Semra Somersan

23 Haziran 2020

Çıplak hayat

İsterseniz ayağınızda tokyolar, şöyle bir kapı dışarı, sokağa doğru göz atabilir veya üç sokak ötedeki dostunuza uzaktan merhaba diyebilirsiniz. Ama benden sizi uyarması, fazlasına yeltenmeyin

Seyahatlerin, herkesi imrendirecek Uzak Doğu, Tayland, Bali, Maldiv adaları sahillerinin, Tokyo, Paris, Londra ve New York meraklarının sonu geldi sanırım. Gelmek zorunda. Ya aklınız başınızda, sağlığınız yerinde; evinizde, pencere ve balkondan öte kıpırdamayacaksınız ya da tarih, deniz, güneş, yeni elbise, çeşitli elektronik eşya, şık marifetli bavul peşinde koşarken, bir anda, nere olduğunu bile kestiremeyeceğiniz bir odada birilerinin elinden ilaç içmeye razı olacaksınız. Paranız yeterse... Yoksa sokağın sakin bir kıyısına sığının bence.

Biletini alıp Maximillian Üniversitesi'nde siyaset biliminden doktora yapan oğlanın yanına, Londra'da Kraliyet Bale Okulu'nda tahsil eden kızınıza ya da canınız çektiğinde, arkadaşınızın Kaş'taki evine misafirliğe gitmek tarih oldu. Samos adasında akşam sefasını birlikte yaptığınız dostlar, Girit'te sevgili dünürleriniz güzel yemekleri ile sizleri bekleyedursun, siz Diyarbakır, Mardin, Siirt, İstanbul, Ankara, Mersin, Elazığ veya Adana ya da Şırnak veya Bingöl'de, (81 ilin hepsini saymayım artık) hapissiniz. Unutmayın HA-PİS.

Evet, Osman Kavala (18 Ekim 2017'den beri) ile Ahmet Altan'ın (23 Ekim 2016'dan beri) tutulduğu Silivri gibi, Figen Yüksekdağ (5 Kasım 2016'dan beri ) ile sevgili gazeteci dostum Gültan Kışınak'ın (6 Kasım 2017'den beri ) çarnaçar mekan edindiği Kandıra veya eski başkan Selo'nun (4 Kasım 2016'dan beri) tutulduğu Edirne misali gibi hapis değil, ama ister inanın, ister inanmayın; hapissiniz. Bir tür hapis. Belki "sağlık işkencesi" demeyi tercih edersiniz. Bilmiyorum.

Sadece bu yaz boyunca da değil. Aklınız varsa, Almanya'da mezbahadan daha geçtiğimiz hafta sonu yayılan SARS-CoV-2'ye, Meksika'nın Meksiko kentinde hâlâ çok yüksek ve yükselmekte olan Covid - 19 hastalığına, yakılmakta olan ölü sayılarına, Brezilya veya dünyanın çok çok başka çeşitli kentlerine bakarak niye kendi hapsinizde olmanız gerektiğini belki hatırlarsınız. Hiç olmazsa o, bu hükümet değil, kendi varlığınız için kendi hapsiniz. Kendi özel cezaevinizde. Ne kadar şanslısınız bilin.

Hayatımızdan kolay yok olmayacak Koronavirüs'e karşı gerçekten önlem olabilecek bir aşı bulunup, buralara ithal edilebilene (inşallah çok pahalı ve çok geç olmaz da herkes yaptırabilir), siz de aşı olabilene kadar -kaç zaman söylemeyim- ama epey bir süre daha hapissiniz, hapis olmanız gerekir.

Ya da eğer "aşı istemezük"çülerin sülalesindenseniz, veya aşıya inanmıyor, bazıları gibi komplo olarak görüyorsanız, ne demeli, "Tanrı sizi korusun".

Ama eğer Tanrı ile özel bir anlaşmanız, uyumunuz yoksa onun için gerekli olduğu söylenen ritüelleri yerine getirmiyorsanız, vay halinize: Sonra bir baktınız, memlekette artık test de yapmayacaklarmış. O zaman hastaneyi de unutun.

Kısacası, sokaktan, lokantadan, havaalanından veya otobüs veya demiryolundan, çarnaçar yatağınıza varacak yollar çok çok kısaldı. Umarım evde size bakacak, aç kalmamanızı ve gerektiğinde oksijen sağlayacak birileri bulunur.

İsterseniz ayağınızda tokyolar, şöyle bir kapı dışarı, sokağa doğru göz atabilir veya üç sokak ötedeki dostunuza uzaktan merhaba diyebilirsiniz. Ama benden sizi uyarması, fazlasına yeltenmeyin.

İstanbul'a hiç imrenmeyin. Bilebildiğimiz, yani, Sağlık Bakanlığımızın, Cumhurbaşkanımızın bize söylemeyi uygun gördüğü kadarıyla, vakaların yüzde 60'ı hâlâ İstanbul'da. Diğer 40 şehirde de durum parlak değilmiş. ("Nerden çıkardın?" diye sormayın. Maskesiz sokağa çıkma yasağından, tabii ki.)

Üç tane havalimanı olmuş olan bu kente, çok müthiş ve hoş olsa da nasıl ödeneceği meçhul üçüncü limana gitmeyi denemeyin bile. Benden size naçizane tavsiye. Evet çook büyükmüş. Mimarisi enteresanmış, evet. Bayıldığınız AVMlerden daha güzel ve çok bol, şık dükkan varmış. Taksim'den kalkan otobüsler sayesinde taksiye binmek zorunda değilmişsiniz, ve yolculuk "o kadar da uzun sürmüyormuş". Ben bilmiyorum. O taraflara hiç gitmedim. Daha bir süre de benden umut yok; sağlığımla birlikte evimde oturmayı yeğliyorum. İkicik kediciğim ile birlikte.

Felsefe, sosyoloji ve siyaset kuramının önemli düşünürlerinden İtalyan Giorgio Agamben, içinde yaşadığımız çağın özelliklerinden söz ederken istisna halinin (olağanüstü hâl) artık gündelik hayatın bir parçası olduğunu yazmıştı (State of Exception, 2005). 17 Mart 2020'deki bir makalesinde, İtalya'da vaka sayısının 31 bin, ölüm sayısının 2,503 e yükseldiği günlerde, "Ülkeyi felç eden panik dalgasının gösterdiği ilk şey, toplumumuzun artık çıplak hayattan başka bir şeye inanmadığıdır" demiş ve eklemiş: "Hayatta kalmak, yaşamak ile aynı şey değildir".