Şebnem Şenyener

12 Haziran 2016

Kulakları acıtır zincirin sesi

Ama hayattan hiç eksik olmadı yumruk...

ŞEHİR TELLALI

New York - Londra - Roma 

 

 

Hikaye büyük. Zincirleri kulakları acıtsa da. Adı; hayatını adam döverek kazanan Kral: "Bir keresinde timsahla güreştim, bir balinayla alt alta üst üste geldim, yıldırımı kelepçeledim, şimşeği hapse attım, daha geçtiğimiz hafta bir kayayı öldürdüm, bir taşı yaraladım, bir tuğlayı hastanelik ettim, öyle kötüyüm ki ilacı bile hasta ederim ben!” Gelmiş geçmiş en büyük boks şampiyonu Muhammed Ali Clay’in sözleri.

Siyah ırkçı İslam Millet’inin neferi olmayı kabul ettikten sonra beyaz ırkçı Ku Klux Klan’ın kürsüsüne çıkıp, aynı onlar gibi, siyahlarla beyazların karışmasına karşı olduğunu söyleyen Muhammed Ali Clay’in, Klan üyelerince alkışlanan sözleri:  ”Mavi kuşlar mavi kuşlarla,  güvercinler güvercinlerle, kartallar kartallarla.”  Beyaz adama bundan daha iyi köle can sağlığı dedirtecek sözler. Playboy dergisine verdiği söyleşide Müslüman siyah bir kadın, Müslüman olmayan beyaz bir adamı kendine eş seçerse ne olur sorusunu “öldür onu!” diye cevaplayan Muhammed Ali Clay o. İlk eşini ruj sürüyor, dizinin üstünde etek giyiyor, “gözleri cezbedip beni utandırıyor” diye boşayan boks şampiyonu o. Amerikalı siyahların en önemli lideri Martin Luther King’i beyaz adama satılmışlıkla suçlayan  boksör. Onun her yerde gürül gürül gürüldeyen cesareti, siyah lider Malcolm X’in öldürülmesinde, İslam Millet’inin lideri Elijah Muhammed önünde sessiz.  

Ali’nin neferi olduğu faşist İslam Milleti’nin, hurafeden ibaret, siyah ırkçı doktrini Yakup’un hikayesi ile başlar. 6600 yıl önce Yakup, kafatası büyük doğduğu için sürgüne gönderilir.  59900 yandaşıyla birlikte Ege denizinde Patmos adasına varırlar. Burada planını uygulamaya koyar ve beyaz “şeytan ırkı” yaratmak üzere aralarındaki siyahları öldürür.  Böylece, ince kanlı, zayıf kemikli, küçük beyinli ve muhakemeden mahrum oldukları halde mavi gözlü bu beyaz şeytanlar üstünlüğü ele geçirir. Afrika’dan köleler ithal edip, zor kullanarak onları domuzla beslerler. Fakat kurtuluş yakındadır. Çok yakın bir zamanda l000 metre çapında bir uzay aracı insanoğlunu bu durumdan kurtarmaya gelecektir. Bu ana uçağı ruhani melekeleriyle onu kullanan siyah adamlar getirecektir. Onun içinden yüz küçük uçak çıkacak ve dünyayı sadece muhakeme sahipleri kalıncaya kadar bombalayacaktır. Bundan bin yıl sonra dünya siyah adamın bir medeniyet kurmasına elverişli hale gelecek kadar soğuyacaktır.

Bu kadar hurafeye rağmen, Cassius Clay’i Müslümanlığı kabul etmeye ikna eder İslam Milleti. Adını değiştirip Muhammed Ali yapar.

Doğum yeri, geçen yıl 84 kişinin öldürüldüğü Louisville, Kentucky. Batı Ucu  mahallesi. Küçücük, tahta tek göz evde doğdu Cassius Clay. Siyahların beyazların çeşmesinden su içmesinin, beyazların tuvaletine işemesinin yasak olduğu yıllarda büyüdü. Afrika kökenli bir kölenin torunu. Ebeveynleri İrlanda ve İngiliz’lerle karıştığından kendisi, ırkçı inançlarına ters düşmesine rağmen bir melez. Annesi temizlik işçisi, adını ona veren babası Cassius Sr, tabelacı. Dört erkek ve bir kız kardeş sahibi. Komşularının çocuklarına bakıcılık yaparak çalışmaya başlar daha 12 yaşında, boksa başladığı yıllarda. Çocuklarına baktığı komşularından para yerine salamlı sandviç talep eder. Bir gün bisikleti çalınır. Ve kendi anlattığı hikayeye göre ringe çıktığı her sefer o bisikletini çalana vurur yumruğunu. 

Boksun spor adını nasıl nerede ne zaman aldığı pek belli değil halbuki. Roma İmparatorluğu'nda gladyatör gösterileri döneminde, o vahşi dünyada dahi, IS 393 yılında, aşırı şiddet nedeniyle iptal edilen yumruk dövüşüdür boks. İki tarafın bağımsız iradesiyle karşılıklı birbirine zarar vermesini “eğlence” kabul edemez Roma bile. Tekrar ortaya çıkışı 17. yüzyılda, İngiltere’de.

Ama hayattan hiç eksik olmadı yumruk. Filozof Jean-Jacques Rousseau’nun özgürlük formülü: “insan özgür doğar, her yere zincirlidir” ifadesini doğrularcasına. Dövülerek ve döverek büyüdük çoğumuz. Bizim okul müdürü derse girdiğinde her sabah, önce bir fasıl benim yanımda oturan kendi kızını döverdi. Kızına diğer öğrencilerden farklı muamele yapmadığını göstermek amacıyla. Korkudan değil, kızcağızın durumuna üzüldüğümüzden her sabah biz de bir fasıl sınıfça ağlardık. El atanlar nedeniyle yaka paça, küfür, kavga dolayısıyla her gün bir sabah bir akşam tıklım tıklım inip bindiğimiz belediye otobüsünün de kuralıydı dövüş. Ellerimde boks eldivenleri olsa da şu herifin burnuna, gözüne, boşluğuna bir yumruk geçirseydim diye çoğumuzun kendimize acıdığı anlar vardır hayatta, malum. Kollarım cılız olduğundan, acizin tarafında değil hep bileği kalının, kuvvetlinin tarafında kaldı yumruk.   

1 Ekim 1975 gecesi Muhammed Ali’nin dokuz roundda Joe Frazier’ı yenerek boksun “gelmiş geçmiş en büyüğü” seçildiği maçta o yumrukları bu duygularla seyredenlerden biri de benim. O gece sabaha karşı siyah beyaz televizyonun önünde “Muhammed... muhammed Ali! adımları kelebek gibi, yumrukları sokan arı ...” şarkısını dinlediğimi hatırlıyorum.  İçimde bir ukteyle ama. Kalbim nedense ringde bir çuval gibi dövülen Frazier’ın tarafında atarken.

Boksu hiç sevmedim. Hala daha niçin spor kabul edildiğini de anlayabilmiş değilim. Gülerek seyrettiğim tek boks maçı, Şarlo’nun sessiz filmi “Çiçekçi Kız”da, aşık olduğu, kör çiçekçi kızın gözlerini açtırmak üzere para kazanmak amacıyla ringe çıktığı maçtı.  Güldüm o sahnelere.  Şarlo’nun karşısında ayıdan büyük, hınçla ve nefretle yumruklar savuran ensesi kalın rakibinin hışmından her türlü akrobasi ile kaçışına ve sonunda mindere serilişine. Güldüm rol olduğunu bildiğimden. Belki o yüzden, boksu spor değil, insani sefaletin bir simgesi olarak tanıdım. Adam döverek şampiyon olmayı, bunu seyretmekten zevk almayı insana yakıştıramadım.

New York’lu siyah romancı James Baldwin’in, siyahların oy hakkını kazanmasından kısa bir süre sonra, 1962’de  yazdıklarını: “Zencinin geçmişi iptir, ateştir, işkencedir, kastrasyondur, kısırlaştırılmasıdır, ırzına geçilmesidir, ölümdür, aşağılanmaktır, gece gündüz korkudur, o korku ki derine kemiğe iliğe işler, hayatın yaşanırlığından şüphe duyar o zaman, kadınına üzülür, ırkdaşlarına üzülür, çocuklarına üzülür, onun korumasına muhtaç olan ve koruyamadığı herşeye üzülür” hatırlattı bana hep boks. Boksörü siyah ya da beyaz, köle ya da özgür, seyircisiyle beraber insanı bir kutunun içine hapseden o şiddet.  

www.sebnemsenyener.com