarmalına sokan mevcut sistem ve bu sistemi ayakta tutan iklim değişmeden yolsuzluğun ve onun yol açtığı büyük tahribatın önüne geçilmesi mümkün değildir.