En son 2005 yılında görmüştük kenti; bu defa karşılaştığımız akıl almaz büyüklüğe ulaşmış, genişliği Avrupa'dakilerle kıyaslanacak bulvarlarla donatılmış, ünlü kalesinin çevresi temizlenip yeşillendirilmiş, tarihi yapıları restore edilmiş ya da edilmekte, eski hanları restoran/café'lere dönüşmüş, dünyanın önde gelen otel zincirlerinin hepsinin gelip yerleştiği, modern bir kentti. Ancak içkin gerginliği hissetmemek imkânsızdı!
Diyarbakır Surları
Bu yazımda siyasete pek ilişmek istemiyorum ama yine de zorunlu olarak ufak tefek bazı atıflar yapacağım; gündelik hayatın gerçekleri! 9.000 yıllık tarihiyle, defalarca farklı beylikler, devletler, sultanlıklar, imparatorluklar arasında el değiştirmiş; Kürtlerin kendi ülkelerinin başkenti bildiği "Amed" kenti burası. Yani "güneşin en berrak doğduğu yer!"
Vahe Katcha'nın romanından Julien Sibre'in tiyatroya uyguladığı ve bizzat sahneye koyduğu, 2011 yılında Fransa'da hem "Özel Tiyatrolarda En Başarılı Uygulama" hem de "En Başarılı Yönetmen" dallarında en büyük ödül olan "Molière Ödülleri"ne layık görülmüş "Le Repas des fauves" oyunu, benim yaptığım çeviriyle Diyarbakır Devlet Tiyatrosunda Kasım 2019'da sahnelenecekti. Sahneye koyan usta oyuncu-yönetmen Saydam Yeniay'dı. Biz de oyunun son genel provasında ve ilk gecesinde bulunmak üzere Diyarbakır'a gitmiştik.
- Oyun mükemmel şekilde, tam da benim hayal ettiğim gibi sahnelenmişti. Saydam kardeşime buradan bir kez daha teşekkürler...
- Aynı şekilde, o gerilimli oyunun tüm tınılarını seyirciye aktararak rollerini büyük başarıyla oynayan DT sanatçılarına tekrar teşekkürler...
- Saydam Yeniay'ı Diyarbakır'da tanımayan yok. Okumuş, eğitimli zümreden bahsediyorum elbette. Bunun nedeni, çok uzun yıllar önce, sınavını kazanıp Devlet Tiyatrolarında çalışmaya başladığında, kurallar gereği, benim neslimin eskiden "Şark Hizmeti" dediği uygulama kapsamında beş yıllığına bir taşra kentine, Diyarbakır'a tayin edilmiş olmasıyla başlayan hikâyesi. Ama sonunda 10 yıl kalmış kentte. Bunun nedeniyse kendisinden birkaç yıl sonra aynı şekilde, çaylak oyuncu olarak Diyarbakır'a gelen Seray Gözler'e aşık olması ve karşılık bulması! (Şimdilerde, Afife Jale ve İsmet Küntay ödülleri sahibi, harika oyuncumuz Seray ve oğulları Ege'yle mutlu-mesut hayatları İstanbul'da, DT sanatçıları olarak devam ediyor.)
İlk geldiğinde Diyarbakır DT'nin kuruluş zamanıymış, gerek oyuncu gerek yönetmen gerekse yapılaşma konusunda çok katkısı olmuş; kentlilerle çok yakınlık kurmuş. O zamanın gençleri, günümüzün orta yaşlıları, Diyarbakır'ın akademisyenleri, hekimleri, yazarları ve diğerleri, kaldığımız otelin sahibi hatta görevlileri, kimle konuştuysak, "Saydam Ağabey geri geldi" dedi bize!
- Diyarbakırlılar müthiş yardımsever ve sıcak kanlı insanlar. Biraz ilgi gösterip hal hatır sorunca öyle açılıyorlar ki sohbet uzayıp gidiyor.
Adres sorduğun birisi seni arabasıyla götürüp hedefine bırakıyor; biraz derdini dinlersen taksi şoförü para almamaya kalkışıyor.
- Her taraf sayısız restoran, kebapçı, çay bahçesi, café dolu.
- Kent çok yaygın, arabasız dolaşmak neredeyse imkânsız.
- Köşe başlarına yerleştirilmiş kurşun geçirmez zırhlı kabinler ve sağda solda park etmiş TOMA'lar, sokak içlerinde kaldırım kenarlarına art arda dizilmiş beyaz SUV'ler olmasa çok huzurlu bir kentte olduğunuzu zannedebilirsiniz!
- Gençler de dahil kentliler kültür ve sanatla çok ilgili. HDP'nin boykot çağrısına karşın Devlet Tiyatrolarının sahneleri her gece kapalı gişe oynuyor.
- Kentte çok sayıda yazar, sanatçı, tarihçi, hekim, Dicle Üniversitesinde görevli akademisyen ve öğrenci yaşıyor, kültür hayatına büyük katkı yapıyor. Üniversite bünyesinde 15 Fakülte, 12 Meslek Yüksekokulu, 4 Yüksekokul, 1 Konservatuvar, 4 Enstitü, 30 Uygulama ve Araştırma Merkezi, ayrıca Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Onkoloji Hastanesi, Çocuk Hastanesi, Acil Travmatoloji Kompleksi, Yanık Merkezi, Ortadoğunun en büyük Kalp Hastanesi, Bilim ve Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (DÜBTAM) ve Dicle Teknokent yer alıyor; 30.000 öğrenci, 3.600 akademik ve idari personele sahip.
- Yerel pek çok otel dışında, yukarıda da belirttiğim gibi sayısız büyük otel zinciri yerleşmiş kente; Divan, Hilton, Radisson Blu, Novotel, Prestige, Ramada by Wyndham, Plaza, Green Park, Sürmeli dahil.
Ve işte bunu tiyatrocu dilinde bize sufle verilmiş olarak alalım, asıl konumuza geçelim: Diyarbakır'da nasıl oluyor da bu kadar çok otel bulunuyor?
Bunun cevabı, ister inanın ister inanmayın, Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı'nın mevcudiyeti! 2020 yılında, pandemiye rağmen, sırf bu kalıntıları ziyaret etmek üzere 500.000'e yakın turist gelmiş Diyarbakır'a. Pandemi olmasaydı bir milyon kişi bekleniyormuş geçen yıl.
Diyarbakır'a gelmeden önce Saydam Yeniay'a danışmış, DT'nin turneye gelen ekipleri için New Garden Hotel'i kullandığını ve kendisinin de orada konakladığını öğrenmiş, ben de aynı otelde rezervasyon yapmıştım.
Her yönüyle, merkezi konumuyla, mimarisiyle, servisiyle, güler yüzlü personeliyle çok memnun kaldık otelden. Tek pişmanlık duyduğumuz konu, bir iki gün önceden gelmemiş olmamız. Gelseymişiz Saydam ve arkadaşlarıyla birlikte Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağını, bizzat kazıları yöneten Doç. Dr. Aytaç Coşkun rehberliğinde ziyaret imkânımız olacakmış. Ama oyunumun ilk gecesinde tanıştığım Aytaç Hocanın sözü var, ne zaman tekrar gidebilirsek onun eşliğinde bu ziyareti yapabileceğiz.
Şimdi efendim, önce uzun süren bir kahvaltıda Saydam Yeniay'dan dinlediğim, o geceki tanışmamızda da Aytaç Hocanın kendisinden bazı ilave ayrıntılarını sorup öğrendiğim asıl hikâyemize gelelim:
AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü mezunu, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsünden Yüksek Lisans ve Doktoralı genç akademisyen Aytaç Coşkun, Doktorasını yaparken Türkiye’nin birçok yerinde öğrencisi olan Prof.Dr. Coşkun Özgünel tarafından Diyarbakır’a Dicle Üniversitesine gönderiliyor ve 2005 yılında Araştırma Görevlisi olarak Üniversitenin Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümüne atanıyor. Daha önce Anadolu’nun batısında çok sayıda kazıda çalışmış olan Aytaç Coşkun 2006’dan itibaren bölgede ilk defa Körtik Tepe kazılarında çalışmaya başlıyor. 2013 yılında ise ilk kez daha önce sadece ismini duyduğu ancak hiçbir çalışmanın yapılmadığı Zerzevan Kalesinin bulunduğu tepeye çıkıyor. Burasının askeri bölge olduğunu görünce, gidiyor nizamiyeye, kendini tanıtıyor ve komutanıyla görüşmek istediğini söylüyor nöbetçi askere; ve sonunda komutanın karşısında, bölgeyi dolaşmak için izin istiyor. Alıyor izni ve birkaç gün dağları tepeleri arşınladıktan sonra arkeolog...
Arkeolog gözüyle çok büyük bir tarihi bir kalıntının üstünde durduğunu anlaması pek de zor olmuyor Aytaç Hocanın. Tarih boyu dünyanın tüm arkeologları böyle bir yer keşfetme umuduyla yaşamıştır. Nasip, kader, sebat, azim, öngörü, merak; siz hangisine inanıyorsanız öyle olsun!
Aytaç Hoca'nın sonraki iki yılı o tepenin askeri bölge niteliğini kaldırtmak ve askeriyenin orayı terk edip Turizm ve Kültür Bakanlığına devretmesi uğraşıyla geçecek; başarılı olacak; ve günümüzde Diyarbakır'ın uluslararası bir ziyaret kenti haline gelmesinin yolunu açacaktır.
Hani, benim pek sevdiğim sözlerde ifadesini bulduğu gibi:
"Teşebbüs eden tesadüf eder, hatta isabet eder."
Roma İmparatorluğu zamanında inşa edilen Zerzevan Kalesi'ne yönelik arkeolojik çalışmalar 2014 yılında başlar; o muazzam kale ortaya çıkarılır; 2017 yılında ise tamamen tesadüfi bir şekilde daha önce burada olduğu bilinmeyen Mithras Tapınağı ortaya çıkarılır. Bu Roma’nın doğu sınırındaki ilk ve dünyanın en iyi korunmuş askeri yerleşimde, dünyada bulunmuş son Mithras Tapınağı’dır.
İşte bu çalışmalardır ulusal ve uluslararası alanda büyük yankı uyandıran, şu anda yerli ve yabancı turistlerin yoğun ziyaret ettiği bir ören yeri haline gelmesini sağlayan. Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı gerek Diyarbakır gerek bölge gerekse ülkenin tanıtımı ve turizmi açısından son derece büyük değer taşımakta.
Bugün kazılar neredeyse kesintisiz olarak devam etmekte. Yılda 12 ay çalışmaların sürdürülebildiği nadir kazı alanlarından birisi Zerzevan. Buna rağmen Aytaç Hoca, tamamının ortaya çıkarılması için en az 50 yılın gerekli olduğunu söylüyor.
Zerzevan adı Kürtçe altın anlamına gelen "zerv"den mi yoksa Zerdüştlükte Zaman Tanrısı "zurvan/zrvan"dan mı geliyor, bilinmiyor. Hocanın anlattıklarına kulak verdiğimizde ise, şu ana kadar elde edilen bulgulara dayanarak, Zerzevan Kalesi zaman çizgisinin şöyle olduğunu öğreniyoruz:
- Tarihteki varlığı Asurlular dönemine (MÖ 800-600'lar) dayanmakta.
- Persler döneminde (MÖ 550-330) Kral Yolu güzergâhında bir karakol.
- Roma İmparatorluğunun Severuslar döneminin sonlarına doğru (MS 198-235), İmparatorluğun doğudaki sınırının en uç noktasını koruyan, gerçek askeri yerleşim, bir garnizon inşa edilmiş.
- Anastasios (MS 491-528) ve Justinianos (MS 527-565) döneminde yapılar onarılarak günümüzde bilinen Zerzevan Kalesi yerleşkesine dönüştürülmüş ve 400 yıl boyunca aktif olarak kullanılmış. Hangi Roma lejyonunun burada görevli olduğu bilinmese de, aşağı yukarı 1.200 asker ve onların hizmetindeki 400 sivilden oluştuğu anlaşılmış.
- Kale, yeraltı ve yer üstünde olmak üzere iki katlı. Yeraltı katının çoğu kayalar oyularak inşa edilmiş barış zamanında yiyecek deposu, at ahırları, kesim hayvanlarının muhafazası amacıyla kullanılıyormuş. Savaş zamanında ise etrafındaki ovada yaşayan, tarımla ve hayvancılıkla uğraşan binlerce kişi için sığınak görevi görüyormuş. 3-19 metre derinlikte 54 sarnıcı var ve hepsi ya yer üstünden ya da yer altından birbirine bağlı. 24 metre derinlikteki ana sarnıcın su kapasitesi 4.000 ton; diğer sarnıçlara su dağıtımı buradan yapılıyormuş. Bu sarnıç, toplamı 8,5 km uzunlukta bir yeraltı su kanalıyla civardaki su kaynaklarından beslenmekteymiş.
- Kale M.S. 639'da ise İslam ordularının eline geçecek ve terk edilerek kendi kaderine teslim edilecektir.
- Ta ki 1890'da kim oldukları belirsiz bir aile, ne hikmetse (benim bir teorim var!) gelip burada 17 hanelik bir köy kurana kadar!
- Bu köy 1967 yılına kadar yerinde varlığını devam ettirecek, o yıl aşağı ovaya nakledecek ve...
- Arkeolog Dr. Aytaç Coşkun'un, bu terk edilen alanın Zerzevan Kalesi yerleşkesi olduğunu keşfedip tarihini yeniden yazmaya başlamasına kadar bekleyecektir.
Zerzevan Kalesi hava fotoğrafı
Yönetmenim Saydam Yeniay, varlığını duyduğu Kaleyi gezmek istemiş. Arkadaşları, "Öyle elini kolunu sallayarak gidemezsin, izin gerekli. Orada kazıları yürüten Aytaç Hoca arkadaşımız. Biz haber verelim, birlikte gidelim, bizi gezdirir özel olarak" demişler, devamını da anlatmışlar:
Tabii günümüzde artık bu ören yerinin kamuya açık yerlerinin ziyareti genel kurallar içinde mümkün.
Hikâyenin gerisini merak edenleri haftaya bu sütuna beklerim...