İyi şeyler de olmuyor değil! Şehir Tiyatroları güzel geleneğine devam ediyor ve halka ucuz bilet fiyatlarıyla çarşamba ve cuma günleri matine ve suare olarak şahane oyunlar sunuyor. Üstelik salonlar dopdolu yani seyirci kendisine yapılan hizmeti sahiplenmiş ve durumdan çok mutlu ayakta uzun uzun alkışlayarak çıkıyor salondan. Söz Veriyorum da durum buydu.
Siyah beyaz savaş filmi efektiyle başlayan hatta senenin pek çok ödüllü en iyi filmlerinden Cold War’ı anımsatan Söz Veriyorum tertemiz bir aşk hikâyesi. İki erkek ve bir kadın arasında geçen ve en çok seveni mi en çok sevdiğimizi mi seçmeliyiz sorusuna yanıt arayan duygusal bir metin. Aleksey Nikolayeviç’in toplumcu gerçekçilik türünde yazdığı metin Hülya Karakaş yönetmenliğinde yumuşacık, naif ve iki değil üç sevgilinin aşk hikâyesine kilitliyor seyirciyi. Bu çok zorlayıcı tercihi kadife eldiven içinde demir bir yumruk olmasına karşın sevilir, rüyası kurulur ve özdeşleşilir kılıyor yönetmen. Çünkü bu gizli bir aşk üçgeni değil aynı zamanda arkadaşlık, kardeşlik ve tutkunun iç içe dürüstlükle yaşandığı bir ilişki. Keşke gizli olsa da karakterler bilmedikleri için dayanıyorlar dedirtecekken sevmenin her halinin aslolan olduğunu kutsuyor. Bu da seyirciye şifa oluyor anlaşılan ki bir türlü alkışlamaya doyamıyor.
Savaşın zorladığı koşullar nedeniyle birbirlerine tutsak olan üçlünün ilişki üçgeninde Karakaş’ın anlamı çoğaltan sinema kadrajına benzer sahne kullanımıyla çok zor bir soruya cevap aranıyor. Sevdiğinle mi seni sevenle mi birlikte olmalısın? Hatta oyun ilerledikçe bu sorular daha da derinleşiyor ve ‘sevdiğini ilan eden mi, ilan edemese de sevilmeyi bekleyen mi seçilmelidir’ şeklinde ilerliyor. Ancak metnin en şahane mesajlarından biri ise savaşa rağmen kendinden vazgeçmeyen karakterlerin kişisel gelişimlerinden oluşuyor. Kişisel olanın politik olana götürdüğü bir yolda özellikle kadının bireysel ihtiyaçları ve amaçlarını öncelikle hayal ettiği meslek üzerinden tanımlaması ve bunu gerçekleştirmesi salondaki gençler için bir öğretiye dönüşüyor adeta. İki tutku dolu aşk arasında kalsa, deliler gibi sevse ve sevilse dahi ‘kendisi’ olmayı ötelemeyen bir kadın portresi altı çizilmesi gereken bir mesaj içeriyor elbette. Kaldı ki yönetmende tercihini bu yönde kullanarak ışık-gölge dengesi, ses ve renk tercihleriyle öğretisini tatlı bir aşk masalı tadında her kitleyi kucaklayacak örnek bir kadın temsiline eviriyor. Müzik ve dansın dahliyle romansın gölgesinde ancak aşk temelli sorularının ötesine sızan duygu ve düşünceler geliştirilmesi oyunu güçlendiriyor ve diri tutuyor. Özellikle oyunun müzik seçimleri müthiş bir bütünlük sağlayarak duygusunu tesirli kılmaya hizmet ediyor. Ayrıca bir aşk üçgeni ortasında savrulan karakterler üzerinden esas olanın dürüstlük, samimiyet ve bireyin kendi ilkelerini yanlış ya da doğru savunmaları olduğunu hatırlatan oyun bugünün Türkiye’sinde özel bir alkış hak ediyor. Kimsenin kimseyi kandırarak değil olduğu gibi sevdiği ve sevmekten utanılmadığı Yeşilçam filmleri gibi…
Ebru Üstüntaş, Can Ertuğrul ve Murat Coşkuner’in 17-18 yaşlarından 40’lı yaşlara uzanan karakterleri canlandırmaları sorun teşkil etmiyor. Hatta Ebru Üstüntaş’ın iz bırakan oyunculuğu ve estetiği nefis bir seyir keyfi sunarken Can Ertuğrul ve Murat Coşkuner’in sarkastik tonları kontrast oluşturarak oyunu havalandırıyor. Kısacası Söz Veriyorum Şehir Tiyatrolarının bu sezon sahneye koyduğu işler içinden sıyrılarak seyircisinin kalbini nasıl kazandığını gösterirken hem yönetmene hem de Şehir Tiyatroları’nın işlevine alkışlatıyor.