New York-Londra-Roma Şehir Tellalı |
Kırları doldurmuş sarı, bekliyor baharı çoşkuyla bekliyor ve gelecek tabii, geleceksin yetti gayrı. Ben diyorum ki, yeterince içtik içi boşaltılan şehirlerimizin hasretini.
Önümde alabildiğine denize maviye uzanan sarıya bakıyorum. Güneş özlemiyle çoşmuş toprak, kıştan karanlıktan kurtulacak. Hafif bir rüzğarla sürekli titreşen sarı yumuşak parlak yapraklarda saçların, güneş çarptıkça altın altın, kıvır kıvır. Elimi uzatıyorum parmaklarıma dolanıyorlar. Saçlarını parmaklarımla tararmışım gibi elimi sokuyorum sarı çiçeklerin arasına. Parmaklarımda gölgeleri sarı. Baharın rengi. Huzurlu bir nefes bağrımda, saçların kadar yumuşak. Yıllardır bir türlü dalamadığım huzurlu uyku bastırıyor göz kapaklarımı. Başımı başına yaslarcasına sarıya bırakıyorum. Sonra saatler sonra uyanıyorum sapsarı mimozaların altında.
Mimozalar çoşmuş, toptop, dalların ucunda, üstünü tümüyle örtmüş ağacın. Tepemde aynı senin başın. Kokladıkça daha da açılıyor daralan nefes. Boşalıyor içe çöreklenen o karanlık. Vurulmaktan çürümüş, körlenmiş bıçakla deşilmiş et, sopayla kırılmış kemik, işkencenin, acımasızlığın, nefretin, öfkenin iltihabını temizleyen sarı, zihnin, yüreğin üzerinden.
Kulağımdan hiç eksik olmayan dizeler: “..bir resimdin” diye devam ediyor: “bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin/belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne”
“Vakit hızla ilerliyor”a gelince ben diyorum ki bak şu sarıya, iyileştiriyor insanı, bahara yaklaşıyoruz. Geçtik gece yarılarını artık. Masanın üstündeki o ayrılık hani o kahve bardağıyla limonatanın arasında...masanın üstünde dirseğini dayadığın yerde.. aklından geçende...rahatlığında... güveninde bana... birdenbire kapı açılır gibi sevdalanmakta... yer çekiminden kurtulmuş tüy gibi denemeyecek ama yinede ağırlığı olmayıp da kendisi olan ayrılık bitmek üzere.
Ben diyorum ki yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığı hızla gerilere kayıyor. İşte bak sarıya, güneşe bürünmüş bahar koşarak yaklaşıyor bize, kucaklaşmaya.
Ufukta açık mavi gözlerin ve sapsarı, top top, dolu dolu, mis kokan mimoza kıvır kıvır saçların güneş.
İçi elini çektiğin bir eldiven gibi boşaltılan yeryüzünün en güzel şehri nicedir sönük, nicedir yalnız, nicedir seni göremeyen aynalar gibi özledi güneşi.
Parmaklarımda altın tozları sarı çiçeklerin poleni. Evet, gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları tepemde. Ama kim aldırır bu gürültüye.
Dünyanın pek çok şehrininin içini boşaltan o yalanlar güldür güldür, peşpeşe döküldükçe kürsülerden, başta sırf korku yüzünden, o kürsülerin önünü doldurup da alkış tutanlar farkında çünkü.
Şair sordu belki ama Abidin çoktan yapmıştı zaten mutluluğun resmini. Sensin, onun altın sarısı çıplak adamı, maviye uzanan sapsarı lalesi güneş dolu.
11