2019’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilecek muhalefet adayının kim olabileceği ve onu destekleyecek siyasi parti ittifaklarının nasıl oluşturulacağı büyük merak konusu oldu. Bunun en önemli nedeni cumhurbaşkanının yalnızca siyasi değil, toplumsal hatta ekonomik hayatı biçimlendirecek başlıca güç konumuna getirilmiş bulunması. Yapılan anayasa değişiklikleri sonucu cumhurbaşkanının devlet, siyasi partiler, üniversiteler, meslek örgütleri başta olma üzere tüm kurumlar üzerinde belirleyici ağırlığa sahip kılınmış olması.
Adayın özellikleri ve siyasi ittifaklar kazanmanın zorunlu koşulu. Ama yeterli koşulu da değil. Muhalefetin başarısı, birçok koşula bağlı. Örneğin, siyasi partiler ve aktörler arasında temel konularda görüş ve hedef birliği sağlanmazsa kurulacak ittifaklar sağlam ve kalıcı olmayabilir. Diğer bir deyişle siyasi uzlaşmanın temelini oluşturacak ortak değerler ve ilkeler önceden belirlenmeli ve taraflarca benimsenmeli. Örneğin başkana verilen anti-demokratik güç ve yetkilerin kısıtlanması ve parlamenter sistemin yeniden tesisi konularında mutlaka anlaşma sağlanmalı.
Her ne kadar artık adil seçim geleneğinden söz etmek mümkün görünmüyorsa da seçim sonucunu belirleyen esas unsurun yine seçmen tabanı olacağı kesinlikle unutulmamalı. Referandumda oluşan muhalefetin iki önemli özelliği var. Birincisi kazanmak için gerekli olan seçmen sayısının yarısına hatta yarısından fazlasına sahip olması. İkincisi ise sayısal çoğunluğa rağmen seçmen tabanının siyasi ve ideolojik bakımdan bölünmüşlüğü. Elbet yeni kazanılacak oy sorunu çok önemli ama bu tablo öncelikle mevcut oyları korumanın önemine işaret ediyor. O nedenle muhalefetin seçmen tabanındaki farklı unsurları bir arada tutacak ve onları mobilize edecek bir strateji ve toplumsal vizyona sahip olması büyük önem kazanıyor.
Toplum ve kültür
Önce iki önemli konuya dikkat çekelim. Son yirmi otuz yılda siyasi gelişmeleri dini ve etnik fay hatları ile kültürel kimlikler üzerine odaklanarak açıklama anlayışı hâkim olmuştur. Kültürel kimlikler toplumsal yapılardan ve toplum kesimlerinden ayrı hatta kopuk gibi düşünülmüştür. Bir önceki döneme damgasını vuran toplumsal yapı ve sosyal sınıf odaklı bakış ise büyük ölçüde terk edilmiştir.
Bu yaklaşımın siyasi süreçleri anlama bakımından önemli eksiklikleri bulunmaktadır. Çünkü bu yeni bakış sosyo-ekonomik süreçlerle siyasi/kültürel oluşumlar arasındaki çok yönlü bağlantıları ve etkileşimleri gözden kaçırmamıza neden olmaktadır. Bu etkileşimleri dikkate almadan geliştirilecek seçim stratejileri eksik ve yanlış olacaktır.
İkinci konu mevcut siyasi iktidarın seçmen tabanına bakışı ile ilgili. AKP bir yandan kendisine oy veren seçmenleri toplumun kendisi ve bütünü gibi göstermeye çalışmaktadır. Diğer yandan muhalefete oy veren diğer yarısını adeta toplumdan saymamakta, onların toplumdaki yerini, işlevini, rolünü yok addetmektedir.
Muhalefet, gelişen toplumsal güç ve siyasi oluşumları cesaretlendirerek mobilize etmeye çalışmalı
Burada iki büyük yanlış var. Birincisi, toplumun her kesiminde siyasi iktidar lehinde oy kullanan seçmenlerin yanı sıra muhalefete destek veren seçmenlerin de bulunmasıdır. Doğrudur, referandumda çiftçi, esnaf, kent yoksullarının yarıdan fazlası anayasa değişikliklerini onaylamıştır. Ama yine doğru olan aynı kesimlere mensup on milyonun üzerinde seçmenin hayır oyu vermiş olmasıdır. İkincisi ise muhalefetin omurgasını oluşturan toplumsal grupların da sayıca kabarık olması hatta diğerlerinden daha hızlı çoğalmasıdır. Ağırlıkla muhalefete destek veren bu kesimler geleceğimizi şekillendiren ileri sanayi sektörleri ile bilgi/iletişim ekonomisini ayakta tutanlardır.
Bu çerçeve içerisinde önce sosyo-ekonomik değişim süreçlerini, sonra kültürel kimlikler ve değerler konusunu ele alalım.
1. Sosyo-ekonomik dinamikler
Yukarıda değinildiği gibi referandumda yarışan her iki taraf her toplum kesiminden oy desteği sağlamıştır. Türkiye’de nasıl salt sınıf partilerinden söz etmek mümkün değilse referandumda da salt sınıfsal cepheler oluştuğunu söylemek doğru değildir. Ama tarafların toplum kesimlerinden sağladıkları destek eşit oranlarda olmamıştır. Bir taraf bazı kesimlerden düşük destek sağlarken diğer taraf yüksek destek sağlamıştır. Örneğin metropollerde milyonlarca evet oyu vardır ama hayır oyları öndedir. Hayır oyu veren milyonlarca çiftçi vardır ama çiftçilerin yarıdan fazlası evet oyu vermiştir. O halde yapılması gereken seçmen tabanında beliren önemli coğrafi, demografik ve sosyo-ekonomik eğilimleri daha ayrıntılı olarak belirlemektir.
Nüfus ve kentleşme
Bu konuda beş önemli eğilimin altı çizilebilir.
Birincisi, “hayır” oyları sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi görece yüksek kıyı bölgelerinde toplanmıştır. Ankara ve Eskişehir dâhil edildiğinde seçmenlerin üçte ikisi bu kıyı bölgelerinde yaşamaktadır.
İkincisi, bu bölgelerde görülen oy yoğunlaşması yayılmaya başlamıştır. Yayılmadan öncelikle bu bölgelerin (Marmara, Ege ve Akdeniz) iç kısımlarında yer alan ilçeler etkilenmektedir.
Üçüncüsü, yerleşim birimleri büyüdükçe hayır oyları artmaktadır. “Hayır” küçük yerleşim birimlerinde yüzde 42, orta çaplı birimlerde yüzde 48, büyük şehirlerde yüzde 53 ve Ankara ve İstanbul’da yüzde 51.4 düzeyine ulaşmaktadır.
Dördüncüsü, hayır oyları sosyo-ekonomik bakımdan gelişmiş ilçelerde yoğunlaşmaktadır. Bu ilçelerde eğitim düzeyi ile sanayi ve hizmet sektöründe çalışan özellikle beyaz yakalıların oranı diğer bölgelere göre daha yüksektir. Evet oylarının yüksek olduğu ilçelerde ise eğitim düzeyi düşük, vasıfsız işlerde ve tarım sektöründe çalışan nüfus ağırlıklıdır. Kısacası, sosyo-ekonomik bakımdan daha fazla gelişmiş ilçeler başkanlık sistemine daha yüksek oranlarda hayır demiştir.
Kentte kalma süresi uzadıkça kişilerin ve ailelerin sosyo-ekonomik durumları ile tutum ve değerleri değişmektedir. Büyük kentlerde daha uzun süre (20 yıl) yaşamış olan seçmenler daha yüksek oranda hayır oyu vermişlerdir.
Sonuca gelince. Ağırlıkla hayır oyu veren gelişmişlik düzeyi yüksek ilçeler, büyük şehirler ve kıyı bölgelerinin nüfusu, yüksek oranda göç alıyor olmaları nedeniyle diğerlerinden daha hızlı artmaktadır. Kırsal yörelerde ve küçük yerleşim birimlerinde yaşayan nüfus küçülürken, hayır oyu veren kıyı bölgelerinde ve büyük şehirlerde yaşayan nüfus hızla büyümektedir.
Eğitim
Lise ve yüksekokul mezunları ağırlıkla “hayır”, ortaokul ve ilkokul mezunları ise ağırlıkla “evet” oyu vermiştir. Lise ve yüksekokul mezunu seçmenler evet oylarının üçte birini oluştururken bu oran hayır oylarında yarıya yakındır. Halihazırda lise ve üniversite mezunlarının oranı yüzde 42’ye; 18-25 yaş grubunda lise ve yüksek okul mezunlarının oranı yüzde 62’ye ulaşmıştır. AKP tarafından yaptırıldığı belirtilen bir araştırmaya göre genç kesimde evet oyları yüzde 35 düzeyinde kalmıştır. Okullaşma oranındaki artış nedeniyle 2020 yılında hayır oylarının ana kaynağı olan lise ve üniversite mezunları seçmen nüfusun yaklaşık yarısını oluşturacaktır.
Toplumsal gruplar ve sınıflar
Meslek ve sosyal sınıf itibarıyla en yüksek oranda “hayır” oyu verenler beyaz yakalılar ve öğrencilerdir. Beyaz yakalıların bir bölümü orta ve orta üst gelir grupları arasında yer alan avukat, mimar, mühendis, doktor, bankacı, işletmeci, yöneticilerdir. İkinci ve nüfus bakımından daha kabarık kesim ücret karşılığı çalışan ve orta-alt/orta gelir dilimlerinde yer alan öğretmenler, sekreterler, hemşireler, satış elemanları ve teknisyenlerdir. Aileleri ile birlikte sayıları üç milyona ulaşan öğretmenler seçmenlerin yüzde üçünü oluşturmaktadır.
Sosyoloji literatüründe yerleşik tanımı ile ‘yeni orta sınıf’ olarak adlandırılan bu kesim hem dünyada hem Türkiye’de en hızlı büyüyen toplum kesimidir. Büyük oranda kent, sanayi ve bilgi toplumunun ürünü olan bu toplum kesimleri ağırlıkla hayır oyu vermiştir.
Yine modern toplumunun ürünü olan mavi yakalılar arasında iki ana eğilim göze çarpmaktadır. Kent toplumunda geçim ve tutunma mücadelesi veren düşük gelirli ve güvencesiz işçiler tercihlerini ağırlıkla evet yönünde kullanmıştır. İleri sanayi ve bilgi ekonomisinin geliştirdiği vasıflı, örgütlü, güvenceli işçi sınıfında ise oylar evet ve hayır taraflarında eşit dağılmıştır.
Diğer yandan küçük çiftçi, esnaf ve sanatkârlar ağırlıkla evet oyu vermiştir. Kendi hesabına ya da az sayıda işçi çalıştıran bu ‘geleneksel orta sınıfın’ tüm çalışanlar içindeki payı yüzde 30’lara kadar gerilemiştir ve gerilemeye devam etmektedir.
Türkiye’de meslek ve sınıf kompozisyonun ana değişim doğrultusu şu yöndedir. AKP seçmenlerinin ana damarını oluşturan çiftçi, zanaatkâr ve esnaf kesimleri, seçmen nüfus içindeki oranları itibarıyla küçülmektedir. Buna karşılık sanayi ve özellikle hizmetler kesimi büyümekte ve bu gelişme sonucu lise ve yüksek okul mezunlarının, beyaz yakalıların, vasıflı sanayi işçilerinin seçmen nüfus içindeki oranları artmaktadır.
Sosyo-ekonomik eksende eski ve yeni bölünmeler
Referandumda AKP’li seçmenlerin büyük çoğunluğu “evet”, CHP seçmenlerinin tamamına yakını “hayır” oyu verdi. MHP tabanı “hayır” ağırlıklı olmak üzere iki tercih arasında bölünürken, HDP’ye oy veren Kürt seçmenler genellikle “hayır”, AKP’ye oy verenler “evet” tarafında yer aldı. Hayır ve evet oyu veren seçmenlerin aralarındaki sosyo-ekonomik farklar (eğitim, gelir, meslek) büyük ölçüde AKP ile CHP seçmenleri arasındaki coğrafi bölge ve toplumsal profil farklılıklarını yansıtıyor.
Gelişen toplumsal güçlerin ‘evet’ oyu vermiş seçmenleri kazanma kapasiteleri partilerinki kadar yüksektir
Referandumda esas çarpıcı olan ve gelecek seçimler için büyük önem taşıyan bir başka konu da şu: MHP oyları ile Kürt oyları da yine aynı sosyo-ekonomik eksen etrafında bölünüyor. Şöyle ki; hayır oyu veren MHP seçmenleri ağırlıkla kıyı bölgelerinde ve kentlerde yaşayan eğitim düzeyi görece yüksek seçmenler. Aynı şekilde hayır oyu veren Kürt oyları kırsal yörelerden çok Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki büyük kentlerde ve Batı bölgelerinde yaşıyor. Buna karşılık evet oylarının ezici çoğunluğunu oluşturan AKP seçmenleri ile küçük oranda da olsa evet oyu veren MHP seçmenleri arasında kırsal, küçük yerleşim birimlerinde yaşayan, ilkokul ya da ilköğretim mezunu, alt ve orta alt gelirliler büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu tablo siyasetin toplumsal ve sosyo-ekonomik boyutunun ne ölçüde önemli olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
2. Sosyo-kültürel boyutlar
Araştırma kuruluşu KONDA tarafından sunulan veriler ışığında seçmen davranışının sosyo-kültürel boyutlarını kısaca ele alalım. Kendilerini dindar, sofu ve İslamcı diye tanımlayan seçmenler ağırlıkla “evet” tercihinde bulunmuş. Bunların büyük bölümü AKP seçmen tabanında önemli yer tutan ev kadınları, geleneksel orta sınıflar (çiftçi, esnaf, zanaatkâr) güvencesiz işlerde düşük gelir karşılığı çalışan işçilerden oluşuyor. Bu geniş kesimde geleneksel otorite kaynaklarına saygı, pederşahi değerler, dindar insan olma, ailede ve toplumsal hayatta büyüklere itaat anlayışı gibi değerler öne çıkıyor.
Diğer yanda “inançlılar” ile geleneksel muhafazakârların bir bölümü hayır yönünde oy kullanmış. Kendini milliyetçi olarak tanımlayanların yarıdan fazlası, Kürtlerin üçte ikisi ve Alevilerin ezici çoğunluğu hayır oyu vermiş. Dini ve etnik kimliğini bu şekilde ifade edenler genellikle eğitim düzeyi görece yüksek, modern sanayi ve bilgi/iletişim toplumu ile bağları daha güçlü olan öğrenciler, beyaz yakalılar, çalışan kadınlar, vasıflı işçiler ve iş dünyasının bazı mensupları. Bu gruplar sosyo-kültürel modernleşmenin temel değerlerine daha çok önem veriyor. Bu değerler arasında kadın erkek eşitliği, bireyin özerkliği, otoriteyi sorgulama, kendini ifade etme ve laikliği sıralayabiliriz. Özellikle son bir yıl içerisinde yapılan araştırmalar ise hayır oyu veren bu kesimlerin hukuk ve adalet konularında daha duyarlı tutum sergilediklerini gösteriyor.
Kavgacı iktidar
İktidarın tutucu-otoriter boyunduruğu çatlamaya yüz tuttu
Açıkça görülüğü gibi toplumdaki sosyo-ekonomik bölünmelerle sosyo-politik ayrışmalar birbirinden bağımsız ve kopuk değildir. Kültürel değerler ve kimlikler düzeyindeki ayrışmalar toplum kesimleri aralarındaki bakış ve değer farklılıklarını yansıtmaktadır. Bu farklılıklar siyasi partilerin davranışlarını da etkilemektedir.
İktidar partisi siyasetini seçmen tabanında mevcut olan bu sosyo-ekonomik bölünmeler ve kültürel ayrışmalar üzerine oturtmaktadır. Siyasetin asli sorumluluğu olan bölünmeleri, ayrışmaları ve çatışmaları yumuşatmaya çalışmak yerine büsbütün keskinleştirmekte ve derinleştirmektedir. Yine aynı amaçla kendisine mesafeli duran toplum kesimlerini ve onların değerlerini bastırmak suretiyle etkisizleştirmeye çalışmaktadır.
Tutucu ve otoriter iktidar
AKP iktidarı ulaşım ve iletişim, fizik altyapı, konut, enerji, sağlık, turizm gibi alanlarda sosyo-ekonomik gelişmeyi hızlandırıcı; başta bilim, sanat, eğitim olmak üzere başka birçok alanda ise sosyo-ekonomik gelişmeyi yavaşlatan hatta engelleyen politikalar izlemektedir. Daha ötesi sosyo-politik ve kültürel modernleşmeyle barışık olmak bir yana çok yönlü ve derin bir hesaplaşmanın içine girmiştir.
Modernleşme değerlerinin başında özgür düşünce, eleştirel akıl, bireyin özerkliği, hoşgörü, çoğulculuk, insan hakları, kadın erkek eşitliği yer alır. Bu kapsamda sosyo-kültürel modernleşme geleneksel kurumlar ve otoriteler dâhil, tüm otoritelerin özgürce sorgulanabilmesini gerektirir. Oysa AKP iktidarı özgür düşünce ve ifadeyi bastırmaktadır. Kamu ve özel yaşam alanlarına yaptığı müdahalelerle bireylerin kendi hayatlarını kendi tercihlerine göre biçimlendirme olanaklarını kısıtlamaktadır. AKP, çağdaş muhafazakârlar tarafından da benimsenen özgürlükçü demokrasinin kurum ve ilkelerini yok etmeye çalışan tutucu bir ideolojiyi ve otoriter bir yönetim biçimini topluma dayatma çabası içindedir. Toplumda var olan erkek egemen değerleri, hiyerarşik ilişkileri ve buyrukçu yapıları savunmakta, korumakta ve güçlendirmeye çalışmaktadır.
Akıntıya karşı kürek çeken iktidar
Köklü toplumsal değişimlerle baş edemeyen iktidar, çareyi bu kesimlerin özgürlük, hukuk ve demokrasi taleplerinin bastırılmasında bulmaktadır. Toplumu ileriye taşıyacak yeni güçleri ve kültürel değerleri, tarım toplumu kaynaklı tutucu zihniyetlerin ve değerlerin sınırları içine hapsetmeye çalışmaktadır. Türkiye’de demokrasi bu nedenle aşınmakta, hukuk devleti bu nedenle askıya alınmakta ve eğitimden sanata, bilimden ekonomiye Türkiye’nin yaratıcı ve yenilikçi potansiyeli bu nedenle zayıflatılmakta, uluslararası rekabet gücü bu nedenle geriletilmektedir.
Siyasi iktidarın yaklaşımı ve politikaları onu toplumun dinamik ve en hızlı gelişen güçleriyle, onların ilke ve değerleri ile karşı karşıya getirmektedir. Dinamik toplumsal güçler ve gelişen toplumsal gruplar artık siyasi iktidarın tutuculuğu ve baskısı karşısında sessiz kalmamakta, demokratik kaygı ve tepkilerini daha yüksek sesle ifade etmektedir. Siyasi iktidarın Türkiye’ye dayatmaya çalıştığı tutucu-otoriter boyunduruk, gelişen toplumsal güçler ve siyasi oluşumlar karşısında zayıflamaya başlamış hatta çatlamaya yüz tutmuştur.
Yeni toplumsal güçlerin mobilizasyonu
Muhalefet bu noktadan hareket etmeli, gelişen toplumsal güçleri ve siyasi oluşumları cesaretlendirerek siyasette daha aktif olmaları yönünde mobilize etmeye çalışmalıdır. Başarı bu kesimlerin desteğinin konsolidasyonuna ve artırılmasına bağlıdır. Çünkü Türkiye’de ekonomik, siyasi ve kültürel kaynak bakımından en zengin toplum kesimleri bu kesimlerdir. Modern toplum ile bağları en güçlü olan, özgürlük ve demokrasi değerlerine en çok sahip çıkan bu toplum kesimleridir. Şayet gerekli motivasyon sağlanırsa bu grupların ağırlıkla evet oyu vermiş olan seçmenleri kazanma kapasiteleri siyasi partilerinki kadar yüksektir.
______________________________________________________________
Tartışmada belirtilen veriler, başta Metropoll aylık anketleri olmak üzere, A&G ile CHP tarafından yaptırılan anketlerden elde edilmiştir.