Şenay Tanrıvermiş

21 Ocak 2015

O Hayat Benim’den herkese selametle beybisi!

O Hayat Benim’in yeniden kazandığı ivmenin devam etmesini diliyor ve Efsun’un diliyle ‘selametle beybisi’ diyerek bitiriyoruz…

Gelincik ismiyle yoksul semtleri sembolize eden mahalle ve varsıllığı sembolize eden konak temeline çatışması oturtulan ve hegemonyayı temsil eden erkeği yetersiz, işlevsiz, durağan, sessiz ve beceriksiz göstererek komikleştiren veya hiçleştiren O hayat Benim yeni yönetmen desteğiyle tekrar ivme kazanarak sevindiriyor. Geleneksel temsilin kadın erkek rollerinde otoritesiz kılınan erkek iktidarı orta sınıf ahlak anlayışına, vitrinde yaşama arzusuyla kavrulan gösteri toplumuna ve çocuk merkezli aile yaşantısının zaruri çıkar hesaplarına eğlenceli bir perspektif getirmiştir. Bu eğlenceli bakış aracılığıyla normların kırılması, yumuşatılması, toplumsal cinsiyet rollerinin açığa çıkarılan defoları izlenilebilir kılınmıştır. Özellikle iktidarla mücadele sürecinde sabit, sessiz, edilgen kadınlar yerine itiraz edebilen, pazarlığa açık ve karşılıklı tavizlerle ilerlemeye açık kadın temsilinin çeşitleri metinde bolca bulunduğu için ‘O Hayat Benim’ dizi hayatında kendine özel bir yol açmayı başaran farklı bir yapımdır.

Kadın öznesi renkli ve çoklu bir yelpaze aracılığıyla egemen/yerleşik ve muhalif/eleştirel simgeler kahramanların gelişimi ve değişimi üzerinden verilir. Başat kahraman Nuran tiplemesine derinlikli incelikler kazandıran Yeşim Ceren Bozoğlu hiç bitmeyen sorunlara bağlı olarak değişime uğrarken neredeyse tüm diziyi her bölümde tekrar sırtında taşımayı başaran kompleks, iç içe geçmiş bir değişimi somutlaştırır. Ancak senaryonun geliştiremediği aksiyon akışı tökezledikçe yük kelime oyunlarına ve dolayısıyla oyuncuların performansıyla ilerlemek zorunda kalmıştır çoğu bölümde.

Bu durum bazı karakterlerin aşırı dozda dengesiz çıkışlar yapmasını gerektiriyor haliyle ve seyircinin ilgisini üzerinde tutmak isteyen metin ayarsız bağrışlarla dolup taşıyor. İlk anda şaşırtan etkileyici tiratlar bir süre sonra sıkıcı ve yorucu tekrara düşüyor maalesef. Örneğin Efsun ve Hülya’nın uzun diyalogları giderek Karagöz Hacivat atışmalarını anımsatıyor…  Efsun’un yüksek perdeden bağırır gibi konuşmaları her ne kadar dizinin en seyir keyfi veren anlarını oluştursa da çok fazla tekrar nedeniyle bıktırabiliyor. Hülya’nın sinir krizleri ve aşırılığı kendi kendisinin karikatürü gibi duruyor yer yer. Kaldı ki sonradan görme varoş Efsun’un çığırtkanlığıyla çatıştırılan Hülya’nın diyalogları aynı noktada kesiştikçe, çatışma gereksiz çocuk kavgalarını aratıyor. Örneğin ‘İşe bu kıyafetle mi gideceksin’ diye soran halanın evdeki kıyafeti de yeterince absürt ve abartılı olduğundan inandırıcılık zedeleniyor ve kontrolden çıkan dil ile özne uyumsuzluğu komedi yapmayı amaçlarken komik duruma düşebiliyor. Kısacası sözde görgülü ve kültürlü Hülya sonradan görme Efsun’u aşağılayacakken kendisinin ondan hiçbir farkı olmadığını gösterip duruyor. Aynı durum stil danışmanının Efsun’u küçümseme sahnelerinde de tırmanıyor. Belki de artık görgü, kültür ve birikimin ne kadar çok kendini gösterdiğine bağlı olarak değerlendirildiği bir dönemde kendini imaja dönüştüren ve vitrinde yaşar gibi salınan insanlara atıfta bulunuluyor olabilir. Gelincik üzerinden yerel ve insani değerler, konak üzerinden küresel değerler ve kapitalist çıkarlar bağlamında her iki öznenin deformasyonu hareketli, egemen ve değişken mücadelenin temsillerini örnekliyor, yine de kotarıyor aslında. İşte bu yüzden özellikle son bölümlerde yeniden toparlanan ve güçlenen metin bunca patinaja karşın virajı almayı başarıp seyircisini beraberinde sürüklemeyi başarıyor.

Ateş ve Bahar ise ruhu alınmış bir çift olarak metnin genel temposunun, dokusunun ve hatta bu dünyanın dışında gibiler. Sanki anlamıyorlar, duymuyorlar, hissetmiyorlar ya da öylesine duyarsızlar ki hiçbir şey fark etmiyor onlar için. Mesela Bahar, Ateş’i güzel bir kızla öpüşürken görüyor ve hiç tepki vermiyor! Ateş’in sükûneti ise sabır çatlatacak kadar nedensiz duruyor. Aynı şekilde Mehmet Emin Bey karakterinin varlığı ve yokluğu anlatıya hiçbir katkı sağlamıyor. Başladığından beri aynı ifadeyle arada belirip herkesi onaylayan bir adam olarak dolaşıyor. İclal Aydın’ın canlandırdığı dünyanın en iyi kalpli insan karakteri iyilikten öte sıkıcı, ruhsuz ve hareketsiz bir resim gibi iç bayıltıyor. Zaten dizinin tüm iyilerinde aynı sıkıcı dürüstlük, sonsuz anlayış, temelsiz sevgi netliği anlatıya yüzeysel ve sahte bir tat veriyor. İyilerin de ara tonları, ikilemleri, sorgulamaları, iniş çıkışları en azından yaşam belirtisi göstermeleri acilen gerekiyor.

Temizliğe giden Nuran ve Sakine’ye aşağılık yaratıklar muamelesi yapan zengin ev kadınlarının kötülüğünün de ucu bucağı yok mesela. Amaçları evlerini temizletmek değil de çalışanlarını kirletmek gibi davranan kadınlar ve sonrasında Sakine’nin tiradı sınıf çatışmasında ezilenlerin gazını çıkartmak amaçlı katharsis sahneleri olarak çiğ kalıyor, bunaltıyor.

Elbette tüm dizilerde olduğu gibi bu dizinin de bir iyi polisi var! İyi niyetle, aşkla, azimle çalışan dürüst yakışıklı bir genç suçu oluşturan ailenin içinde dolaşıyor. Metnin tüm erkekleri gibi polisler de safça elbette! Bütün delilleri bulup olayı çözemeyerek Türk polisi klişesine yeni bir değer katıyorlar.

Diziye son bölümlerde dahil olan temiz yüzlü yakışıklı Sezgi Mengi ise belli ki Bahar ve Ateş aşkının başına belalar açacak gibi duruyor! Akademisyen bir gencin karşılıksız aşk sonrası girdiği bunalımı mükemmel bir performansla canlandıran genç oyuncu, sadece iyi çocuk değil psikopatı da temiz ve yalın bir performansla canlandırarak dizi ve sinema dünyasına gizliden göz kırpıyor. Bir sürü bağırış çağırış içinde doğal, minimal ve dengeli performansıyla olduğu sahneleri de rahatlatıyor. Oyuncunun başarısı bir yana Onur’un her an bir kötülük yapacak beklentisi bir türlü gerçekleşmediğinden henüz metne neden gerekli olduğunu açıklayabilmiş durmuyor ne yazık ki. Ancak yine de ileriki bölümler için işlevine gerekçeler verecek ipuçlarını dağıtmaya devam ediyor.

O Hayat Benim’in yeniden kazandığı ivmenin devam etmesini diliyor ve Efsun’un diliyle ‘selametle beybisi’ diyerek bitiriyoruz…