ŞEHİR TELLALI Newyork-Londra-Roma |
Soyunmasını istediler. Çırılçıplak. Saati 50 kuruşa saatlerce seyrettiler onu. Bazen günde on saat. Hiç kıpırdamamacasına. Mermer, bronz biçim değiştirdi önünde ama ona hareket hakkı tanımadı kimse. Utanınca azarladılar kaybedecek vakitleri olmadığını söyleyerek. Aradan yüzyıl geçmesine rağmen, bugün hala aşağı Manhattan’da belediye binasının kubbesindeki tahtından şehri seyreden altın tanrıça, New York’un ihtiras sembolü Miss Manhattan böyle doğdu. Önce Rochester New York’ta 1891 yılında. Audrey Munson adıyla. Çocukluğunu müziğe meraklı geçirdi. Büyüyüp genç kız olduğunda Manhattan’ı yüksek sanatla bezeyerek, Avrupa ile yarıştırmaya kalkan, dünyanın en büyük şehri, Yeni Roma yapmaya kararlı Amerikan aristokratlarının, Vanderbilt, Astor, Frick, Whitney ve Rockefeller’ların beslediği sanatçıların stüdyolarında aranan model haline geldi. Zenginler beşinci caddeyi parke taşlarla döşeyip köşklerini sıraladıkları sırada sanatçılar onun heykelleriyle bezediler şehri. Şehrin rekabetçi ruhunun melankolik sesi gayri resmi tanrıçası haline geldi kısa zamanda. Uzun boylu, atletik yapılı güzel kadın, sanatçıların stüdyolarında gün boyu çırılçıplak oturup Manhattan’a güzel sanatlardaki çehresini verdi. Ona kimileri “Stüdyoların Kraliçesi,” dedi, kimileri “Kollu Venüs,” “Fuar Kızı,” “Amerikan İdeali” diye sık sık sarı basın manşetlerini doldurdu. Sanatçılar ilhamı onda buldu, onda “bozulmamış” bir doğa gördü. 1913 tarihli The Sun gazetesine göre, tam yüz sanatçı için Miss Manhattan , gözlerinin içi gülen, kaymak teni, sırma saçları, sihir saçan endamıyla onlara kutsanmış melekten dans eden havuz kızına kadar sonsuz ilham veren o genç kadın!
Manhattan günün birinde onun kadar güzel olacaktı. İyon tanrıları gibi dünyaya tepeden bakacaktı. Sanatçılar şehrin dört bir tarafını onun heykelleriyle doldurdular. Manhattan üzerinde bugün hala 15 heykel onun. Manhattan köprüsündeki “Ticaret Ruhu,” Astor oteli lobisindeki “Üç Zarafet”, 57. Sokak beşinci cadde üzerinde 1907’den beri duran çıplak kadın, New Amsterdam Tiyatrosunun kemerli girişindeki asil figür, Metropolitan Müzesindeki “Hafıza,” ve “Yas tutan Zafer”, “Bakirelik,” Hudson Nehri Müzesindeki “Üç İlham Perisi”, “Ölümsüzlük Dahisi”, Straus parkındaki “Straus Anıtı,” batı yakasında Riverside otoyolu üzerindeki “Suların Çeşmesindeki Müzik,” New York Kütüphanesindeki oyuk tasvir, Central Parktaki Maine Zırhlısı anıtı, İtfaiye anıtında o var. Yüzü, gözleri, burnu, vücudu, kolları, uzun parmakları, saçları, dolgun diri gögüsleri, melankolik duruşu, atletik bacakları, ince bilekleriyle, MacMonnies, Calder, French, Weinman, Bitter, Konti, Dodge, Aitken ve Herbert Adams gibi pek çok sanatçıya ilham veren model.
Yine The Sun gazetesine göre:“Miss Manhattan lakabıyla ona ün kazandıran sanatçı Charles A. Heber’dir. 24. Sokak sekizinci cadde yakınındaki stüdyosu, Latin mahallesinin ortasındadır.”
Lincoln Anıtının yapımında Henry Bacon ile işbirliği yapan Daniel Chester French, Metropolitan müzesindeki “Hafıza” adlı eserini tanımlarken, “maalesef Hafıza adlı eserim insanlığın çektiği acıları ifade edemeyen bir eser. Üzüntüyü göz ardı etme eğilimi içinde olduğumu itiraf etmeliyim, onun yerine hayatın tadını işlemeyi yeğliyorum –heyhat! Yılanı kışlıyorum. O cennete ait değil miydi zaten? Hayatımdan onu çıkarmayı başaramadım, ama onu kili, tuğlayı, mermeri işlerken unutmayı becerdim. O yüzden mermer hanımım sizi bir iki dakikalığına da olsa hülyalarımın yılansız cennetine getirsin!” diye anlattı onu. Sonra Havva pozunda bir heykel yarattı ondan.
Sanatçılar onu çalışırken, o da sanatçıları çalıştı:
“...model sanatın hülyaları, idealleri, hayal kırıklıkları ve bilinemezliği hakkında epey bilgi sahibidir. Aniden küçücük bir bebek gibi davranan büyük bir ressam, ya da kadınları idealize ettiği halde, onları küçümseyen dürüst, analitik bir heykeltıraşı izleyen model, sanata bütün bakış açılarından bakmayı öğrenir. Öğrendikçe, kendisini daha çok sorgular, hele hele yoğun bir çalışma günü sonunda geceleyin odasına, mahrem dünyasına çekildiğinde soru sorma gücünü yeniden kazanır “ diye düşündü.
O tarihlerde çıplak poz verdiği için eleştirildi, kötülendi. Boston Halk Kütüphanesinde “Sarhoş Kadın” adlı çıplak pozuyla, elinde olgun üzümler, meyveler ve bolluk arasına uzanmış bu süt tenli güzel sergilendiğinde ortalık karıştı.
Amerikan sinemasının ilk çıplak kadını o oldu. 1915’de New York’ta çekilen “İlham” isimli filminde kendi gibi sanatçı stüdyolarında poz veren bir modeli canlandırdı. “Saf” adlı ikinci filmin bütün sahnelerinde çıplak göründü. Üçüncü filmi “Rüyaların Kızı”nda da. Dördüncü filmi “Futursuz Güveler” onu akıl hastahanesine taşıyan çıplak kariyerin son durağı.
1919’da Batı yakasında 65. Sokakta sanatçıların stüdyolarına yakın bir adreste annesiyle birlikte oturduğu sırada Dr Walter K. Wilkins ve eşi Julia ile tanıştı. Wilkins modele aşık oldu, aşk mektupları yazdı. Bu durumu öğrenen eşi Julia’yı döverek öldürdü. Elektrikli sandalyede ölüm cezasına çarptırıldı. Hücresinde kendini astı. Munson o zaman annesiyle birlikte inzivaya çekildi. İntiharı denedi. Olmayınca 39 yaşında bir akıl hastahanesine yerleştirdi onu annesi. Hayatının geri kalan 65 yılını 1996’daki ölümüne dek bu akıl hastahanesinde geçirdi.
Manhattan Yeni Roma olamadı hiç. Avrupai “saf güzellik” Atlantik okyanusun aşamadı bir türlü. Tanrıçasıyla donandığı yıllarda Marcel Ducamp, Armory şova sunduğu “erkek tuvaleti-pisuar” ile sanatta devrimin yolunu açınca New York devrimi takip etti güzelliği değil. Caddeleri hala çukur dolu. Daha geçtiğimiz hafta ikinci caddede 121 numara, yedinci sokağın köşesindeki Japon lokantasında, gerçekleşen gaz patlaması sayesinde bir köşesi daha yıkılan delik deşik bir ızğara. Bakımsız, yırtık pırtık haliyle Miss Manhattan gibi hayatın üzüntüleriyle dolu, gözleri yaşlı, kar, yağmur, çamur bir güzel.
www.sebnemsenyener.com