Şefik Onat

28 Ağustos 2022

Cumhuriyet'in yeni başkenti Ankara ve yabancı büyükelçilikler (I)

"Sakarya Savaşı'nın kazanılmasının ardından Mustafa Kemal Paşa verdiği demeçte, Ankara’nın yeni kurulacak devletin Başkenti olacağının haberini âdeta yıllar öncesinden vermişti bile..."

Birkaç hafta süreyle Osmanlılar döneminden gelen İstanbul Sefaret Saraylarının hikâyelerini anlattım; çok da olumlu tepkiler aldım. Şimdilerde o yazı dizisini Türkçe ve İngilizce olarak bir kitaba dönüştürmenin gayreti içindeyim.

Peki, Cumhuriyetimiz kurulunca ve Ankara Başkent ilan edilince ne oldu bu sefarethanelere? Tabii hepsi, bazıları gönüllü olarak, bazıları arkalarından ittirip kaktırarak, bazıları tehdit edilerek sonunda Ankara'nın yolunu tutmak zorunda kaldılar. Bunların ardında da hikâyeler, anekdotlar, mimari bilgiler var. Yeni bir yazı dizisini hakkediyorlar kuşkusuz. Ama önce sahneyi kurmalı, ortamı yansıtmalıyım…


13 Ekim 1923 - Birinci TBMM binası önünde, Ankara'nın Başkent ilan edildiği halka açıklanıyor.

Atlayalım çok ileri yıllara, bakın ne geldi başıma!

1965 yılı Ekim ayındayız. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden (Mülkiye)o yaz mezun olmuşum ve Dışişleri Bakanlığı Meslek Memuru (diplomat) olabilmek amacıyla Bakanlığın açtığı seçme sınavlarına girmekteyim. En son sınav "Genel Kültür", bir tür mülâkat. Bu en zor sınavdır. Komisyondakiler akıllarına ne gelirse, o günlerde ne okuyorlarsa, ne müzik dinliyorlarsa, dünyada güncel neler olup bitiyorsa, bunların da etkisi altında sorar da sorar! "Ne zaman bir konudan diğerine atladılar; ben tam bilmem ne anlatırken nereden çıktı şimdi bu farklı konu?" diye düşünürsünüz, kendinize hakim olmaya çalışırsınız, başınız dönebilir!

Çok farklı konulara girip çıkmışız, geçmişim sorulmuş, yemek adabından giyim kuşama, oradan tiyatroya, operaya geçmişiz. Derken birisi Johann Sebastian Bach demiş, "Oooo işte bildiğim yerden geldi soru!" diye düşünmüşüm. Fırsatı kaçırır mıyım, gelmiş geçmiş en ünlü koro eseri olarak bilinen Bach'ın bestesi "St. Matthew Passion"un Felix Mendelssohn tarafından keşfedilmesini anlatan, Pierre La Mure'un "Arzunun Ötesi" romanını TRT'nin "Arkası Yarın" programına bir dizi olarak uyguladığımı sokuşturuyorum; unutulan Bach'ın bu sayede yeniden popüler hale geldiğini de ekliyorum. Bilmeyenler var anlaşılan, ilgiyle karşılanıyor. Derken Bach'ı ilk kez dile getiren beyefendi deşmeye başlıyor beni. Zamanında hiç hazzetmediğim ama sonradan benim için tapılası hale gelen Bach konuşuyoruz. "Partitaları?" diyor ben de, "Keman için üçü sonat, üçü partita, baş döndürücü altı solo eser," diyorum.

İşte tam o sırada başka bir efendi, "Mozart hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sormaz mı! Neden yaptım, nasıl oldu bilemiyorum ama büyük bir densizlikle adama, "Mozart'ı da çok severim ama burada Bach konuşuyoruz. Seviye farkı var," deyiveriyorum. Buz kesiyor ortalık; ben başımı önüme eğiyorum…

Sonracıma… Kimse artık, birisi beni kurtarmaya çalışıyor galiba, edebiyata çeviriyor gündemi. Halide Edip'e, eserlerine, siyasi görüşlerine falan derken nereden geldik hatırlamıyorum ama Mayıs 1919'daki Sultanahmet Mitingine uzanıyor sorular ve masanın sol tarafından pat diye bir soru: "Kocası kimdi?"

Bir an kendimi toparlayamıyorum, biraz düşünüyorum, "Dok… tor…," diyorum.

"Evet doktor."

"Doktor… Doktor Adıvar, Adıvar… Adnan Adıvar!" Of be becerdim! "Doktorluğunu bir yana bırakalım, siyasi kimliği nedir?"

"Mustafa Kemal'in Sağlık Bakanıydı, gerçi sonradan ters düştüler Halide Hanımla birlikte ama…"

"Tamam tamam. TBMM Hükümetinin önemli bir temsilcisiydi, nerede?"

Tın tın! Hiç mi hiç bilmiyorum. Duymadım, okumadım, rastlamadım!

"Bilmiyorum!" diyorum gittikçe kısılan bir sesle, başka konu- ya geçiyorlar.

Al sana, o ruh hali, o sınav gerginliği içinde böyle durumlarla karşılaşınca yıkılıyor insan. Önce bir densizlik et, sonra da gel bir yerde takıl! Bu defa kesin karar veriyorum çuvalladığıma.

Sınavdan çıkıp, o sıralarda nişanlım (sonradan ilk eşim olacak) Leylâ Berkes'in evine gidiyorum. Anne ve babası da evde. Moralim çok bozuk. "Ne oldu, ne bu halin?" diyor Leylâ. "Adnan Adıvar'ın önemli bir görevi varmış ‘temsilci' olarak. Bilemedim. Çaktırırlar herhalde. Rekabet çok. Bunca adamı ne yapsınlar, elemeleri gerekiyor!"

Kısa zaman sonra resmen kayınpederim olacak Enver Berkes oturduğu koltuktan kafasını bizden yana çevirip, her zamanki sakinliği içinde, "Mümkün," diyor, "Nasıl bilmezsin Adnan Adıvar'ın Kurtuluş Savaşı sonunda İstanbul'da TBMM Hükümeti Temsilcisi olarak görev yaptığını? Ayrıca Dışişleri Bakanlığının da temsilcisiydi, belki onu sormak istediler. İstanbul'daki bütün yabancı sefaretleri Ankara'ya taşınmaya ikna etmek gibi bir görevi vardı."

Haydaaa! Hiç duymamışım, olabilir. Ama adam bana, "Nasıl bilmezsin?" diyor! Üstelik bir "İnşaat Yüksek Mühendisi" bu, babamın da Mühendis Mektebinden sınıf arkadaşı! Ama bir özelliği var: Ünlü Sosyolog Prof. Niyazi Berkes'in ikiz karde- şi ve inanılmaz derecede bilgili. 1948'de kaynatılan cadı kazanıyla, derslerinde Komünizm propagandası yaptıkları ileri sürülerek Prof. Pertev Naili Boratav ve Doç. Behice Boran'la birlikte DTCF'den atılan, Türkiye'yi terketmek zorunda bırakılan büyük "Beyin"lerden biriydi Niyazi Berkes; Kanada'da, McGill Üniversitesinde kürsü sahibiydi ve bu kardeşlerin yazışmaları, mektupları, müthiş bir kültür birikiminin yansımasıydı. Keşke Leylâ bunları kitap halinde yayımlatsaydı, ama kayıp anladığım kadarı.

Sonuç olarak, daha beter göçtüğümü söylememe gerek var mı? Ama kader ağlarımı farklı örmüştü, bu sınavdan 20/20 aldığım sonradan anlaşılacaktı!

Okla gösterilen 16 yıl görev yaptığım eski Dışişleri Bakanlığı binası (Ortadaki yatay bina Başbakanlık)

"Hadisat" Ankara'yı Başkent yaptı

Sakarya Savaşının kazanılması ardından Mustafa Kemal Paşa verdiği demeçte, Ankara'nın yeni kurulacak devletin Başkenti olacağının haberini âdeta yıllar öncesinden vermişti bile:

"Siyasi başkent Anadolu'nun yüreğinde olacak, Avrupa'nın ve Asya'nın temsilcileri burada buluşacaklar, bütün diplomatik sorunlar burada ele alınacak, iç ve dış politika burada oluşacak, Türk milletinden doğma hükümet Ankara'da çalışacaktır."

Sonraları, Anadolu Savaşının kazanılıp sona ermesi ardından, Lozan Konferansının çıkmaza girmesiyle ara verildiğinde, çıkmış olduğu Batı Anadolu gezisinde Mustafa Kemal, bir gazetecinin sorduğu soru üzerine, sanki önceki ifadesini perçinlercesine şöyle diyecektir:

"Ankara, Türkiye'nin pekâla merkezi olabilir, esasen hâdisat (olaylar)da orasını merkez yaptı ve feyizli (verimli) bir merkez yaptı. Binâenaleyh Ankara'ya karşı nankörlük etmek caiz değildir…"

Nasıl bir ifadedir, "Hâdisat da orasını merkez yaptı…" sözleri!

TBMM İstanbul Murahhaslığı: Refet (Bele) Paşadan Dr. Adnan Adıvar'a…

Aslına bakılırsa, savaşın kazanılmasının hemen ardından imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşmasıyla İstanbul ve Doğru Trakya'nın kademeli olarak boşaltılarak TBMM hükûmetine devredilmesi kararlaştırılmıştı. Bunun ertesinde ise, Ankara hükümeti tarafından Refet Paşa İstanbul dahil Trakya'yı teslim almakla görevlendirilecek, kendisine aynı zamanda İstanbul'da Ankara hükümetinin "murahhaslığı" (temsilciliği) yetkisi de verilecekti.

Fazla ayrıntıya girmeden özetlemek gerekirse, 19 Ekim 1922'de "Gülnihal" Vapuruyla İstanbul'a gelen Refet Paşa, büyük bir coşkuyla karşılanacak, kısa sürede bütün İstanbul'a hakim olacak (kentin henüz yabancı güçlerin işgali altında olduğunu unutmayalım), kentin idaresine TBMM adına el koyacak, tüm Osmanlı devlet teşkilatını lağvedecek, saltanatın kaldırıldığını Sultan Vahdettin'e tebliğ eden ve onun ülkeyi terketmesi ardından Abdülmecid Efendi ile görüşerek TBMM tarafından halife seçilmesi üzerine ona uyması gereken şartları tebliğ eden kişi olacaktır.

Refet Paşa bildiğini okuyan bir karaktere sahiptir; Ankara'dan istediği bazı yetkilere cevap alamasa da uygulamaya geçecek kadar. Kendi ifadesiyle "Sanat-ı Milliye" idaresini İstanbul'da tesis etmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Ancak… Refet Paşanın Sultan Vahdettin'in firarını engellememesi ve sonradan da Abdülmecid Efendiye aşırı saygı göstermesi, yakın ilişki kurması, hatta bir de "Konya" adında at hediye etmesi Ankara Hükümeti ve özellikle Mustafa Kemal Paşanın tepkisini çekecek, 29 Kasım 1922 tarihinde Doğu Trakya'nın tamamının TBMM hükümeti idaresine geçmesiyle İstanbul'daki görevlerinden alınarak Trakya'da yeni bir ordu kurmakla görevlendirilecektir. Yerine İstanbul Murahhaslığı görevine tayin edilen kişi Dr. Adnan Adıvar'dır. Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilciliği de bu görev kapsamındadır. Sanırım Dışişleri Bakanlığı giriş sınavında karşılaştığım durumu böylece her yönüyle açıklamış bulunuyorum.


 Refet (Bele) Paşa Dr. Adnan Adıvar

Dr. Adnan Adıvar ve ötesi…

Tam Adı Abdülhak Adnan Adıvar. 1882 Gelibolu doğumlu, İstanbul Tıp Mektebi mezuniyeti ardından Berlin Üniversitesi Tıp Fakültesinde uzmanlık eğitimi gören, İstanbul Tıp Mektebinde hocalığa başlayan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla 1911 Trablusgarp savaşına hekim olarak katılan, 1917'de eğitimci Halide Edip ile evlenen, İstanbul'un işgali ertesi ilk gizli direniş örgütü olan Karakol Cemiyeti'nin ve Milliyetçi düşünceleri savunan Milli Türk Fırkası'nın kurucuları arasında yer alan, 1919'da Osmanlı Mebusan Meclisine mebus seçilen, İstanbul'un işgali ertesi direniş faaliyetleri nedeniyle Sultan Vahdettin'in Mustafa Kemal dahil idam fermanını imzaladığı altı kişi arasında yer alan ve akabinde eşiyle birlikte Ankara'ya kaçarak ilk TBMM'nin açılışına İstanbul mebusu olarak katılan, kurulan ilk hükümette Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığını üstlenen aydın bir bilim adamı. 

Adıvar'ın TBMM İstanbul Temsilciliği iyi hoş da, Dışişleri Bakanlığı İstanbul Temsilciliği denince netameli bir durum çıkıyor ortaya. Orada açılan büroda hemen hepsi İstanbul'da bulunan yabancı büyükelçiliklerin verdikleri notalar kabul edilmekte ve Ankara'ya iletilmektedir; Ankara'dan gelenler de büyükelçiliklere. Yani bu büro âdeta bir postane gibi çalışmaktadır ve bu durum Refet Paşa döneminden beri böyledir. Ancak o makama oturan Adnan Beyin asıl görevi İstanbul'da bulunan yabancı büyükelçilikleri Ankara'ya taşınmaya ikna etmektir.

Adnan Bey 9 Aralık 1922 – 29 Haziran 1924 arası İstanbul'daki görevini sürdürecektir. Bu süre içinde yukarıda belirtiğim "asıl" görevinde başarılı olmuş mu diye soracak olursanız, bana göre cevabı "Hayır"dır. Üstelik bu arada büyük aşamalar geçilmiştir. 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması imzalanmış, 2 Ekim günü yabancı işgal güçlerinin son kalıntıları da Türk topraklarını terketmiş, 13 Ekim günü Ankara Başkent ilan edilmiş, 29 Ekim'de Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu durumda uluslararası hukuk açısından yabancı ülkelerin büyükelçiliklerini Ankara'ya taşımalarının önünde ne bir engel kalmıştır ne de mazeret imkânı. Heyhat, başı çeken İngiltere'nin arkasında devletler hizaya girmiş, Ankara'ya taşınmamak için dünyanın hiçbir yerinde tarihte eşi benzeri görülmemiş bir direnişe kalkışmışlardır.

Sahneyi kurduk, ortamı yansıttık, gelecek yazıdan itibaren yabancı devletlerin Ankara büyükelçilikleri birer birer girecekler sıraya.

Şefik Onat kimdir?

Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School'da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır. 

1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır.

1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996'da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu "ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir.

Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan'la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları "World Architecture Community"i kurmuştur.

2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum'a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir.

Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT'de "Radyo Tiyatrosu" ve "Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat'ın ayrıca 3 oyun çevirisi vardır.

Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitap ve bir tarihi roman dışında bir diğer tarihi roman ile diplomasi anılarının da yakında yayımlanması beklenmektedir. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, T24 Haftalık ve EK Eleştiri Kültür Dergisi yazarları arasındadır.

1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz "British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır.