ŞEHİR TELLALI New York - Londra - Roma |
İngiliz roman yazarı Julian Barnes, 1998’de İngiliz edebiyatı “Booker Ödülü”nü “İngiltere, İngiltere” adlı kendi ifadesiyle “yarı-fars” kitabıyla kazandı. Roman İngiltere’nin güneyindeki küçük “Wight adası” üzerinde turistler için kurulan, teması İngiltere olan bir turizm parkı hakkında faraziye bir serüven. Önce İngiltere’ye ait hakiki ya da yakıştırılmış ya da İngiltere tarafından öyle gösterilmiş ne kadar mit, moda, gelenek, milli kimlik, tarih varsa her şeyi bir turistik eşyaya dönüştürerek satışa çıkaran bir çeşit Disneyland olarak açılır tesis. Derken, turistlerden gördüğü büyük ilgi sayesinde büyük bir hızla gelişir, ekonomisiyle Eski İngiltere’yi geçer ve Eski İngiltere’ye rakip olur. Kısa sürede, Eski İngiltere ülke olma özelliklerini yitirir. Üç bölümlük romanın kahramanı Martha Cochrane’in çocukluk anıları, kırsal İngiltere’de geçirdiği gençliği ile başlar. İkinci kısmı “İngiltere, İngiltere” kırk yaşlarındaki Martha’nın megaloman işadamı sayesinde giriştiği turizm parkı projesiyle devam eder:
“Gemiden en son Martha çıktı. Üzerinde en eski elbiseleriyle hem de. Buna rağmen iyi meşeden sağlam yapılmış cilalı gümrük masasının önüne geldiğinde yanakları sakallı gümrük görevlisi onu şevkle selamladı. Eski İngiliz pasaportunu atmamıştı, ayrıca gizli gizli vergisini de ödemeye devam etmişti. Bu iki önlem İzinli Göçmen sınıflandırmasından yararlanabilmesinin teminatıydı. Yün pamuk karışımı şayak bezinden yapılmış sert üniformanın ve kalın Wellington çizmelerinin içinde kaybolmuş gibi duran gümrük görevlisi kemerinden altın avcı saatini çekip çıkardı ve onun vatandaşlığa dönüş işlemini tam saatiyle koyun derisi büyük deftere kaydetti. Martha’dan çok genç olmasına rağmen ona sanki uzun süredir kaybedip de bulduğu kızı gibi bakıyordu. ‘Bana soracak olursanız hanımefendi,” dedi “kaçan kız evde kalandan iyidir.” Bunu söyledikten sonra ona pasaportunu iade etti. Onu yeniden selamladı, çantalarını taksi durağında sıralanan atlı arabalardan birine taşıması için hamal oğlanlardan birini ıslıkla içeri çağırdı.
Onu en çok her şeyin ne kadar hızla çözüldüğünü görmek şaşırttı. Peki, bir dakika! Belki haksızlık ediyordu değil mi? En azından The Times gazetesi olsa – ki hâlâ Wight adasında, Ryde kasabasında yayınlanmaya devam ediyor- bunu böyle anlatmazdı. Adanın resmi söylemi, en azından Gary Desmond ve onu takip edenlerin övünçle yaptığı değerlendirme basitti. Eski İngiltere, toprağını, refahını, etkisini ve nüfusunu üzerinden büyük bir hızla silkeleyip atmıştı. Eski İngiltere artık Portekiz’in ya da Türkiye’nin iyice geri kalmış bir köşesiyle bile karşılaştırıldığında daha kötü durumdaydı. Eski İngiltere kendi boğazını kesmişti ve sadece boğuk bir gaz lambasının aydınlattığı lağımın içinde yatıyordu. Times gazetesinin “DUL SULTANKEN DÜŞMÜŞ VE DIŞLANMIŞ” manşetinde ifade ettiği gibi kötü bir ibretten beter olmuştu. Eski İngiltere tarihini kaybetmişti ve –hafıza kimlik olduğuna göre- artık kim olduğunu da bilmiyordu.
Ama bütün bunlara başka bir taraftan bakmak da mümkündü ve geleceğin tarihçileri hiç bir konuda olmasa da artık çok belirgin olan iki süreci tanımlamak konusunda hem fikir olacaktı. Birincisi, Ada Projesi kurulur kurulmaz başlayan rekabet idi, İngiltere, İngiltere ile rekabete girişti. Bu süreç Eski İngiltere kadar sürdü –kolay olması için bu terimi benimseyecek olursak. Anakara bu dönemde bir girdap girmiş hızla düşüyordu. Turizme dayalı ekonomi çökmüştü; spekülasyon parayı çökertmişti; Kraliyet ailesinin çekilmesi saygın kesime bir sürgün salgını olarak yansımıştı; ülkenin en güzel mülklerini ikinci bir ev sahibi olmak amacıyla Avrupalılar satın alıyordu. Yeniden yükselişe geçmiş olan İşkoçya büyük parseller satın alarak kuzeyde taa eski endüstri bölgelerine kadar yayılmıştı; Gal ülkeleri bile Shropshire ve Herefordshire’e kadar yayılmışlardı.
Birçok girişime rağmen sonunda iyi para harcayarak kötü parayı kurtarmaya yanaşmadı Avrupa. Bazıları Avrupa’nın vaktiyle kıtanın en iyisi diye bilinen bu ülkeye karşı takındığı bu tavırda art niyet aradı; tarihten kaynaklanan intikam gibi şeyler konuşuldu. Elysee’de bir yemekte Fransa, Almanya ve İtalya cumhurbaşkanlarının “gerekli olan tek şey kazanmak, gerekli olan tek şey ötekilerin kaybetmesi” diyerek kadeh tokuşturdukları rivayet edildi. Bu söylenti yalan bile olsa, Strasbourg ve Brüksel’den sızan ve üst düzey yetkililerin Eski İngiltere’yi acil yardım fonuna ihtiyacı olan bir durum yerine giderek daha çok ekonomik ve ahlaki dersler çıkarılacak bir örnek olarak görmeye başladıklarını kanıtlayan çok sayıda doküman mevcuttu: İşe yaramaz bir millet olarak resmedilmeli ve diğer ülkeler içinde aşırı aç gözlü olanlara iyi bir örnek oluşturması için bu serbest düşüşüne devam etmesine izin verilmeliydi. Ayrıca sembolik cezalar da uygulanmalıydı: Greenwich meridyenin yerini Paris Yendi Saati almalı; harita da İngiliz Kanalı Fransız Kolu olarak değiştirilmeliydi. Kitlesel bir nüfussuzlaştırma başlamıştı. Vaktiyle Karaiplerden ve güney kıtasından gelenler, kuşaklar ve kuşaklar sonra şimdi çok daha zenginleşmiş olan büyük büyük büyük babalarının kıtalarına geri dönüyorlardı. Diğerleri Amerika, Kanada ve Avusturalya ve Avrupa kıtasını düşünüyordu, ama geriye sadece başarısızlık vaad ettiği için Eski İngiltere göçmenlerin tercih listelerinde pek düşük sıralarda yer alıyordu. Avrupa, Verona Anlaşması’na bir ekle Birlik içinde özgür dolaşım hakkından Eski İngiltere’yi menetmişti. Yunan savaş gemileri teknelerle kaçmaya kalkanları engellemek üzere Kol’u ablukaya aldı.
O sırada, ekonomiyi, parlamenter bağımsızlığı ve eski sınırların korunmasını hedefleyen Ekonomik Yenileme Hükümeti krize karşı doğal siyasi bir tedbir olarak biçimlendi. İlk adım, İngiliz avrosu çoktan tedavülden kalktığından pek az bir itirazla eski sterlini yeniden piyasaya sürmekti. İkinci adım kuzeyde eski sınırların kazanılması amacıyla orduyu şu an resmen işgal altında olduğu iddia edilen ve esasen vaktiyle resmen satılmış olan bölgeye göndermekti....”
Modern sonrası anlatısıyla “İngiltere, İngiltere”, son yirmi yıl içinde yaşadığımız gerçek sonrası zamanımızda okurunu yeniden gerçeğe kavuşturmayan çabalayan esprili bir roman.