Aslında tek bir Google araması bile her şeyi anlatmaya yeterli: “Sherlock Holmes” diye yazın, karşınıza Sir Arthur Conan Doyle imzalı orijinal eserden ziyade, bu ünlü detektifin hikayelerinden uyarlanan ve çoğu 2000’lerin ilk yıllarında çekilmiş yapımlar çıkacak.
Sherlock Holmes uyarlamaları söz konusu olduğunda son yıllarda başa baş giden bir yarış söz konusu. Küçücük detaylardaki kocaman sırları fark edebilen üstün dehası, bu dehasının onu sürüklediği belalar ve bir tarafta hem arkadaşı hem de yoldaşı Doktor Watson, öbür tarafta da ezeli düşmanı Moriarty... İncelikle kurgulanmış hikayelerinde Sherlock Holmes’un kolay kolay sıkıcılığa düşmediğini biliyoruz.
Yine de yapımcıları çeken bu “kolaylık” değil; pek çok klasik edebiyat eserinin özellikle sinemada sıkça başına geldiği üzere, ana hatları klasik eserdekiyle aynı kalsa da detaylarda farklılaşan, özgün yorumlar revaçta Sherlock Holmes tarafında.
Ve dediğimiz gibi, bu uyarlamalarda özgünlüğü sağlamak adına, sınırların ne kadar zorlanacağı çok ciddi bir konu. Hem bu izleyici tarafından da merak ediliyor olmalı ki bazen aynı anda, bazen de peş peşe farklı Sherlock Holmes uyarlamaları karşımıza çıkıveriyor; arz-talep meselesi demek ki...
21. yüzyılda özgün portreler
Sherlock Holmes’un hem sinemadaki hem de televizyondaki modern uyarlamaları ayrı tellerden çalıyor çoğu zaman. İlk kez 1854 yılında yayınlanmaya başlayan hikayeleriyle bu detektifi günümüz dünyasına taşımak için son yıllardaki her yapımın kullandığı formül farklı. Guy Ritchie’nin yönettiği 2009 tarihli Sherlock Holmes filminde hikayenin orijinal zamanına sadık kalınsa da aksiyon dozu birkaç kat artırılmıştı. Robert Downey Jr.’ın Sherlock Holmes’u, Jude Law’un da Doktor Watson’ı canlandırdığı film, Guy Ritchie’nin alametifarikalarıyla dolu, hareketin bir an bile dinmediği bir uyarlama olduğundan detektifin hayranları tarafından, hikayenin aslından kopuk olduğu için eleştirilere maruz kalmıştı ama gişeden de elleri dolu çıkmıştı. Hatta o kadar ki 2011’de ikinci filmi vizyondaydı; üçüncüsü de yolda.
Sherlock Holmes’u gerçek anlamda günümüzün kahramanı yapan ise BBC’nin meşhur dizisi oldu elbette. Benedict Cumberbatch’in ünlü detektifi canlandırdığı Sherlock adlı bu dizide doktorun rolü de Martin Freeman’a teslim. İkili, 21. yüzyıl Londra’sında çözülmesi gereken olayların peşine düşüyor. Bu sefer tabii, Sherlock Holmes’un dehasına teknolojinin de nimetleri eşlik ediyor ama bu size işlerinin kolaylaştığını düşündürmesin. Derinlikli olarak işlenen bu bilge ve kendini işine adamış Sherlock portresinde zaaflar da var ve hemen iki adım gerisinden gelen, türlü akıl oyunları oynayan azılı düşmanlar da...
Aynı tablo, Sherlock’u Londra’dan New York’a transfer eden bir diğer uyarlama dizi Elementary için de geçerli. BBC’nin Sherlock’undan tam üç sene sonra, 2012’de yayınlanmaya başlayan Elementary’de Sherlock Holmes eroin bağımlılığı yüzünden Scotland Yard’daki tüm itibarını kaybettiği için New York’a taşınıyor ve orada, babasının da zorlamalarıyla bir doktorun gözetimi altında yaşamaya başlıyor. Evet, o doktor Watson’ın ta kendisi. Yalnız adı John değil, Joan Watson bu dizide. Tüm diğer uyarlamalardan farklı olarak Elementary’deki Watson kadın karakter üzerinden kurgulanmış. Aynı şekilde düşmanı Moriarty de.
Elementary’deki Lucy Liu’nun canlandırdığı “kadın Watson”, tabii ki orijinalden çok ayrı bir köşeye düştüğü için çoğu izleyici tarafından yadırgansa da dostluk anlamında, tüm diğer uyarlamalardaki Watson’lardan daha etkili demek mümkün. Karanlık tarafa meyilli Sherlock’u olduğu yerden çıkaran ve onu aklı selim bir karaktere dönüştüren hep o oluyor. Ve bunu çekip çeviren, anaç bir role bürünerek değil, sağlam kişiliğiyle Sherlock’un karşısında bir örnek teşkil ederek yapıyor. Erkek karakterlerin yükselişleri için fedakarlıklar yapmak zorunda kalmayan kadın karakterleri televizyonda görmek her zaman iyi geliyor tabii.
2018’in en kötü filminde Sherlock Holmes olmak
Gelelim bizi tüm Sherlock Holmes uyarlamaları hakkında sorgulamaya iten ve yazıyı yazdıran filme... Başrollerinde Will Ferrel ile John C. Reilly’nin olduğu Holmes & Watson’a dair ilk haberler 2016’da karşımıza çıkmıştı. Yine farklı bir Sherlock Holmes portresi olacaktı. Elbette! Son 20 yıl içerisinde başka türlüsüne pek denk gelmediğimiz için bu açıklama pek şaşırtıcı olmamıştı ama işin esas rengi fragmanlar çıkmaya başlayınca belli oldu...
İki hafta önce ABD’de vizyona giren film; çoğu eleştirmen ve sinema yayını tarafından 2018’in en kötü filmi ilan edildi. Üstelik, pek çok gösterimde izleyicinin salonu terk ettiği biliniyor. Asıl sebebi ise karakterlerin gülünçleştirilerek hikayenin, tabiri caizse, “sulandırılmış” olması. Bu yeni absürt kimliğinde Sherlock Holmes’un dehasının yerinde yeller esiyor, bu da tüm yetenekleri elinden alınmış, yanlış kararlar alan ve ahmaklığıyla komik değil de, acıklı bir konuma düşen bir karakter yaratıyor. Doktor Watson cephesinde de durum aynı. Kadrosunun bu kadar güçlü olmasına rağmen hikayenin zayıf kaldığı ve izleyici güldürecek ögelerden uzak olduğu da yorumlar arasında.
Belli ki yakın gelecekte yapımcılar Sherlock Holmes’u, Sir Arthur Conan Doyle’un hayal ettiği haliyle 19. yüzyıl Londra’sına geri götürmeye pek niyetli değil. Aynı şekilde sadık dostu Watson’ı da. Kurgunun cazip olması bir yana, aradan geçen zamandan ötürü, eserin telif hakkının ortadan kalkmış olmasının ve üzerinde yeni projeler üretilebilmesinin payı büyük bu tercihlerde.
Yine de bunun sağladığı hareket alanına sırt dayayıp bu kılı kırk yaran dedektife üstün körü hikayeler biçmek hangi noktaya kadar kabul görülebilir diye de sorgulamak lazım. Zira kötü bir edebiyat uyarlamasından daha moral bozucu bir şey varsa o da sevilen bir karakteri gözlerimizin önünde ve hayal ufkumuzda yitirmektir.