Batı felsefesinin temel direklerinden Sokrat, İsa’dan 399 yıl önce Atina’da, devlet tarafından tanınan tanrıları reddettiği ve gençlere yoz düşünceler aktardığı için ölüme mahkum edilmişti.
Baldıran otundan elde edilen bir zehiri içerek ölmesini gerekiyordu.
Götürüldüğü infaz yerinde ona zehiri veren açıklamıştı: “İçtikten sonra kalk gezin, önce ayakların hissizleşecek, sonra bacakların güçsüzleşecek. Öyle olduğunda yat, uzan... Sonun yakın demektir!”
Gerçekten öyle olduğunu, Sokrat’ın zehiri korkmadan içtiğini, ayakları güçsüzleşince ölmeye yattığında öğrencilerine bilgece sözler söylemeyi sürdürdüğünü biliyoruz.
Sokrat’ın mahkumiyetine üzülen, isyan eden öğrencilerinden birçoğu dayanamamış, gözyaşlarını tutamamış, hocalarının öldüğünü görmemek için kalkıp gitmişlerdi.
***
Sokrat’ı neden andık? Açıklayalım:
Çiğdem Toker geçenlerde Sözcü’deki köşesinde, Meclis'e verilen bir kanun teklifiyle ilgili olarak ”Ülkenin en eski ve kirli santralleri, nefes aldığımız havayı (…) iki yıl daha kirletmek istiyor. Çünkü yapmaları gereken yatırımları yapmamışlar. Teklif kanunlaşırsa bu santrallere yakın yerlerde yaşayan vatandaşlarımız toksik maddelerle dolu havayı solumaya devam edecekler” demişti. Sadece en eski ve kirli santraller mi zehirliyor bizi?
Birkaç gün önce İstanbul’da hangi semtte havanın solunum hastalıklarına yol açacak, bunları tetikleyecek oranlarda kirlendiğini anlatan haberler okumadık mı?
Bu yıl Şubat ayında Rusya Tarım Ürünleri Denetim Ajansı, Türkiye’den gönderdiğimiz 60 tondan fazla domatesle 23 bin ton portakalın Rusya'ya girmesine izin vermedi. Sokulmama gerekçesi, güve ve tahta ile beslenen "Siyah Ladin Barbel" adlı böceklerin bulunmasıydı. Ukrayna da 17.2 ton domatesi geri çevirmişti. Mart ayında 25 ton mandalina “Akdeniz Sineği” bulunduğundan Rusya’dan geri geldi. Nisan ayında bu ülkeye ihraç etiğimiz 39.5 ton domates ve 20.3 ton çilek benzer gerekçelerle iade edildi.
Mayıs? Mayısta da Türkiye’den giden 20 ton çilek ve kayısı, zararlı böcek bulunduğu için kabul edilmedi.
İhraç ettiğimiz tonlarla sebze ve meyve geri yollanınca kamuoyunda bunların eninde sonunda Türk pazarlarına verildiği kuşkusu uyanıyor. Sonra, yabancı ülkelere yollananlarda bulunan zararlı maddelerin, böceklerin, iç pazardan aldıklarımızda bulunup bulunmadığını da kuşkuyla sorguluyoruz.
Bu haberleri okuyunca aklımıza, Kocaeli Üniversitesi'nden Prof. Onur Hamzaoğlu’nun, çevre kirliliğinin doğmamış bebekleri bile zehirlediği Dilovası’nda annelerin ilk sütünde ve bebeklerin dışkısında Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınırın üzerinde ağır metal bulunduğunu kanıtlayan araştırması geliyor. Onur Hoca, bu nedenle Üniversitesi ve Belediye Başkanlığı tarafından suçlanmış, cezalandırılması için girişimlerde bulunulmuştu. Soruşturmalarla, yargılamalarla uğraşmakla geçti yılları; “Böyle bir kirlilik yok” deniyordu, "şarlatanlık”la suçlanıyordu. Sonra? Açılmış davaların tümünü kazanmış, haklı olduğu anlaşılmıştı.
Her gün basının yerlisinden de yabancısından da soluduğumuz havayla, içtiğimizle, yediğimizle bedenimize giren zararlı maddelerin yaşamımızı nasıl etkilediğini anlatan yeni ve tüyler ürpertici bilgiler ediniyoruz.
* * *
Sokrat "devlet” tarafından tanınan tanrıları reddettiğinden zehirlenmişti. Hangi tanrılardı onlar? En büyükleri; Titan Kronos'un oğlu Zeus’un dünyayı Olimpos Tepeleri’nden yönettiğine inanılır, onlara adaklar adanır, kurbanlar kesilir, her medet onlardan umulurdu... O tanrılara, yarı tanrılara inanan kalmadı bugün.
Binlerce sene sonra zamanının en bilge insanlarından biri olan Sokrat’ın doğruyu söylediği halde, kendi dediklerinden başka türlüsünün olamayacağını ileri süren, başka türlüsünü söyleyenin öldürülmesini vacip bulan künt kafalılar tarafından yok edildiğini biliyoruz.
Peki Sokrat ondan yittiydi de şimdi biz hangi tanrıya, hangi geçerli kurala uymadığımız için zehirleniyoruz?
Bu sorunun doğru cevabını, ayaklarımız uyuşmadan, bacaklarımız güçlerini yitirmeden bulamazsak geleceğimiz bulanıktır.
Aslında yürürlüğe konmuş kurallara uymadığımızdan değil, o kurallara oylarımızla, söylemlerimizle uymuş olduğumuzdan, yeterince direnemediğimizden bunlar geliyor başımıza!