Semra Somersan

07 Temmuz 2020

Buluşamamak: Müslüman kadınlar - Kemalist kadınlar

Zaman artık sadece kadınlar, hatta insanlara da değil tüm canlılara ve doğaya nazikçe, şefkatle, dikkatle, birbirini anlamak için bakmak, ilişki kurmak, ve bunları başarabilmek için çok çalışmak, çok çok çabalamak zamanı

AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin biraz sert (bence) -hiç olmazsa muhaliflerine- ama, aynı zamanda iyi eğitimli, dirayetli ve akıllı bir kadın. Üstelik hazır cevap ve güzel konuşuyor. Acaba özelinde "üstleri" var mıdır; yani kendini, onlara karşı dik durmaya veya tam tersi zoraki "evet" demek mecburiyetinde hissettiği "zaman" geldiğinde, gerektiğinde "hayır" diyebilir mi? TBMM'nin "kamu alanındaki" tavrını o bağlamlarda da sürdürebiliyor olmasını isterdim. Özel hayatını/durumlarını bilemem; şahsen hiç karşılaşmadım, konuşmadım.

Epeydir dikkatimi çekiyor. Bazen TBMM'de bir konuda görüş açıklarken veya karşı partililere söz söylerken birilerini azarlayıveriyor veya geçen hafta olduğu gibi, kızgınlıkla, bence Türkiye'de kadınların konumu hakkında pek de doğru olmayan bir bilgi veriyor. Doğru olmayan bence, çünkü kim ne derse desin, hangi CHPli karşı çıkarsa çıksın, 1987'de Duygu Asena'nın saptamış olduğu şey 2020'de de hâlâ doğru: Türkiye'de bugün hâlâ, "kadının adı yok!"

Meclis'e toplam 600 milletvekili var; bunlardan sadece 94'ü (yüzde 16) kadın! İnsaf.

Bu son dönem Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 291 milletvekilinden 54'ü kadın (yani yüzde 18.56). Aynı sayılara CHP içinde bakınca 138 milletvekilinden sadece 17'sinin (yani yüzde 12.32'si) kadın olduğunu gördüm; ayıp etmiş CHP. Bu bağlamda nisbeten başarılı olan ise HDP. Toplam 58 milletvekili var, bunlardan 23'ü kadın (yüzde 39.66).

Yanlış bilgilerden biraz incinirim ama bu herkesin başına gelebilir; kendim de çok ve sık hata yapabilen bir insanım, maalesef. Yanlış bilgi, Zengin'i takdir etmemi engellemiyor; eminim benzer tavırları olan başka kadın milletvekilleri gelip geçmiştir Meclis sıralarından (ve tabii ki, çok çok daha fazla sayıda erkek). Mehmet Y. Yılmaz'ın T24'te 29 Haziran'da yayımlanan "Kamu kesiminde 'kadının adı yok'" başlıklı yazısında istediği bilgileri vermiş mi bilmiyorum (AKP iktidara geldikten sonra kamu kesiminde çalışan kadın sayısı). Her halükarda kendisi ile tanışmak, alt/üst demeden, eşit koşullarda konuşmak isterdim.

Meclis'in sitesine baktım (tbmm.gov.tr): Zengin, 1969 doğumlu ve Tokat milletvekiliymiş. Entellektüel bir kadın sanıyorum. 1990 yılında İstanbul Hukuk'u bitirip bir yıl ABD'de yaşamış. Türkiye'ye döndükten sonra öğretmenlik yapmış, sonra Kanal 7'de "Hayatın İçinden" isimli bir program ile birlikte serbest avukatlık hayatını sürdürmüş. AKP'de çalışmış. 2011 yılında Marmara Üniversitesi'nde yaptığı master tezini okumadım ama başlığı önemli ve ilginç bir çalışma olduğunu düşündürüyor: "Yüksek Yargı Kararları Işığında Din ve Laiklik Algısındaki Sosyolojik Değişim". Akit gazetesi köşe yazarlığının ardından çeşitli kadın derneklerinde çalışmış (İKAMER, KADEM, BEYAZ EL). İyi derece İngilizce biliyor ve 3 çocuk annesi. Ayrıca Ticaret Üniversitesi Mütevelli Heyeti'nde.

Bu kişilik özelliklerine, becerilerine ek, entelektüel bir Müslüman kadın olunca, bir kısmı Kemalist olan kadınlar ile karşı karşıya gelmesi, ister istemez, onlarla epey zıtlaşması kaçınılmaz. Farklı kuramsal paradigmalar içinde doğmuş/yetişmiş bilimciler gibi birbirlerini anlamaları, kabul etmeleri ortaklaşabilmeleri zor, hatta belki tamamen imkansız (fizikçi ve bilim tarihçisi pirimiz Thomas Kuhn böyle der).

Kemalist kadınlar kuşağı iyi okumuştur, hoştur, çalışkandır, dernekler kurar, cemiyetlere girer, Avrupa standartlarında şıktır ama müthiş dogmatiktir. Onların "doğru"ları ve "yanlış"ları vardır. Bunlar asla değişmez. Ne tür, nasıl bir kadın görürseler görsünler onu hemen kendi kalıplarına uygun şekilde metamorfoza uğratmak isterler. Becerikli ve bilgilidirler ama konu "modern Türk kadınlığı"na gelince kendilerinden başkası yoktur (hatta tercihan, "olmamalıdır" da). (Buna rağmen ev işlerinin çoğunu üstlenir, eşleri ile paylaşmayı pek akılarına getirmezler, çoğu). Onları değiştiremezsiniz; dedikleri dedik, yaptıkları yaptık, yeniden eğitilmeleri ise pek kolay değildir.

Yıllar önce, 1980'lerin ikinci veya 1990'ların ilk yarısı olmalıydı. Şimdi yerinde, dışı, eşkenar dörtkenler ile bezenmiş yarım bir küre gördüğüm, yıkık AKM'nin güzel konser/tiyatro salonlarından birinde, her türden kadını içeren bir kadın konferansı veya her ne idiyse, epey epey karma ve çok çeşitli katılımcıları olan bir kadınlar toplantısı yapılıyordu. Belki amaç hep birlikte "Türkiye'de kadın hareketlerini" değerlendirmek hatta belki "bir uzlaşma mümkün mü" araştırmaktı.

Salon her tür aidiyet, niyet ve dernekten, hepsi kıpır kıpır kadınla dolu. Kemalist, solcu, devrimci, türbanlı, feminist, antifeminist, liberal Müslüman ile liberal olmayan Müslüman, solcu feministler. 1980'lerden kalmış her türlü sol-orta ve sağ grupların temsilcisi kadınlar... Ve tabii ki orta yaşlı Kemalist kadınlar... Hepsi orada... En net hatırladığım; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tepe yönetiminden, ikisi de üniversitede hoca, iki kadın (kim olduklarını çok iyi hatırlıyorum ama isim vermeyeceğim)...

Salonun yan tarafında, duvara bitişik merdivenlerde, kapalı giyimli, üniversite öğrencisi, Müslüman kesimden iki genç kadın, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yönetiminden iki kadın ve ben merdivenlerin orta yerinde, dar bir alanda tesadüfen birbirimizi bulduk. Konferans hakkında tatlı tatlı konuştuğumuzu sanıyordum ki birden iki hocadan birinin -hangisi emin değilim- genç üniversite öğrencisi Müslüman kadınların sorusu üzerine şu cevabı verdiğini işitiyorum: "Sen önce üstüne başını değiştir, başını aç, sonra akademide asistan olmayı düşün."

Merdivenle duvarın birleştiği noktada dibe doğru hızla buharlaşabilseydim keşke. Kaçmaya çalıştım beceremedim ve birkaç dakika daha merdivenlerdeki o boğucu ortamda durmak zorunda kaldım; iki Kemalist üniversite hocası ve iki genç geleneksel giyimli Müslüman kadınla.

Feminist kadınları giyim/kuşam konusunda daha bağnaz sanabilirsiniz. Benim bilgim ise tam tersi yönde. 1980'lerde ve 1990'larda ve hatta 2000'lerin başında feminist gruplara katıldım; onlarla pek çok eylem, çalışma yaptım, toplantılarına muntazam gittim, yürüyüşlerinde, protestolarında, siyahlı kadın ve düdüklü eylemlerinde hep vardım. Mor Çatı kurulurken, bir süre Harbiye'deki mekanındaki toplantılara düzenli gidip geldim. Kadın Kütüphanesi'ndeki pek çok toplantıya katıldım. Pazartesi dergisinin çıkış hazırlıkları sırasında hep onlarlaydım.

Oralardan bildiğim kadarını söyleyim. Feminist kadınlar, Müslümanlarla etmedikleri kavgaları Kemalist kadınlar ile ederler. Sanılanın tersine, hiç olmazsa onlarla beraber olduğum, eylemlerine katıldığım yıllarda, Müslüman kadınlarla sohbet eder ve/ya tartışırken, "başörtünü çıkar", veya "niye saçlarını örtüyorsun" veya "bu sıcak havada niye palto ile dolaşıyorsun?" dendiğini asla duymadım, tanık olmadım, ne de Türkiyeli feminist kadınların böyle yazılı ifadelerine rastladım.

Bilgi Üniversitesi'nde doçent olarak ders verirken YÖK bir ara kapalı kadınların üniversiteye ve derslere girişini yasaklamıştı. O dönem derslerimi alan bütün kapalı Müslüman kadınları farklı zamanlarda evime çağırmış, okulda yaptığım ve onların gelemediği dersleri, evimde çay "konferansları" ile tekrarlamıştım.

Saç-baş-kıyafet, kendilerinin özgür olduğunu düşünen, daha çok da, sanıyorum, 1900-1955 arası doğmuş Kemalist kadınların derdidir.

AKP milletvekili Özlem Zengin'e dönecek olursam... Kendiliğinden, iddiasız Müslüman kadın olmak ile (mesela köyde veya taşrada ilk/orta/lise bitirmiş, ötesi ile ilgilenmemiş bir kadın gibi) toplumda kendini bu kimliği ile savunmak, kabul ettirmek zorunda kalan veya topluma her halükarda meydan okuyan Müslüman kadın olmak epey epey farklı kimlikler ve kişilikler sanırım. Özlem hanımın durumunda olduğu gibi... AKM'deki toplantıda tanıştığım iki genç Müslüman kadın gibi... Okumuş, eğitimli, inançlı ama kamusal alanda o kimliği ile var olan, öylece kabul edilmek isteyen Müslüman kadınlar... Yıllarca Kemalist kesimin baskısından bıkmış-usanmış, kendi her ne ise o olmak, öylece çalışmak, yaşamak ve kabul görmek ve bunu, her an, her yeni karşılaşmada savunmak zorunda olmak istemeyen, fikirler üzerinden ilişki kurmayı talep eden birileri...

Değiştirilme, -devşirilmek değil, dilediğin gibi olmak, olduğun gibi kabul edilmek, sesini duyurabilmek, inandıklarını savunmak ve yapabilmek... Bütün isteğimiz, olmazsa olmaz koşulumuz. Benim de, eminim Özlem hanımın da, aynen AKM'deki Kadınlar Kongresi'nde iki genç kapalı Müslüman kadının da olduğu gibi...

Sanıyorum Kemalist kadınların (aslında sadece belli alanlarda olan- diğer tüm yerleri, tabii ki, erkeklerin kaplamış olduğunu biliyoruz) "iktidarı", 20. yüzyılın kapanması ile birlikte kısmen, erozyona uğradı. Zaman artık sadece kadınlar, hatta insanlara da değil tüm canlılara ve doğaya nazikçe, şefkatle, dikkatle, birbirini anlamak için bakmak, ilişki kurmak, ve bunları başarabilmek için çok çalışmak, çok çok çabalamak zamanı.