Selçuk Erez

14 Aralık 2021

Baskıcı rejimlerde bilim kuşa döner!

Tercih edilen bir dünya görüşü ya da başka çıkarlar için bilimle çelişen yolları izlemek, yıkıcı sonuçlara yol açıyor

Quacquarelli Symonds (QS), yüksek öğretim kurumlarının değerlendirilmesi konusunda uzmanlaşmış bir Birleşik Krallık şirketidir. QS Dünya Üniversite Sıralaması, Times Higher Education Dünya Üniversite Sıralaması ve Dünya Üniversitelerinin Akademik Sıralaması ile birlikte dünyadaki en önemli üç üniversite sıralamasın yapan kuruluştan biri olarak kabul edilir.

QS Dünya Üniversite Sıralamasında üniversiteler, çeşitli akademik kriterlere göre değerlendirilir: Akademik İtibar, kurumların hangi üniversite mezunlarını yeğlediği, öğretim üyesi / öğrenci oranı, önemli akademik yayınlarda bir üniversitenin öğretim üyelerinden yapılan alıntıların sayısı, uluslararası öğretim üyelerinin oranı, uluslararası öğrencilerin oranı gibi ölçütler kullanılmaktadır. Bu değerlendirmede "Akademik itibar" en fazla ağırlık taşımakta ve yükseköğretim alanındaki 130 binden fazla kişinin dünya üniversitelerinde öğretim ve araştırma kalitesine ilişkin uzman görüşlerini yansıtmaktadır.

QS in bu yılki sıralamasında, ilk sıralarda MIT, Oxford, Stanford, Cambridge ve Harward yer almaktadır. Bundan sonra Suudi Arabistan'daki Kral Abdülaziz üniversitesi 109 uncu, Beyaz Rusya'daki Devlet Üniversitesi 295'inci, Tahran'daki Sharif Teknoloji Üniversitesi 383'üncü ve Atina'daki Ulusal Teknik Üniversitesi 42' inci sıradadırlar. Bizimkilerin en iyileri olarak bildiğimiz Koç 511'inci, Sabancı 541'inci, İTÜ 701'inci Hacettepe de 801'inci sıradadır. Diğer üniversitelerimizin yerleri ise içimizi açmamaktadır.

Üniversitelerimizin uluslararası değerlendirme sıralamasında aldıkları yerler, uzun süredir yüksek öğretim kurumlarımızın üzüntüyle gözlediğimiz hallerinin objektif ifadesidir.

Türkiye'nin sorunlarına çare bulacak, ülkenin -cahilce atıp tutanların söyledikleri gibi değil de- gerçekten önemli düzeylere taşımasını sağlayabilecek bilim insanları, üniversitelerimizin çoğunda pek güç yetişir.

Neden mi? Çünkü bilim baskıyla bağdaşmaz da ondan! Örnek çoktur, biz sadece birini anımsayalım:

Rusya'da 1917 devriminden on yıl sonra, Trofim Denisoviç Lisenko adlı bir bitki uzmanı, bezelye tohumlarının düşük sıcaklıklarda daha hızlı çimlendiğini gözlemledi. Lisenko, bitkinin ısı değişimlerine esnek bir şekilde tepki verme yeteneğinin doğal bir özellik olduğunu düşünmek yerine, hatalı bir şekilde, düşük sıcaklıkların, tohumları kalıtsal özelliklerini değiştirdiği sonucuna vardı. Bu görüşü, kalıtım konusunda evrensel gerçeklerle, Mendel genetiğiyle çelişiyordu. Lisenko genlerin varlığına inanmıyordu.

O sıralarda Sovyetleri yöneten Stalin, Lisenko'yu Sovyet Lenin Tarım Bilimleri Akademisi'nin Direktörlüğü'ne atadı. Lisenko'nun düşünceleri, Marksist doktrinlerle benzeştiği için yöneticiler, kalıtımın insanlar arasında sınırlı bir rolü olduğuna ve sosyalizmde yaşayarak değişen insan özelliklerinin de sonraki nesillere aktarılacağına inanmayı tercih ettiler. Lisenko'nuin, geliştirilmiş mahsulun verimi konusundaki bilimsel olmayan araştırması, özellikle 1930'ların başlarında Sovyetler Birliği'nin çeşitli bölgelerinde ürün kıtlığı ve köylülerin kollektiflerde toplanıp çalıştırılmasından kaynaklanan verimlilik kaybının ardından diktatörün hoşuna gitmişti. Yönetim, Lisenko'yu eleştirenleri, yeni Marksizmin ilerleyişine direnen, dış güçlerle işbirliği yapan burjuva faşistler olarak kınadılar.

Lenin Tarım Bilimleri Akademisi, 7 Ağustos 1948'de Lisenkoism'in tek doğru teori olarak öğretileceğini duyurdu. Tüm Sovyet bilim insanlarının bu görüşle çelişen herhangi bir çalışmayı kınamaları gerekiyordu: Lisenko'yu eleştiren Sovyet genetikçileri hapsedildi ve hatta idam edildi.

Lisenko'nun eylemleri ve uygulamaları, milyonlarca Sovyet insanının ölümüne neden olan kıtlıkların oluşmasına yol açtı. 1958'den Çin Halk Cumhuriyeti'nde de Lisemnko yöntemlerinin benimsenmesi, 1959'dan 1962'ye kadar süren Büyük Çin Kıtlığına neden oldu.

Bu zırva akımın terk edilmesi ve gerçek biliminin ilkelerinin kabul edilmesi ancak 1964'te gerçekleşti. 

Görüyoruz ki bilim, baskıyla bağdaşmıyor. Bir diktatörlük rejiminde bilim kuruluşlarına yetkin olanlar değil de iktidara koşulsuz bağlı olanlar atandığından, terfiler buna göre yapıldığından, diğerindeyse diktatörün bilimle bağdaşmayan görüşlerinin desteklenip kah tarımın, kah ekonominin kuşa çevrilmesine izin verildiğinden ülkeler mahvoluyor. Bir diktatör bir kararname çıkardığı ya da yasa koyucular bir yasa çıkardığı için gerçekler değişmiyor. Tercih edilen bir dünya görüşü ya da başka çıkarlar için bilimle çelişen yolları izlemek, yıkıcı sonuçlara yol açıyor.