Şebnem Şenyener

11 Ekim 2015

Pürüzsüz...

Metroda, otobüste, sokakta bir anlığına bir araya gelenler arasında, büyük bir yakınlık oluşur...

ŞEHİR TELLALI

Newyork-Londra-Roma

 

 

”Pürüzsüz” hafızaları zorluyor unutulan Manhattan’ı geri getirmeye kararlı!  “Lokanta Peşinde Koşturmak Turistliktir!” Manhattan’lılara kim olduklarını hatırlatırlatırcasına, bayrak bayrak ilanları Manhattan’da dört bir yanda.  “Hele hele Yemek Pişirmek! O Tam Jersey İşi!” “Sabaha Karşı Saat 3’de Çin Mantısı ve Donut Ismarlamak Senin Sırrın!” “New York’ta 8 Milyondan Fazla İnsan Var Hepsinden Kaçınman İçin Yardım Bizden!”

“Pürüzsüz” eve yiyecek servisi örgütleyen bir bilgisayar uygulaması. Metrodan sokak ilanlarına şimdilerde Manhattan’da her yeri yukarıdaki ifadelerle dolduran reklam kampanyasının sahibi. 2001’den bu yana süper zarifleşen, orta sınıfın cenneti haline gelen adayı gerçeğe, eski hayatına çağırırcasına kırmızı bayraklarla donatmış duvarları... Şaka tabii, ama her şaka gibi hem güldürüp hem bir vakitleri hatırlatıyor bana...

Buraya ilk vardığımda! Yıl 1982 Manhattan’da öldürülenlerin sayısı 1826... soygun, hırsızlık, saldırı adım başı.. İşsizlik oranı tavanı vurmuş yüzde 8,5 enflasyon yüzde 10. New York 1930’lardan sonraki, 1972’de başlayan en büyük ekonomik krizin içinde 10 yıl geçirmiş, havlu atmaya hazır boksör gibi her tarafı kan, revan, çürük, şiş, iyice dövülmüş halde yara bere içinde. Dow Jones değerinin yarısını kaybetmiş, Reagan başkan seçilmiş, lokantalar, barlar sigara dumanı dolu. Sokaklar çöplük. Soho duvarlarında sık sık “sıçan geçidi” uyarıları yazılı. Evler karafatma yuvası. Çöplerin etrafı kedi büyüklüğünde sıçanlarla sarılı. Bırakın bayılıp hastalanmayı, biri soyulduğunda, dövüldüğünde, bıçaklandığında ya da vurulduğunda etrafında kimse kalmaz, insanı oracıkta kendi kaderiyle başbaşa bırakırdı çoğu New Yorklu. Gece karanlığında sokaklardaki tek aydınlık tutuşturulan çöp bidonlarıydı. Etrafında sırtlarında yamalı battaniyeleri ile ısınmaya çalışan evsizler. Ateşin ışığı bazen yüzlerin sertleşmiş hatlarına, bazen sulu gözlere bir anlığına çarpar, o paçavra yumağının içinde insanlıktan hayatta kalmış son zerreyi aydınlatırdı.

1977 elektrik kesintisinde New York’ta olmadığım halde şehir üzerindeki etkisi 80’lerde hala devam ediyordu. Ekonomik kriz sonucunda iflas eden mülk sahipleri, binalarının parasını en azından sigorta tazminatı ile kurtarmak için elektrik kesintisini bahane edip binalarını yakmıştı. Geriye bir harabe kalmıştı, Bronx’da, Brooklyn’de, Doğu Manhattan’da. Crack kokain şehre yeni varmıştı ve bütün bu yıkık dökük yerler müptelalara mekan olmuştu.

1980’li yıllar böyle bir ekonomik krizle, üstüne başta sanatçıların kökünü kıran AİDS ile başladı. Camları kırık şehre acımasız ortaçağ vebası gibi çöktü AIDS. Kırık pencere camlarına bakıp bir güvenlik teorisi geliştirdi polis. Bir mahallede kırık pencere camları oldukça şiddetin de olacağı ilkesine dayalı teoriye göre, mahallenin kırık camları yenilendiğinde orada yaşayanlar arasında şiddet azalacaktı. Uygulandı kırık cam teorisi ve Donald Trump gibi fırsat avcıları ekonomik baskı altındaki binaları alıp gayrimenkul vurdusuna çevirdiler. Fırsatlar böyle bir sefaletten doğdu 2001’e dek...

Doğrudur, New York her zaman çok hayatlı bir ada. İçinde birbiriyle asla kesişmeyen yığınla çember var. Sosyal içeriği, komşuların çoğu kez birbiriyle sadece kooperatif toplantılarında konuştuğu, çocuk sahiplerinin sadece veli toplantılarında karşılaştığı, ya da insanların sadece mahkeme de jüri üyeliğinde bir araya geldiği bir yer diye sınırlamak mümkün. Kısacası sosyal kepenkler kapalı çoğu kez. Ama aynı zamanda metroda, otobüste, sokakta, barda bir anlığına bir araya gelenler arasında, muhtemelen bir daha asla görüşmeyeceklerini bildiklerinden belki de, büyük bir yakınlık oluşur.  Bir anlığına büyük güvenle, en büyük sırlarını paylaştıracak kadar açılır şehir.  Çoğu kez sohbet, “ooooo o da bir şey mi? Sen benim hikâyemi dinle” diye başlar! Trajedi anında komediye dönüşür. Acılarla kavrulmuş hayatlar buruk bir komediyle anlatılır.

Pürüzsüz işte şimdi, hala asla uyumayan şehrin o eski espri ruhunu çağırıyor ilanlarıyla geriye. Mesela; on beş yıldır Manhattan’da yaşıyorsunuz. Diyelim orta Manhattan’da. Time meydanında aniden metro kapılarını kapıyor ve ekspres olmaya karar veriyor! Olur ya... Bugün de canı ekspres gitmek ister, yada bir üst durakta bir sorun vardır.  Ama bir üst durak sizinki. Fakat kondüktör anonsu yapmıştır bile, “bir sonraki durak 205. Sokak!”  ahhh! Ne olacak şimdi! Etrafınıza bir bakıyorsunuz aniden hiç kimse size benzemiyor... İmdat!

Bana yardım edin, ben bu trene mensup değilim diye haykırmak geliyor içinizden. Canım niye durmuyoruz! Ahhh ahh ahh işte benim durağım, geçiyoruz kondüktör, benim durak!!!! Bir dakika, bir dakika... diyemezsiniz. Sesinizi çıkaramazsınız! Bırakın ses çıkarmayı yüzünüzün ifadesini dahi değiştiremezsiniz... Orada öyle hiç renk vermeden, evinize gidiyormuş kadar rahat bir ifadeyle put gibi durmaktan başka çareniz yok! Milyarıncı durakta indiğinizde “hah eve geldim!” ifadesi olacak yüzünüzde.  

Oh! Eve gelmek ne iyi oluyormuş! Burası milyonuncu sokak benim evim! diye gülecek gözleriniz. New York’u seviyorum diye düşüneceksiniz. Hem de çok! Burası harika bir şehir. Burayı bırakanlardan nefret ediyorum. New York, sekiz milyon kişi, sekiz milyon hikâye! Ama esas üç hikâye var: New York’a taşındım diye başlayanı birincisi, Hayatım boyunca New York’ta yaşadım diye başlayanı ikincisi, üçüncüsü ise “Hayalet Avcıları!”


www.sebnemsenyener.com