Yapıtın, Türkiye’den New York’taki Uluslararası Sanat Fuarı’na getirilmesi kolay olmadı; Kennedy Hava Alanı’ndan sergi binasına taşınması, dünyanın en büyük TIR’ından indirilip sergileneceği alana götürülmesi için bir çok vinç kullanılması gerekti.
Serginin açılışından dört gün önce sanat eleştirmenleri fuara davet edildiler: Her yıl öyle olurdu: Önce önemli sanat eleştirmenleri gelir, görüşleri, eleştirileri dünyanın kalburüstü gazetelerinde, dergilerinde yer aldıktan sonra kapılar halka açılır, en son günde de eserler dünya çapında bir müzayede düzenlenip satılırdı.
* * *
Her kıtadan gelmiş çok sayıda eleştirmen kapıların kendilerine açıldığı gün yapıtları irdelemek, not almak için salonlara dağıldılar.
Eleştirmenler, Türkiye’den gelen "Dünya’nın en büyük tablosu"nun bulunduğu salona vardıklarında, oraya, diğer yapıtların bulunduğu yerlere girdikleri kadar kolay giremeyecekleri, ancak ayrıntılı kimlik saptanması ve yoğun bir şekilde üst aranması sonucunda içeri alınacaklarını öğrenince bir kısmı caydı. Caymayanlar salona girdiklerinde eserin iki yüz polis tarafından korunmakta olduğunu gördüler: Dünya’nın en büyük eserini ancak 25 metreden fazla bir uzaklıktan izleyebileceklerdi.
Eleştirmenlerden görevli sandıkları kimselere koşan ve "Biz bu kadar uzaktan ne görür, ne anlarız?" diye soranlara, "Siz boşuna yorulmayın; hepinize önceden itina ile hazırlanmış resmi eleştirilerimizden birini veririz. Siz de bir kaç satır eklersiniz; olur biter!" dediler. Pek yaramadı. Eleştirmenlerden bazısı bütün bu engelleri, "Dünya’nın en büyük tablosu"na müze müdüründen aldıkları teleskoplarla bakıp aşmanın yolunu buldular.
Bu engel tanımayan eleştirmenlerin düşünceleri gazetelerde yer aldı. Bir eleştirmen şöyle diyordu:
"Büyük, ucube bir bina... Merdivenlerinin her basamağında acayip giysili figürler sıralanmış bakıyorlardı: Sanki büyük bir katedralin koro üyeleri, kendilerini taşıyan otobüsün buzda kayıp devrilmesi sonucunda kiliseye değil hastaneye götürülmüşler de ayinde yerlerine müzikten pek anlamayan zangoçlar şarkı söylemek zorunda kalmışlar gibiydi."
Norveçli bir eleştirmen, "Bu tabloda bol yaldız var ama renk ahengi, uyum, yok, daha çok yeteneksiz ressamların beyin yumuşatan ilaçlardan bol yuttuklarında görkemli bir şey yapacaklarına inandıkları halde ortaya çıkan ağlanası resimlere benziyordu" dedi.
Başka bir eleştirmen: "Hiç bir usule, kurala uymuyor. Merdivenlerde sıralanmış tipler, karlı, buzlu bir havada doğal bir sıcak su kaynağı bulmuş, içine girip mıyışmış Japon maymunlarını andırıyorlar."
Yapıtı göklere çıkaran yoktu ama dağıtılan resmi ve broşürlerdekini andıran sözleri aktaran bir kaç eleştiri vardı. Beğenmeyenlerin bir bölümü de düşüncelerini diplomatça ifade etmeye çalıştılar, "We are much concerned" yani "Çok endişelendik" dediler...
Eleştirmenler ısrarla sormuşlardı: "Bu yapıt hangi sanatçının eseridir? Tablonun adı nedir?"
Sadece tablonun adının " Çağdaş Türkiye" olduğunu zar zor, araya bir sürü insan sokarak öğrenebildiler. Dünya’nın en Büyük Tablosu’nun ressamının, tablo ancak en büyük ödülü kazanırsa açıklanacağı söylendi.
* * *
Sergi sonunda tablo maalesef hiç bir ödül kazanmadı ama dünyanın parası harcanarak geri taşınması da gerekmedi. Çok zengin biri, bunu New York’taki işyeri için satın aldı.
"Kimmiş bu dünyanın en büyük çağdaş Türkiye’sini satın alan?" diye sorduklarında onun "Bir Katarlı" olduğu öğrenildi.