Şenay Tanrıvermiş

13 Şubat 2025

Elektrikli sandalye için elektrik yok

Elektrikli sandalyeye bağlı bir mahkûmun deliryum eşiğinde olduğunu imleyen jest ve mimikleri sorduğu akıllı ve derin sorularla çatışma yaratıyor. Bir tür ‘bilge deli’ imgesi tam olarak hangisi olduğunu ifşa etmeden karakteri bıçak sırtı kaygan bir çizgide tutuyor

Boa Sahne geçen sene ‘Tarihte Yaşanmamış Oyunlar’ adlı oyun ile seyirciyi pek çok genç yetenekle buluşturmuş ve her biri için şanslı bir başlangıca vesile olmuştu. Bu sezon ise Bulgar yazar Alexandar Sekulov’un iki kişilik oyunu ile daha minimal ve yakın mercekten bir metni işlemeyi tercih ediyor. Oyunun salt ismi bile daha oyuna girmeden şiddet pornografisinin eğlenceye döndüğü bugünler için katmanlı metaforlar eşliğinde pek çok göndermeye neden oluyor. Sahnedeki tek dekor olan ‘elektrikli sandalye’ gerçek hayattan alınan yegâne ‘şey’ olarak aslında bir metaforun büyütülmesine ve bu büyütmenin tüm anlam katmanlarını açacak şekilde işlenmesine olanak sağlıyor.

Oyunu Türkçeye çeviren ve yöneten Bilge Emin’in yakın plan tercihi hem seyir pratiğini hem de aslında oyuncular açısından performans niteliğini direkt etkiliyor. Neredeyse ‘close-up’ fotoğrafçılığı çağrıştıran makro lenslerle oyun izleme pratiği elbette gerilimi arttırıyor. Çünkü infazı bekleyen ile infaz edecek olanın etrafında toplanan seyirci adeta olay yerini dikize gelen tanıklara dönüşüyor. Işık Tasarımını üstlenen Ammar Özçelik, alternatif ışık kullanımı ile hareket planına senkronize bazı anlar bindirerek sinema diline yakın ‘dondurulmuş pozlama’lar ile anlamı salona mühürlüyor adeta. İki karakterin özgürlük üzerine tartışmaları sırasında akan, donan, kararan, aydınlanan ve yer yer altı çizilen enstantaneler büyük oranda doğru ışığın aktif kullanımıyla kotarılıyor hatta ‘an’ ve ‘anlam’ kalıcı kılınıyor. Böylece Yönetmen Bilge Emin metnin durağanlığını diyalektik tartışmalarla yükseltiyor ve mantığın yanılgısından kaçınamayan insan soyunun en büyük hayal kırıklığının ise kendisi olduğunu usulünce görünür kılıyor ve iyi ki göze sokmuyor.

Elektrikli sandalye için elektrik yok. Özgür iradesini tamamen kaybeden birinin dahi bir miktar kendini ve doğrularını dayatma ve kabul ettirme inadı ayrıca şaşırtıyor, saygı uyandırıyor şüphesiz. Çünkü mahkûmun sorduğu çetin sorulara cevap yetiştiremeyen infazcının hareket alanı ilginç bir şekilde çok daha fazla daralıyor. Böylece bedenin hapsedilmesinden ziyade aklın işgal edilmesinin kişiyi nasıl çaresiz ve çıkışsız bıraktığının altı çiziliyor. Üstelik suçlu kim, suçu nedir, infaz yetkisi haklı olabilir mi gibi adalet kavramını farklı cephelerden ele alan metin cevap yetiştirmenin kalıp yargılarla imkânsız hatta gülünç olduğu gerçeğiyle seyirciyi yalnız bırakıyor.

Aytekin Atabey ve Gökay Müftüoğlu’nun dengeli performanslarıyla gerçeğin tekliği ve çokluğu, üstünün örtülmesi ya da ifşasının olasılıkları tartışılıyor. Birinin sahnede tamamen stabil diğerinin ise neredeyse hiper aktif bir tempodaki varlığı belki de oyunun temel derdini somutlaştırıyor; Bedeni tutsak almak aklın iflasına değil çok daha yoğun ve güçlü bir savunma sisteminin inşasına neden olabilir. İktidarların iki dudağı arasındaki ölüm kalım kararlarının kolaylıkla alındığı böylesi zorbalık anlarında insanlar korkudan sessiz kalsa dahi oyun süresince seyirci gerçekliğin kırılmasına defalarca tanık oluyor. Böylece gerçeklik ve doğruluk yerle yeksan olurken oyun bitiyor ki, Elektrikli Sandalye İçin Elektrik Yok oyunun mahareti ve alameti farikası da duruma teşhis koymak yerine teşhisleri teftişe çıkmak gibi duruyor zaten…