Şu ara Hakan gibi bir kurtarıcı çıksa karşımıza, şöyle rahat bir nefes alırdık muhtemelen; kurguya sığınmamız da bu yüzden… Hakan'ın Ölümsüzlere karşı mücadelesinde yanına yeni kahramanlar eklendikçe bizim içimize bir umut doluyor sanki. Birlikte bazı şeylerin üstesinden geleceğimize dair olan inancımız güçleniyor.
hikâyenin üçüncü sezonundaki bu birbirine benzemez yeni karakterler Taner Ölmez, Funda Eryiğit ve Bige Önal'a teslim. Kendileriyle Netflix'in ilk Türkiye orijinal yapımı olan Hakan: Muhafız'daki karakterleri, dijital platformlar ve İstanbul hakkında konuştuk.
"Yıllar sonra dönüp baktığımda 'İyi ki içinde yer almışım' diyeceğim işleri seçiyorum genellikle.'' – Taner Ölmez
- Hakan: Muhafız, üçüncü sezonuyla ekranlarda. Yani televizyonda seni iki ayrı yapımda, iki farklı karakterle izleyeceğiz. Seni şu ara Ali Vefa olarak görmeye alışanlar için soralım: Hakan: Muhafız'da nasıl bir karakterle çıkacaksın izleyici karşısına?
- Ali Vefa izleyenlerin çok sevdiği özel bir karakter. Hakan: Muhafız'daki Burak da kendine has özellikleriyle öne çıkıyor. İki yapımın da yoğun çekim programları vardı muhtemelen; bu sürecin temposuna ayak uydurabilmek için nasıl bir yöntem izledin?
Aslına bakarsanız iki projenin çekimleri çok fazla kesişmedi. Hakan: Muhafız'ın çekimleri bittiğinde başladı Mucize Doktor'un çekimleri. O yüzden bir setten diğerine koşturduğum bir durumum olmadı fakat Hakan: Muhafız çekimlerinin devam ettiği dönemde Mucize Doktor için ön hazırlık sürecim başlamıştı. Çekimlerden fırsat bulduğum her an Ali Vefa'ya hazırlıyordum kendimi. Zihinsel ve biraz da bedensel olarak yorucu bir süreçti ama çok keyifliydi benim için.
- Şöyle bakınca hem sinemada hem de televizyonda, şu son birkaç yıldır gerçekten çok sağlam ve birbirlerinden oldukça farklı karakterlerle izleyici karşısına çıktın. Bir karakteri canlandırmak isteyip istemediğine nasıl karar veriyorsun? Karakterle ilk temas anında neler belirleyici oluyor senin için?
Daha önceki röportajlarımda da hep anlattığım gibi benim arka arkaya işler yapayım, her sezon ekranda olayım gibi bir amacım yok. Yaptıklarımdan farklı, içinde yer almaktan keyif duyacağım, yıllar sonra dönüp baktığımda "İyi ki içinde yer almışım'' diyeceğim işleri seçiyorum genellikle. Karakteri okuduğumda o karakter ya da o proje için heyecan duyuyorsam içinde yer alıyorum. Cesaret edilmemiş projelere cesaret edip bunu ortaya koyanlara da ayrıca saygı duyuyorum.
- Peki, Burak'la ilk karşılaştığında neler düşündün? Aklına girmesi ve seni projeye çekmesi nasıl oldu?
Netflix gibi uluslararası bir platformda yayınlanacak olması heyecanlandırdı açıkçası öncelikle. Sonra senaryoyu okuyunca Burak'ı oynamak istedim. Çünkü daha önce oynadığım karakterlerden farklı bir bıçkınlığı ve enerjisi var Burak'ın. Tanıdığımız, bildiğimiz, bizden bir çocuk. Doğal, sempatik. Ama bir de "kendince'' belalı. Her renge sahip bir karakter olduğu için canlandırırken eğlendim. Hazar ve Çağatay'la tekrar oynamak da keyifli oldu.
- Karakterler günlük hayatta "herkes gibi'' yaşasa da Hakan: Muhafız'daki dünya oldukça sıra dışı. Bu fantastik dünyanın bir parçası olmanın en eğlenceli tarafı nedir sence? Yer yer zorlayıcı da olabiliyor mu?
Çekmeye hiç alışık olmadığımız bir tür olduğundan zaman zaman zorlandığımız, garipsediğimiz anlar olmuştur elbet ama bu fantastik dünyanın parçası olmanın en eğlenceli, en heyecanlı tarafı da bu aslında. Denenmemiş olması... Farklı bir türün içinde bir oyun alanına sahip olmanız.
"Farklı karakterleri çalışmak her seferinde yeni bir insan tanıyormuşum gibi geliyor.'' – Funda Eryiğit
- Hakan: Muhafız'ın üçüncü sezonunda karşımıza çıkan karakterlerden Nisan. Peki Nisan nasıl biri? Hakan'ın yanında Ölümsüzler'e karşı mücadele edeceğini biliyoruz. Hakan ile yolları nasıl kesişiyor Nisan'ın?
Nisan bir bilim kadını. Kaçırılıp kapatıldığı bir hücreden Zeynep ve Hakan onu kurtarıyor, böylece yolları kesişiyor.
- Üç sezonda kendi mitolojisini yaratmış bir dizi Hakan: Muhafız. Senin projeye dahil olman nasıl gerçekleşti? İlerlemiş bir diziye sonradan katılmanın ne gibi zorlukları ve kolaylıkları var bir oyuncu için?
Üçüncü sezon bambaşka bir hikâyeyle başlıyor, dolayısıyla ilerlemiş bir bölüm olsa bile yeni bir yolu vardı. Ekibin birbirini tanıması da avantaj oldu bence; sonradan gelen bizleri de çok güzel kabul ettiler. Yani pek zorluğu olmadı benim için, hikâyelerin bağlantılarını kurmak dışında. Eski sezonlara elimden geldiğince hakim olmaya çalıştım.
- Tiyatrodan sinemaya, seni hep birbirine benzemez karakterleri canlandırırken görüyoruz. Bir karakteri üzerine geçirirken nasıl bir hazırlık süreci izliyorsun? Nisan olarak kamera önüne geçmeden önce rolüne nasıl hazırlandın?
Farklı karakterleri çalışmak her seferinde yeni bir insan tanıyormuşum gibi geliyor, o yüzden seviyorum. Oynama isteğimi, merak duygumu ayakta tutuyor. Her karakter için farklı bir hazırlanma süreci var benim için, değişiyor.
- Tiyatro demişken, Fotoğraf51'deki Rosalind Franklin karakterinle büyük alkış topladın, Afife Jale Tiyatro Ödülleri'nde de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandın. Tiyatro gibi, geleneksellikle bağlarını koruyan bir alandan dijital platformda yayınlanan bir diziye geçişte neler değişti senin için?
Tiyatronun geleneksellikle bağı var ama bu bağ dramanın tümünde var bence. Hatta tüm sanat dallarında var. Tiyatronun da dili yenileniyor, dönüşüyor, hâlâ organik. Dijital platformlarda olduğu gibi. Dolayısıyla birinden birine geçmek temelinde çok farklı değil benim için. Sadece farklı koşullarda oynuyorum, biri kamera önünde, diğeri seyirci önünde.
"Daha önce karşıma çıkmamış, benim için yeni olan özelliklere sahipse bir karakter, o an ilgimi çekmeye başlıyor.'' – Bige Önal
- Hikâyenin en çetrefilli olduğu noktada diziye dahil oluyorsun. İstanbul artık sadece tehdit altında değil, korkulanlar birer birer gerçekleşiyor. Şehrin intikamını almak için yola çıkan bir ekibin parçasısın sen de. Zorlu bir süreç var karakterlerin önünde. Sen bu zorlu sürece nasıl hazırlandın?
Hazırlık sürecinde karakterimi anlamama, tanımama yardımcı olan bazı egzersizlerim var, öncelikle onlarla başladım. Sonrasında fiziksel olarak hazırlanmam gereken aşamada ise, spor yapıyor olmam yardımcı oldu ancak silah kullanmak, dövüş egzersizleri gibi bir hazırlık sürecine girdim.
- Hem fiziksel hem de zihinsel olarak oldukça kararlı bir karakter Berrin. Ama öncesini bilmiyoruz, ilk kez üçüncü sezonda görüyoruz kendisini. Motivasyonlarının arkasında neler var Berrin'in? Neler şekillendirmiş bugüne kadar karakterini?
Berrin'in hayatta kalmak konusunda çok kuvvetli bir güdüsü var. Kendi mesleğinde de, hayatta da zor bir durumda çoğunlukla aklına sığınmayı tercih ediyor. Mantığın onu yanıltmayacağına çok inanan, realist bir karakter. Kimseye ihtiyaç duymadan problemlerini çözmeye alışmış olsa da kendini çok ait hissettiği bir ekibin parçası olarak buluyor ama buna rağmen kendi doğrusunu söylemekten de hiçbir zaman çekinmiyor. Doğru olduğuna inandığı şeyin peşinden sonuna kadar gider Berrin, en büyük motivasyonu bu sanırım.
- Şimdiye kadar canlandırdıklarından çok farklı bir karakterle karşımızdasın. Bir karakteri sahiplenmeye nasıl karar veriyorsun? Hikâyede veya o karakterin özelliklerinde neler belirleyici oluyor senin için?
Öncelikle daha önce karşıma çıkmamış, benim için yeni olan özelliklere sahipse bir karakter, o an ilgimi çekmeye başlıyor. Devamında da hikâyenin içindeki yeri, hikâyede var olmasının sebepleri motivasyonumu yükseltiyor.
- Spoiler'lardan uzak durmaya çalışıyoruz ama Berrin'in zorlu yolculuğunda olaylar nasıl gelişecek? İlerleyen bölümlerde yoluna çıkanlarla mücadele etmeyi nasıl başaracak?
Berrin her zaman mantığına sığınan bir karakter. Ancak burada bir ekibin parçası olarak sadece mantıkla hareket edemiyor, bir noktada duyguları mantığına karışıyor. Karşılarına çıkan engellerde ekipten birinin zarar görme ihtimali Berrin'i duygularıyla karar vermeye itiyor. Bu Berrin'i en çok zorlayan anlardan biri oldu ama zor olsa da bir şekilde ekibinden de güç alarak aklını kullanmaya devam ediyor.
Bundan sonraki sorular hepiniz için.
- Dijital platformların açtığı alanla birlikte artık daha fazla özgün (ve özgür) içeriğe ulaşabiliyoruz. Oyuncu olarak bu sizin tarafınızda nasıl bir deneyim yaratıyor?
Taner: Böyle bir fırsatımız olduğu için çok mutluyum çünkü biz içerik olarak aslında çok zengin bir toplumuz. Topraklarımızın her bir köşesinden birçok özgün hikâye çıkabilir aslına bakarsanız. Her hikâye televizyonda izleyici ile buluşamayabiliyor. Dijital platformlar kendi yazarlarımız için de büyük fırsat. Hayallerini serbest bıraktıkları daha çok proje üretebilirler. Kendi adıma da ülkemizde gerek televizyonda gerekse de dijitalde denenmemiş, farklı işlerin içinde yer almaktan keyif alıyorum. Hakan: Muhafız da benim için böyle bir iş. Seyircimizin ekranlarda, bizim oyuncularımızdan izlemeye alışkın olmadığı bir tür. Böylesi orijinal yapımlar dizi sektörünü de yükselişe geçirecektir.
Funda: Farkı hikâyelere olanak veriyor. Sürekli benzer hikâyelerde, benzer rolleri oynamak bir yerden sonra keyif aldığım bir iş olmaktan çıkıyor. O yüzden sinema ve tiyatroya bir kurtarıcı gözüyle baktığım zamanlar oldu. Televizyon özgür olmadığı için özgün hikâyeler anlatmaktan çok uzaklaştı. Sanki artık seyirci de sıkıldı. Bu anlamda dijital platformlar yeni hikâyeler denemek adına bir heyecan getirdi. Televizyonda da daha cesaretli işler görmeye başlıyoruz sanki yavaş yavaş. Daha önce de söylediğim gibi, içinde drama olan her şey yenilenmek zorunda, çünkü çağ artık yeni bir çağ; yeni nesil izleyici kitlesi bambaşka bir algıya sahip.
Bige: Benim için hayal bu. İçinde yer almaktan gerçekten çok mutluluk duyduğum üç dijital işim oldu ve gerçekten farklı hikâyeler, farklı karakterlerle karşılaşmak çok büyük heyecan veriyor. Verilen özen, çalışma şartları, elimizdeki hikâyede karakterlerin evrileceği yeri görebilmek gibi çok ciddi motivasyonlara sebep oluyor benim için.
- İçinde bulunduğumuz çağın hızından dolayı olsa gerek, artık konsantrasyon süreleri de giderek kısalıyor, malum. The Irishman üç buçuk saat olarak yayınlandığında, baştan sona tek oturuşta izleyebilen cengaver çok az çıkabildi; çoğu kişi filmi birkaç bölümde dizi gibi izlediğini söylüyor. Bir taraftan da az önce de dediğimiz gibi, orijinal yapımların varlığı dizi sektörünü yükselişe geçirdi. ABD'de özellikle pek çok ünlü film oyuncusu dizilerde rol alıyor artık. Türkiye'de de gidişat bu yönde. Siz dizilerin bu altın çağını nasıl yorumluyorsunuz?
Taner: Güzel bir şey. İzleyiciye geniş bir yelpaze sunuyor. Üstelik herkes basitçe ulaşıp konforlu bir şekilde izliyor. Fakat doğru izleme yapmak önemli. Herhangi bir beş dakikalık video ile usta bir yönetmenin çektiği, "sanat'' dediğimiz, büyük emekler sonucu bize sunulan filmleri aynı algıda izlemek bana doğru gelmiyor. Oyunculuk yapmasaydım da böyle düşünürdüm. Bir izleme disiplini edinmek gerek.
Funda: Dizi izleme alışkanlığından mı konsantrasyon süremiz azaldı, yoksa konsantrasyon süremiz kısaldığı için mi dizi izleme alışkanlığımız arttı, hangisi hangisinden önce geliyor bilmiyorum :) Evet, her şey çok hızlandı. Vakit geçirmek için hızla akan, hızla değişen yapımları izleyip fazla düşünmek zorunda kalmadan eğlenmeye ben de çok alıştım ama derinlikli bulduğum bir işi hâlâ saatlerce izleyebilirim. Bambaşka bir anlatım dilinde 3,5 saatlik bir hikâye de hâlâ izlenebilir bence. Ya da bir dizi, sinema filmi gibi de izlenebilir. Dijital platformlar, dizi sektörü için daha olumlu çalışma şartları getirdiği için de yükselişe geçti bence, sadece hikâye çeşitliliğinden değil. Uzun çalışma saatleri artık düzgün bir iş üretebilmeye imkan vermiyordu, hatta insanlar artık sağlıklarını, hatta hayatlarını kaybetmeye başladılar. Televizyonda 12 saat çalışma sınırı çok yeni, daha önce uyumadan günlerce çalışılabiliyordu, bununla ilgili bir kural yoktu.
Bige: Dijital platformlar aynı zamanda teknolojinin gelişmesiyle yeni jenerasyonun da radarında ve gözlemlediğim kadarıyla yeni jenerasyon, bizim ve bizden önceki neslin televizyonla kurduğu ilişkiden çok uzakta. Bu nesil zaten en baştan beri orijinalliğin peşinde olan, yeni bilgilere internet üzerinden ulaşabilen bir nesil. Ben bu altın çağın sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.
- İstanbul tüm tarihi ve hakkında anlatılan efsaneleriyle dizinin baş karakterlerinden biri. İstanbul'u konu alan çok fazla yapım var elbette ama ilk defa böylesine fantastik bir hikâyede görüyoruz İstanbul'u. Hakan: Muhafız'da şehri Ölümsüzler'e karşı koruyorsunuz. Gerçek hayatta İstanbul'u neye karşı korumak isterdiniz?
Taner: Öyle çok şey var ki! Başta, harika bir coğrafi konumu olan İstanbul'u doğadan uzaklaştıran yapılaşmaya karşı korumak isterdim. Çevre ve deniz kirliliği var bir de… Bu liste uzar da gider. Sanırım burada en büyük sorumlulukta biz İstanbul'da yaşayanlara düşüyor.
Funda: Betondan korurdum. Bu da betona karşı savaşan bir kahramanı anlatan fantastik bir hikâye olabilirmiş :) Artık güzelliği, çirkinliği geçtim, yeter ki elimizde yeşil kalsın. Bir dalın kesilmesi bile sinirimi bozuyor artık.
Bige: Doğup büyüdüğüm bir yer İstanbul. Kalabalık arttıkça insanların birbirlerine karşı özeni gözle görülür bir biçimde azaldı. Bu beni çok üzüyor, dolayısıyla İstanbul'u nüfus patlamasına karşı dolayısıyla çarpık kentleşmeye ve her türlü kirliliğe karşı korumak isterdim.