ŞEHİR TELLALI New York - Londra - Roma |
Yapraklar sarı kırmızı savruldu yeşil çimenin üzerinde, yaza elveda niyetine sıralanmışçasına hüzünlü ağaçlar. Gökyüzü her zamanki gibi bir açılıp bir kapanır kararsız havasında. Birazdan yağmuru çiseletecek kara bulutlar birikti semada. Hyde Park köşesinde Wellington heykelinin altında giderek kabardı yürüyüş kordonu. Ellerinde, üzerinde bir düzine sarı yıldızla Avrupa’da birliği simgeleyen mavi bayraklar.
Aynı anda Kraliçe’nin süvarileri Wellington müzesinin kapısında gardiyan değişikliği töreni için sıralandı. Etraflarındaki dünyadan habersiz gibi. Sanki 19. yy’da, İngiliz komutanı Wellington’ın Fransız imparatoru Napolyon’u yendiği Waterloo zaferini kutluyor heykel. Atlar itiraz etti etrafın kararsızlığına. Siyah parlak iyi bakımlı hepsi. Kuvvetle tırısa kalktı kimi. Kimi kişnedi ilerlemek yerine geri geri tepindi. Kimi düzeni tamamen bozup gemlerinden bir an önce kurtulmak için silkelenmeye çabaladı.
Yürüyüş kordonundakiler tören süvarilerine Avrupa Birliği bayraklarını salladılar. Trafik polislerinin arkasında kenetlenen ne varsa, araba, yaya, kamyon, otobüs galeyana geldi. Ver yansın itiraz etti, klakson korosu, Avrupa ile birliğe. Kimi küfrederek, kimi kol bacak göstererek yürüştekilere. Kaldırımda saldıracak gibi gerilmiş halde, cep telefonuna bağırdı siyah kadın:
“Ne diye bağırıyor bunlar! Avrupa ile birlik istiyorlarmış! Brexit intiharmış! Utanmazlar! Bir de bağırıyorlar. Sinirleniyorum tabii. Sinirlenmez miyim? Burada insanlar işsiz haberiniz var mı?”
Londra sonbahara hem İngiltere’yi hem de Avrupa Birliği’ni kaybeden bir karanlıkla varıyor böyle. Geçmişin de geleceğin de günümüzde sürekli var olduğunu, zamanın ve düşüncenin hep aynı kaldığını kanıtlamak istercesine. Casus kitaplarının usta kalemi, soğuk savaşın eski casuslarından, 83 yaşındaki yazar İngiliz John Le Carre, geçtiğimiz hafta yeni kitabını tanıtmak amacıyla yaptığı söyleşide günümüzü 1930’lu yıllara benzetti:
“1930’larda Avrupa’da olanları, İspanya’da, Japonya’da ve tabii ki Almanya’da olanları düşünüyorum. Bütün bunlar kesinlikle faşizmin yükselişe geçişinin işaretleriyle paralel şeyler ve son derece bulaşıcı. Faşizm kalkmış, Polonya’da Macaristan’da koşturuyor. Ve genel bir destek söz konusu… Trump’ın Amerikada geçtiği aşamalar ve ırkçı düşmanlığı körükleyişi… gerçeği sahte haber haline getirişi, sahte haberi yasalaştırması…”
1930’da Oxford ve Yale üniversitelerinden birlikte yayınlanan, “Batı Karşısında Türkiye” isimli İngilizce olarak kaleme aldığı kitabını Halide Edip “Silinir mi Türkiye?” başlıklı bölümle noktalar. Kitabının son iki cümlesinde önce soruyu sorar: “Avrupa’da birleşik olmakla birlikte tek vücut olmayan bir birlik mümkün olacak mı?”
İdeallere dair, “Asla yaşamadıklarımız ve asla yaşamayacaklarımıza dair...”alıntısıyla, Alfred de Musset’in “Çağımızın Çocuğunun İtirafları” ile açtığı kitabın son bölümüne, Halide Edip, insanlığa geleceğe yürürken birbiriyle hep bağ içinde olduğu gerçeğini hatırlatarak başlar. Dünyada tek başına bir millet tasarlamanın gerçekle alakası olmadığını belirterek. O tarihte karşılaştığı bir İngilizle, gelecekte doğu-batı çatışması ihtimalini konuşur, “o çatışmanın başladığı zaman geldiğinde herkesin birbirine iyice karışmış olacağını, kimin kim, neyin ne olduğunu anlayabilme imkanı kalmayacağını” saptarlar. Ama bu gerçeği görmek istemez dünya, sahte haber peşine düşer.
Yine o tarihte, İngiliz yazar H. G. Wells, Pazar Ekspress’de Faşist diktatörlük üzerine bir makale yayınlayarak çeker Halide Edip’in dikkatini. Wells makalede, “Önümüzdeki dönemde düşüncede ve eylemde belirli bir benzerlik içinde görünen üyeleriyle yarı dini çerçevede hareket eden örgütlü kardeşlikler insan ilişkilerinde giderek daha artan bir rol oynamaya başlayacak görünüyor” tespitini yaparak faşizmi tanımlar.
O tarihte, büyük savaştan yeni çıkmış, o savaş ateşinin dünya atmosferine salıverdiği canavar alevlerle kavrulmayı sürdüren insanlık, ikinci bir dünya savaşı yoluna girmiştir. Jön Türklerin diktatörlüğü bütün savaş sonrası diktatörlüklerin ilki olarak tarihe yazılmıştır. Onu takip eden bütün diktatörlükler, destek aldıkları fikir ne olursa olsun, birbirinin aynı şekilde, esasen uzun kuşaklar boyu sürecek olan bir süreci bir gecede değiştirme mekanizması ile kurulmaya devam eder. Hepsi düşüncenin eyleme dönüşmesi sürecinde aynı kestirmeyi kullanır. Bu diktatörlüklerin kimi diğerlerinden çok derin yara açar. Kimi insanın ruhunu değiştirmeyi amaçlar, geçmiş dönemlerin despotizmini aratırcasına giderek çok daha sert ve kaba biçimlere bürünürler ebediyen.
Halide Edip kitabını “Avrupa’nın kaderinin içler acısı bilmecesini çözebilen “Türkiye silinir mi” sorusunun cevabını da açıklıkla verebilir” cümlesiyle noktalar. Bu değerlendirmeyi takip eden on yıl içinde Avrupa faşizmin çizmesiyle kanlar içinde ezilmeden önce.