Geldim "Renkler Âlemi" yazı dizimin son durağına, sarıya. Üzerinde üretilen teorileriyle başladığım, tartışmalarına yer verdiğim, hangilerinin temel, hangilerinin birleşik kabul edilebileceği ya da hangi sırada konumlandırılabileceği konularında bile uzlaşma sağlanamayan, hayatımızın her yanını, sağını solunu, altını üstünü çevreleyen renkler. Renk bile kabul edilmeyen beyaz ile siyah ardından, saf ve karışımsız olmaları nedeniyle bana göre de temel renk sayılmaları gereken kırmızı ve maviyi anlattıktan sonra üçüncü temel renge, sarıya ulaştım. Mavinin yanında favori rengim sarı, son durağım sarı. Eh, zaten durak denince insanın aklına ilk olarak otobüs durağı gelmez mi? O da sarı değil mi? O zaman sizlere Merhaba!
Sıcak, mutlu, neşeli bir renk sarı. Güven verir, dostluk aşılar, sevecendir. Böyle olunca merhameti, iyimserliği de beraberinde getirir. İç mekânların sarıya boyanması sıcak ve samimi bir hava yaratma amacı taşır. Aynı zamanda, verimliliği ve üretkenliği de olumlu olarak etkiler. Bu özelliği sayesinde, yaratıcı tarafı daha baskın olan kişilerin favori rengi sarıdır.
Böyle diyorum ama sarıya olumsuz bakılan durumlar, yerler, bakan toplumlar da var. Sarı, ihaneti, sahtekârlığı, kıskançlığı, hatalı davranışı da simgeliyor. İşverenlerin kurduğu sarı sendika, sahte haberler yayan ya da sansasyon peşindeki sarı basın bunun en bilinen örnekleri. Futbolda hata yapan oyuncuya çıkartılan sarı kartı da unutmayalım.
Uzaktan kolaylıkla algılanabilen, görünülürlüğü yüksek bir renktir sarı, dikkat çeker. Bahsettiğim otobüs durağı levhalarının yanında trafik levhalarının çoğunun, yol çizgilerinin, taksilerin, bazı ülkelerde okul otobüslerinin renginin sarı olmasının nedeni de bu.
Dikkat çekmek deyince kitaptaki önemli satırları belirlemek için kullanılan fosforlu kalemler sarıdır bildiğiniz gibi (sonradan her renkte üretilir oldu ama onlar fosforlu kalem değil, "özfosforlu" kalem!). Ya bir şeyi hatırlamak, hatırlatmak için oraya buraya yapıştırdığımız küçük yapışkan kağıtlar, "post-it"ler? Sarı elbette...
Tarihte, dinlerde sarı
İnsanların mağaralarda, tarih öncesi çağlarda ilk işaretlerini yaratırken, ilk resimleri çizerken kullandıkları temel renklerden biri sarı. Bu sarı rengi kilden elde ettikleri bir pigmentten üretmekteydiler ve etrafta bolca mevcuttu. Çok sonraları, kadim Mısır'da tanrıların kemik ve derilerinin altından oluştuğuna inanılır ve resimlerinde sarı renk ten rengini tasvir etmek için kullanılırdı. Esasen çok tanrılı dinlerde sarı her zaman kutsal renklerden biri olarak kabul edilmişti; hepsinde Güneş Tanrısı vardı ve giysileri her zaman sarıydı. Altın gibi sarının da sonsuz, kaybolmaz, yok edilmez olduğuna inanılırdı. Çin'de ise sarının şans getirdiğine inanılır. Çin Orta Krallık döneminde sarı İmparator ve ailesinin rengiymiş ve onlardan başka kimse sarı renkte bir şey giyinemezmiş. Günümüzde özel ziyaretçiler için serilen kırmızı halı, o dönemde sarıymış. Budizmde sarı tevazunun ifadesidir. İslamda ise altın için kullanılır ki güven demektir.
Roma dönemi duvar resimlerinde de ten rengi için sarı kullanımı çok yaygındı. Ortaçağ ve ardından gelen Rönesans dönemi sanatçıları, bir ineğin sadece mango yaprakları yemesiyle elde edilen bir pigment olan "Hint sarısı"nı kullandılar. Mesela İsa'ya ihanet eden Yahuda (Judas Iscariot) her zaman sarı renkte resmedilmiş, hatta topluma yabancı kişilere de sarı renk verilmiştir. "Topluma yabancı kişiler" tanımlamasından olsa gerek, Naziler nefret ettikleri Yahudilerin ayrıştırılması için göğüslerine sarı yıldızlar taktırmışlardı.
Gelelim İstanbul'a, geçmişindeki muazzam Bizans'a, Doğu Roma İmparatorluğu başkentine, geride bıraktıkları içinde çok önemli bir yer tutan mozaik sanatına ve en belirgin renk olarak kullanılan altın sarısına. Bizans'ta 6-15. yüzyıllar arasında kalitesi gittikçe yükselen mozaik sanatının çok çarpıcı örneklerine sahip İstanbul. Birkaç örnek vermeden geçmeyelim:
Ayasofya'da, güney galerinin batı duvarında, Rönesansın başlangıcı olarak kabul edilen mozaik çalışmadaki "Deisis" sahnesinin yer aldığı pano altınla işlenmiştir. Tasvirde, sağda Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) ile solda Hz.Meryem, ortada ise Pantokrator (Kainatın Efendisi) İsa bulunmaktadır.
Deisis (Şefaat/Yakarış) mozaiği
Ayasofya'da Apsis'teki "Meryem Ana ve Çocuk İsa" mozaiği Kariye'deki "Pantokrator İsa" mozaiği
Sol üstteki resimde yer alan, Ayasofya'da yine güney galeride kucağında çocuğu İsa'yı taşıyan Meryem Ana'yı taht üzerinde tasvir eden bu mozaik 9. yüzyılda yapılmış. İsa'nın giysisinin sarı renkte parlayan mozaik taşlarının yapımında altın, beyaz renkte parlayan kısımlarının yapımındaysa gümüş kullanılmış.
Sağ üst resimde ise İstanbul Edirnekapı semtinde bulunan, şimdiki adıyla Kariye Camisinde (Chora Kilisesi), iç galeri kapısı üzerinde yer alan, altın mozaikleri ile ünlü Pantokrator İsa mozaiği. Sol eli kutsal kitabı tutan İsa, sağ eli ile takdis işareti yapmakta.
Bu noktaya kadar anlattıklarımın çoğu aslında muhteşem sanat eserleri. Daha yeni dönemler sanat eserlerine geçmeden önce doğada, her yanımızda bulunan sarıya değinmeliyim.
Doğada sarı
Elbette en başta gerçekte öyle olmasa da sarı olarak algıladığımız güneş var. Saçtığı ışığın kırılmalarıyla bize sarı görünen daha neler var neler!
Karotenoid adı verilen biyolojik pigmentin farklı tonları sarıdan açık turuncuya bir yelpazede pek çok varlığa rengini veriyor. Bitkilerde, her zaman yüzünü güneşe dönen, mutluluk simgesi ayçiçeklerinden mısıra, safrana, limona, ananasa, muza, nergise, düğün çiçeğine (Ranunculus), sonbahar yapraklarına, portakala, balkabağına, havuça kadar. En doğal proteinlerin kaynağı yumurta sarısı, kuluçkada bırakılırsa doğan civcivler ve en güzel kanaryalar da sarı. Doğanın yaratıklarıyla devam edersek sıra arılara gelir, onu sarı humma hastalığını taşıyan sarı sivrisinekler izler. Arınınn ürettiği balın sarısını da unutmayalaım tabii ki. Pek bilmediğimiz "sarı kuyruklu balık", "sarıkanat tuna", "Japon ananas balığı" ve bir de "lambuka" adı verilen yunus ailesine mensup balıklar da var.
Müthiş bir sarı zenginliği!
Yakın dönem sanatta sarı
Bu başlık altında az sayıda örnek sanatçıdan bahsedeceğim ve bunlar kaçınılmaz olarak benim tercihlerim doğrultusunda olacak.
18. ve 19. yüzyıllarda sentetik pigmentler ve bunlardan üretilen göz alıcı renklerde boyalar devreye girince pek çok sanatçı sarıyı yoğun şekilde kullanmaya başlamıştı. 18. yüzyıl ortalarında Fransız ressam Jean-Honoré Fragonard ününü sarı kullanımıyla yarattığı "Okuyan genç kız" tablosuyla kazanmıştı (Bu tablo günümüzde Washington D.C.'deki Ulusal Sanat Müzesindedir). 19. yüzyıl dersek İngiliz J. M. W. Turner ve Fransız Georges Seurat gündeme gelir ama herhalde en çarpıcı şekilde sarı kullanan ressam Hollandalı Post Empresyonist Vincent Van Gogh'tur. Herkesin "Ayçiçekleri", "Sarı Ev", "Arles'daki Yatak Odası", "Van Gogh'un Sandalyesi", "Yıldızlı Gece", "Hasır Şapkalı Otoportre" gibi tablolarından bildiği üzere onun sarı tutkusu başka kimsede yoktur. 1888'de kızkardeşine yazdığı bir mektupta şu satırlara rastlıyoruz:
"Şu sıralarda yaşadığımız sıcak, rüzgârsız hava bana çok yararlı. Güneşin ışıklarının rengi, daha iyi bir kelime bulamadığım için sarı diyeceğim, parlak kükürt sarısı, limonun solgun altın sarısı. Nasıl da güzel renk sarı!"
Jean-Honoré Fragonard "Okuyan genç kız" Vincent Van Gogh "Ayçiçekleri"
20. yüzyıla atlıyorum şimdi, modernist ressamlara. Sanırım dünya sanat çevrelerinde en çok tanınanlardan biri Hollandalı Piet Mondrian. Resim yapmaya figüratif çalışmalarla başlayıp, zaman içinde soyuta kayan ve en son döneminde beyaz tuvaller üzerine dikey ve yatay siyah, kırmızı, mavi ve yoğun olarak sarı şeritlerle ızgaralar çizen bir ressam Mondrian. Sarı çizgilerle ifade ettiği "New York Kenti" tablosu Paris'te "Centre Pompidou" Müzesinde. Yaşadığımız 21. yüzyılda ise bana göre sanatta en dikkat çeken sarı kullanınımı Danimarka/İzlandalı sanatçı Olafur Eliasson'un, Londra'daki "Tate Modern" Sanat Müzesinde çok büyük bir açık alan olan "Türbine Hall"daki "Hava Projesi" yerleştirmesinde. Eliasson'un nemlendirme cihazlarıyla şeker ve su karışımı püskürterek yarattığı puslu ortam, yüzlerce monokrom lambanın verdiği sarı ışıkla aydınlatılıyor. Tavana yerleştirilmiş devasa bir aynaya ise insanlar noktalar halinde yanıyor.
Piet Mondrian "New York Kenti" Olafur Eliasson "Hava Projesi"
Renkler âleminin sonuna geldik. Bundan sonraki yazılarımda başka alanlara yönelmek üzere bu diziyi noktalarken sanırım en güzel veda yöntemi çağımızın sarı suratlı emojileri kullanmak.
Şefik Onat kimdir? Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School'da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır. 1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır. 1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996'da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu "ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir. Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan'la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları "World Architecture Community"i kurmuştur. 2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum'a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir. Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT'de "Radyo Tiyatrosu" ve "Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat'ın ayrıca 3 oyun çevirisi vardır. Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitabın dışında, "Son Sultan Abdülhamid" ve "Casuslar İni İstanbul" başlıklı iki belgesel tarihi romanı ve diplomasi dönemi anılarını yansıtan "Diplomasi Dedikleri" başlıklı kitabı bulunmaktadır. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, "T24 Haftalık", "Mesele121.org" ve "EK Eleştiri Kültür Dergisi" yazarları arasındadır. 1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz "British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır. |