Nedim Saban’ın yönetmenliğinde sahnelenmeye başlayan Süper İyi Günler Mark Haddon’un satış rekorları kıran çok ödüllü kitabından uyarlanan özel bir iş. Yazarın yıllarca zihin ve beden engellilerle ilgili çalışmalar yaptığı ve bu deneyimlerini otistik bir çocuk ve ailesi üzerinden romana döktüğü biliniyor. Kitap Christopher Boone adında dahilikle yetersizlik arasında sıkışan, üstün matematik yetisine ve dev bir hatırlama kapasitesine sahip otistik bir çocuğu konu ediyor.
Sinema aracılığıyla tüm dünyanın öğrendiği otizmli karakter tanımlaması zamanında Yağmur Adam aracılığıyla yapılmıştı ve belki de Süper İyi Günler edebiyat aracılığıyla en bilinir ikinci örnek olabilir. Yağmur Adam ve Cristopher neredeyse hiçbir açıdan benzemiyorlar ancak sonuçta verdikleri mesajlar çok benzer; saf iyilik, hesapsız, karşılıksız insan olmak ve insan doğasının bilinmezliklerle dolu muammalı yapısı... Yağmur Adam’ın hayatla ilgili bilinir ve görünür bir amacı yoktu fakat Cristopher bir cinayeti çözmek ve astronot olmak istiyor. Zaten otizmin de kendi içinde dereceleri olduğu biliniyor. Süper İyi Günler oyun olarak otizmli bir zihni anlatmayı ve üstün zekaya karşın çevresiyle iletişim bozukluğu yaşayan bir karakteri merkeze koymayı tercih ediyor, yani karakterin ailesi ve mahalledeki çevresi metnin odağında tutulmuyor. Ne de olsa karakterin odağı kendi iç dünyasından oluşuyor. Cristopher üzerinden otizmli bireyin yaşadığı ortalama iletişim zorlukları, duygusal denge/dengesizlik hatta beklenmedik fiziksel problemlerle baş edebilme sıkıntıları örneklendiriliyor.
Cristopher mahallesinde öldürülen bir köpeğin katilini bulmak isteyince asal sayılara hakimiyeti, dünya coğrafyası hakkındaki ansiklopedik bilgisi ya da evren ve uzay üzerine kuramsal çıkarımları yan sokağa geçmesine yardımcı olmuyor. 7507’ye kadar bütün asal sayıları saymakta zorlanmayan Cristopher kendi sokağından çıkmayı ya da komşu teyzeyle sıradan bir diyalog kurmayı başaramıyor. Kısacası otizmle ilgili bilinen içedönük karakterlerin bazı dehalarının aksine basit ve gündelik rutinleri kotaramadıkları ortaya konuyor. Ve tabii buradan müthiş bir komedi çıkarmak mümkünken yönetmen bunu tercih etmiyor iyi ki çünkü zaten kitapta da kahraman şöyle diyor; ‘Bu komik bir kitap olmayacak. Espri yapmasını bilmiyorum çünkü onları anlamıyorum’. Dolayısıyla Nedim Saban basit bir mizahla meseleyi hafifletmek yerine karanlık alana girmeye ve seyirciyi de oraya çekmeye çalışıyor. Konunun uzmanlarının bile anlamakta zorlandığı bir konu olan otizme üç boyutlu animasyonlar ve LED ekranlardan oluşan dekorla girmeyi deniyor. Renkli ve hareketli ışıklar farklı bir derinlik ve hız kazandırıyor metne ve Cristopher aracılığıyla otistik zihinlere bir kapı aralanıyor.
Sonuçta Tohum Otizm Vakfı desteğiyle bir farkındalık projesi olan Süper İyi Günler zengin bir kadro ve teknik donanımla işlenmesi çok zor ve bilinmezlerle dolu bir dünyaya giriyor. Henüz otizmlilerin ne hissettikleri en yakınları tarafından dahi çözülemezken daha fazlasını herhangi bir eserden beklemek zaten sahtecilik olacaktır. Bu noktada Tiyatrokare önemli bir sorumluluğa girerek içedönük karakterlerin bilinmezliğini, bilinmezliğin yarattığı iletişimsizliği görünür kılıyor. Zaten bu kadarı yetiyor. Mark Haddon’un otizmli birinin hayvanlara karşı olan temiz hassasiyetini bir köpek cinayeti üzerinden anlatması çok isabetli olmasına karşın babanın köpekleri herhangi bir nesneye çevirmesi ne yazık ki metni gölgeliyor. Öte yandan başrol oyuncusu genç yetenek Emir Özden büyüleyici bir performansla göz doldururken sahneye her giriş çıkışı büyülü bir etki yaratan Celile Toyon seyirciyi mest ediyor. Özetle zengin oyuncu kadrosu ile teknolojinin sahne de iç içe geçtiği yeni oyunlara ilham olması dileğiyle Süper İyi Günler spesifik olarak bir konuda farkındalık yaratmaya çalışarak fark yaratıyor…