Selçuk Erez

26 Nisan 2021

Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin yararı

Bir sürü gerekçe üretip farklı davrananı, oturup kalkanı, farklı giyineni, farklı şivelerle, dillerle konuşanı, Ermeni'yi, Kürt'ü, Rum'u, Yahudi'yi, velhasıl akla gelen her azınlığı tüketmeye, gidermeye çalışmak değil, onları bu ülkede insan gibi yaşatıp katkılarıyla görüş ve kavrayışımızı zenginleştirmenin yolunu tutmak gerekir

Gabriel Garcia Marquez, "Zehirlenmiş on yedi İngiliz" adlı öyküsünde anlatır: "Senora P. Linero'nun Napoli Limanı'na vardığında fark ettiği ilk şey, burada da tıpkı Riohacha Limanı'ndaki gibi bir koku olduğuydu. Tabii bundan hiç kimseye söz etmedi, çünkü savaştan sonra ilk kez ülkelerine dönmekte olan Buenos Airesli İtalyanlarla dolu bu eski transatlantikte kimse anlamazdı bunu...

Yıllar sonra ana vatanlarına dönmekte olanlar, Senora Linero gibi Napoli Limanı'nın pis koktuğunu fark edememişlerdi. Neden? Çünkü geçmişleri, anıları, duyguları, Senora Linero'nınkilerden çok farklıydı.

Sayısı ne olursa olsun azınlıklar -bu olayda olduğu gibi bir tek insanla temsil edilseler bile- çoğunluğun göremediği, kavrayamadığı gerçekleri kavrayabilir, dışlanmadıklarında, söz hakkı tanıldığında birçok soruna başka açılardan da bakılabilmesine ve bu nedenle konuların daha iyi değerlendirilmesine katkıda bulunabilirler.

Bitirmekte olduğum bir kitap için birçok eylemci vatandaşımızın yaşam öyküsünü dinledim; bu gerçeğin, sadece bu memlekette yaşayan farklı etnik kökenli, değişik din ve mezhepten olan insanlarımız için değil, Osmanlı Devlet'i ufaldığında dönmüş gelmiş göçmenlerimizin oluşturdukları azınlık grupları için de geçerli olduğunu farkettim:

Buranın gelenek ve görenekleri, göçmenlerin geldikleri yerlerdekinden çok farklıydı.

Göçmenlerin, farkları, giyim, kuşam ve şivelerinden ibaret değildi: Muhacirler -bazen haklı, bazen de yanlı olarak- kendilerinin yerlilerden daha çok şey bildiklerine inanırlardı.

Reşat Nuri Güntekin, Anadolu Notları kitabında, kocası, büyü yapılarak başka bir kadına aşık edilmiş İzmirli bir kadının öyküsünü anlatır. Büyüyü, komşusu Mora muhacirlerinden bir kadın bozar. Reşat Nuri, bu büyü bozan kadını şöyle tanımlar: "Anadolu büyülerine pek bel bağlamazdı. Kendisi bu noktada garip bir Rumeli gayreti güder, kendi memleketinden başka yerde iyi büyücü yetişmeyeceğini söylerdi..."

Göçmenlerin giyinişleri, şiveleri, çeşitli adetleri, yerlilerin tepkisine, bazen de onları aşağılamalarına yol açıyordu: Yeni gelenlere "macir", "yarım Türk", "gavur dölü", "gavurdan dönme" diyorlardı.

Ancak bu "gavur dölleriyle"," Yarım Türk"lerle konuştukça onların kendilerini, iki kuşak, üç kuşak geçtikten sonra bile çoğunluğun kapıp sürüklediği akıntılara kolay kolay kaptırmadıklarını, konulara değişik açılardan bakabildiklerini fark ettim.

Azınlıkların varlığının, bir yerde düşüncenin özgünlüğüne, sorunlara yaratıcı çözümlerin üretilmesine katkıda bulunabildiklerini yansıtan bilimsel çalışmaların sayısı çoktur.*

Öyleyse bir sürü gerekçe üretip farklı davrananı, oturup kalkanı, farklı giyineni, farklı şivelerle, dillerle konuşanı, Ermeni'yi, Kürt'ü, Rum'u, Yahudi'yi, velhasıl akla gelen her azınlığı tüketmeye, gidermeye çalışmak değil, onları bu ülkede insan gibi yaşatıp katkılarıyla görüş ve kavrayışımızı zenginleştirmenin yolunu tutmak gerekir.



* Crano WD, Seyranian V: How Minorities Prevail . J, of Social Issues, Vol. 65, No. 2, 2009, ss. 335--363