Tarihçilerin çoğu Rönesans'ın on beşinci yüzyılda başladığını kabul ederler: O yüzyılda insanlığın Orta Çağ'ın karanlığından sıyrılıp sanat, müzik, mimari ve hümanizma ile canlandığına inanılır.
529 da Atina'da bulunan Felsefe Akademisinin, Bizans imparatoru I. Justinianus tarafından diğer pagan okullarıyla birlikte kapatılması sonunda, önce Urfa civarına, sonra da Emevi ve Abbasi devletlerinin hükmettikleri coğrafyalara göç eden bilim adamlarının, eski Yunan filozoflarının eserlerini, gittikleri yerlerde yaşayan bilginlerle işbirliği yaparak Arapçaya çevirmelerinin, zamanla bu yapıtların Arapça'dan Latince'ye aktarılmasının, yüzyıllar sonra gerçekleşen bu uyanışın nedeni olduğu kanısı da yaygındır.
"Aslında durum bundan ibaret değil" diyenler de var. Böyle düşünenlere göre Rönesans'ın kültürel ve ekonomik canlanmasından yalnızca üst sınıf ve soylular gerçekten yararlanmış, köylüler, varsıl olmayanlar böyle bir uyanışı pek yaşamamışlardı.
Rönesansa yol açan ve hem varsıl, hem de yoksul halk kitleleri arasında önemli çapta yayılan uyanışın başka nedenlerini irdelemek, 2024 İlkbaharında gerçekleşen seçimin sonuçlarını daha iyi kavramamıza da yol açabilir.
Avrupa'da, Rönesans'ta, düşünce ve sosyal davranışta üst sınıflarla sınırlı kalmayan, çok daha geniş halk kitlelerini kapsayan bir değişim gerçekleştiğine göre Rönesansı kavramak için, bu olguya yol açan unsurları iyi irdelemek gerekir. Böyle davranıldığında 1347-1352 yılları arasında Avrupa'ya ulaşan ve nüfusun üçte birinin yok olmasına yol açan veba salgınının önemli bir neden olduğu anlaşılmaktadır.
14. yüzyılda Avrupa'da, Asya'dan gelip milyonlarca can alan bu büyük veba salgınının hayatın her alanını etkileyen önemli sonuçları olmuştur: Ekonomik ve siyasi değişimler gerçekleşmiş, feodal sistem sarsılmıştır.
Veba'nın getirdiği temel değişikliklerden biri, belki de en önemlisi, insanların dini tutumlarındaki değişimdir: Orta Çağ Avrupalıları, bu salgına kadar kriz zamanlarında Kilise'ye yönelirler, dinden medet umarlardı. Bu yaygın felaket sırasında halkın ihtiyaçlarına cevap veremeyen Kilise'ye olan güven önemli çapta sarsılmıştır.
Neden?
O zamana kadar dininin gerektirdiklerini uygulayanların dünyada huzurlu bir ömür süreceklerine, öldükten sonra cennete kavuşacaklarına inanan Orta Çağ halkı, salgın sırasında bu görevi eksiksiz yerine getirenlerin bile çocuklarının, yakınlarının acı çekerek can verdiklerini görmeleri, kiliseye, din adamlarına olan bağlılıklarının erimesine yol açmıştı.
Çok sayıda papazın ölmesi, ciddi bir din adamı sıkıntısı yaşanmasına da neden oldu. Kaybedilen din adamlarının yerini, bilgisiz ve deneyimsiz din adamları aldı.
Avrupalı Hristiyanların, din adamlarına olan güven ve itimatlarının azalmasının bir diğer nedeni de papazların salgın sırasında artan servetleriydi: Veba, kilise nüfusunu büyük ölçüde azalttığında, sayısı azalan ruhban sınıfının pek çok üyesi, bu fırsattan yararlanmış, hizmetleri için fazla ücret talep ederek kendi servetlerini katlama yolunu tutmuşlardı.
Ünlü yazar Giovanni Boccaccio, veba salgınının ardından rahipler tarafından gerçekleştirilen alelacele defin işlemlerini kınamıştır: "Bu ölüler ne gözyaşlarıyla, ne mumlarla ne de yas tutanlarla onurlandırılıyordu. Ölen insanlara, ölmüş keçilerden daha fazla ilgi gösterilmiyordu." Geleneksel olarak defin törenlerine ölen kişinin ailesi ve arkadaşları tanıklık ederdi ve yaşayanların da bu ritüellere katılmaları önemliydi. Bu kutsal hizmetlerin yerine getirilmemesi insanları çok rahatsız ediyordu. Avignon'daki bir tanık, benzer bir olaydan bahsetmiştir: "Hiçbir rahip ölmekte olanların günah çıkarmasını dinlemeye ya da onlara kutsal ayinleri uygulamaya gelmedi. Onlar sadece kendi sağlıklarıyla ilgileniyorlardı."
Floransalı bir yazar, Marchionne di Coppo Stefani, cesetlerin belirsiz bir şekilde bir çukura bırakıldığını, üzerlerinin toprakla örtüldüğünü, mezarların "tıpkı makarna ve peynir katmanları ile lazanya yapar gibi" üstüste yığıldığını söylemişti. Vebadan ölmüşlerin yakınları, sadece acılarını azaltan ritüellerden değil, aynı zamanda yitirdiklerini kutsanmış bir toprağa gömmekten, hatta bir mezartaşı bile dikmekten mahrum bırakıldılar.
Salgın yaygınken halk, Kilise'nin kendilerine güvenli bir şekilde rehberlik etme yeteneğini sorgulamaya başladıklarında, gerginliklerini ve korkularını hafifletmenin başka yollarını aradı: Vebanın günahkâr halkı cezalandırmak için gerekmiş bir ceza olduğuna inananlar, din öğretilerini aşarak kendi kendilerini cezalandırmanın çare olabileceğini düşündüler ve gruplar halinde dövünerek dolaşmaya başladılar.
Salgının, öteden beri dinleri farklı olduğundan Hristiyanlarca benimsensemeyen Yahudi cemaatlarının kuyuları zehirlemesi sonucu gerçekleştiği söylentileri, bazı bölgelerde Yahudilerin toplu halde katline yol açtı.
Bu felaket, genel olarak ilahi temele dayalı durağan bir sosyal düzen kavramına olan bağlılıkların altını oymuş, salgından kurtulmak için olmadık çareler arayanlar dahil, çoğunun dine ve kiliseye olan inançların büyük çapta sarsmıştı. Bu değişimlerin sonunda Rönesans olarak anılan evreye varıldı ve insanlar giderek dünyayı insan merkezli bir perspektiften görmeye, artan bir şekilde öbür dünyadan çok bu hayata daha fazla önem vermeye başladılar. Sonuçta eskiden sorgulanmayanların da sorgulanmasına yol açan daha sağlıklı bir eğilim yaygınlaştı.
Peki, bütün bunların 2024 Mart'ının sonundaki yerel seçim sonuçlarıyla ne ilgisi var?
Tarih bize gösteriyor ki ister salgın, isterse başka şey -mesela ekonominin çökmesi halinde beliren büyük felaketler- bu felaketlerin ortaya çıktığı zamana kadar güven sağlamış olan otoriteye karşı tepkiye ve -belki de daha önemlisi- onların temsil ettikleri ya da temsil ettiklerini iddia ettikleri sistemin, inanç şekillerinin büyük çapta sorgulamasına yol açmaktadır. İktidarın ikinci plana düşmesi çok önemlidir ama iktidarın dayanağı olan, her fırsatta vurguladığı düşünce ve inanç tarzının etkisini yitirmesi çok daha önemlidir ve kalıcıdır.
Kaynak: S.Kline Cohn, The Black Death Transformed / G.Baccacio: Decameron /Aberth, John. The Black Death.