Şenay Tanrıvermiş

14 Aralık 2019

Bir kadın kaç kere ölür?

Bir kadın kaç kere öldürülürse öldürülsün bazı kadınlar hiç ölmüyor ve her gün bir kez daha diriliyorlar

"Yaralarım Aşktandır" adlı oyun tek kişilik dev kadrosuyla Füruğ Ferruhzad'ın yaşamı üzerinden baskıcı İran toplumunda kadın olmanın aslında olmamak olduğunu anlatıyor. Ne yazık ki çok tanıdık bir mesele ve bu yüzden ilk dakikasından son anına kadar özdeşleşmesi kolay ancak sert, ağır ve derin bir yaşam öyküsüyle izleyicinin yüreğini sızlatıyor, boğazını düğümlüyor. Sözünü esirgemeyen, kadın bir sanatçı olunca tüm sistemin kenetlendiğini ve alkışlanması gereken cesaretin utanca dönüştürüldüğünü dahası baş kaldıran bir kadının ölüsüne dahi tahammül edilememesini görmek üzüyor.

Fürüğ'un aşk, sanat, var oluş ve annelik mücadelesindeki dışlanmışlığı şairane bir üslupla, hiç bağırmadan ancak sözünü esirgemeden derin bir damardan enjekte ediliyor. Yazar Şebnem İşigüzel şairin yaşamından büyük ve sarsıcı bir trajedi yaratmak yerine 'sanatçı' ve 'kadın' olma çelişkisini merkeze koyuyor. Yönetmen Berfin Zenderlioğlu ise 'göstermek' ve 'anlatmak' tekniklerinin her ikisini muhteşem bir dengede tutarak asude sahne trafiğiyle nefis bir matematik geliştiriyor. Anlatma ve gösterme yöntemini iç içe geçirerek gerçekçi öğelerle dramatik öğeler birbirine nüfus ediyor. Böylece inkar edilmesi olanaksız Nazan Kesal aurası metnin önüne geçmiyor ve metne hizmet ediyor. Çünkü Kesal bazı sahnelerde anlatıcı bazı sahnelerde canlandıran kişi olarak metnin içine giriyor, dışına çıkıyor, berisinde dolanıyor. Bu basit gibi görünen zor dengede söz değil mana büyüyor! Metin bir nefes daha büyütülse ki Nazan Kesal bunu mükemmel yapacak star ve oyunculuk maharetlerinin hepsine haizken Füruğ tüketilecek, sömürülecek ve aslında çok daha sarsıcı bir katharsisle seyirci de anlık tatmin yaratacaktır.

Çok şükür ki yönetmen kolayına kaçıp daha fazla alkış için daha az bir Füruğ'a yeltenmiyor. Sloganlaşmış şiirlerinden göz yaşı damıtmıyor mesela. Sahnenin ortasında tavanda ve yerde tam bir simetri oluşturmayan eğreti bir yapı var ve odaklanılamayan eğretilik aslında Füruğ'un bu dünyada eğreti otu gibi bir yere oturtulamadığını, yakıştırılamadığını kısacası şu koca dünyaya sığdırılamadığını nakış gibi işliyor. Ortadaki musalla taşı bir sağa bir sola, öne arkaya dönüyor, dolaşıyor ama sahnenin merkezini bir türlü bulamıyor. Ne de olsa musalla taşında kendi ölümünün anlatıcısı ve cesedinin yıkayıcısı olan bir kadını toprağa layık görmeyip gömmek istemeyenler bir kadını yaşarken ve öldükten sonra defalarca öldürmeye devam ediyorlar. Dolayısıyla perspektif duygusu yaratan ancak yamuk bir alan derinliği oluşturan sahne Füruğ'un arafta geçen ömrüne uygun tertemiz bir estetik oluşturuyor.

Fürüğ aracılığıyla bir iklim, bir dönem, bir coğrafya tanımlanıyor ve ikonlaşmış şairin simgeledikleri, anımsattıkları ve çağrıştırdıklarının tümüne ve hatta geleceğe selam veriliyor. Böylece "Kuş ölür, sen uçuşu hatırla" dizeleriyle susturulana, bastırılana, itilene cesaret veren Füruğ sahnede yüreklendirmeye devam ediyor. Ataerkil toplumun sembolize iktidar odakları baba, koca ve mollalara karşı durulabileceğini örnekliyor. Bir kadın kaç kere öldürülürse öldürülsün bazı kadınlar hiç ölmüyor ve her gün bir kez daha diriliyorlar.  

 
Füruğ Ferruhzad