Şebnem Şenyener

05 Mart 2017

Hayallerin bahçeleri

Rönesans bahçeleri havuzlar, fıskıyeler, heykeller, ayrıca güzel kokular yayan çiçeklerle ve güzel sesler çıkaran yapraklar, kuşlarla dolu

ŞEHİR TELLALI

New York - Londra - Roma 

 

 

Dünya savaş yoluna girince edebiyat bahçe yoluna düşer. Geçende, Cambridge Üniversitesi’nde bir araştırma, Rönesans döneminde Avrupa’yı bahçıvan kimliğiyle dolaşıp, nerede bir karışıklık varsa, nerede bir savaş patlarsa nerede bir rejim düşer, kral devrilirse oradaki zenginlerin, güç sahiplerinin, yöneticilerin bahçelerinde beliriveren, aslında hayatında pek bahçe yapmamış; 16. Yüzyıl heykeltıraş sanatçı Constantino de Servi’nin esas kimliğini ortaya çıkardı. Servi’nin İngiliz Kralı I. James’den İran bahçelerine yayılan ayak izleri, o dönemin Avrupa’daki en zengin ve en etkili banker ailesi Floransa’lı Medici’ler için casusluk yaptığını kanıtladı. Bahçeciliği ise hayal ürünü, kalbur üstü kesimi hayalleriyle tavlama tekniğinden ibaret.

Bu Rönesans casusunun edebiyatın hayali bahçecilerini ve bahçelerini hatırlatan bir tarafı var. Edebiyatın bahçelerinin kimi sihirli, kimi sembolik, kimi bakımsız, kimi vahşi, kimi sırları, kimi suçu örttüğü gibi ortaya çıkaran, başarısızlıkları, kavgaları kapattığı gibi gösteriveren, kimi pek planlı, sahiplerinin kalplerini dile getiren pırıl pırıl, kimi öksüz, huzursuz, hüzünlüdür.

Yazarlar kimine cinayeti yakıştırır, kimine aşkı, kimine düğün yakıştırır kimine boşanma, kimine doğum kimine ölüm... Kimi mezarların bahçesidir, kimi çocukların...Akşam sisleri iner kimine, kiminde topraktan kemik fırlar kazanın önüne. Kimi beton kaplıdır, kimi taş örülü, kimi bir incir ağacının krallığıdır, kiminde sakızlar birbiriyle yarışır. Kiminde kötü ruhlar cirit atar, kiminde mektuplar ağlar, akasyalar açar, bülbüller şakır, aşıklar aşk ilan eder. Kiminin gülleri solar gurbette. Kiminde sadece kırmızı çiçekler açar kızıl günbatımlarının önünde. Kimi kaktüs cennetidir, kimi hıyar bostanı.

Voltaire’in bahçe macerası Candide ile sınırlı değil. Fransız yazarını dünyanın en ünlü kalemi haline getiren, savaşın, dini bağnazlığın cehenneme dönüştürdüğü hayatı durdurmak için kurduğu “herkes kendi bahçesini yeşertmeli” cümlesi kendi bahçesinin ürünü. İki baş bahçıvan, yirmi bahçeci, on iki hizmetkarla zeytinyağı, kahve, şarap dahil enginardan, lavantaya, kekikten naneye, çilekten adaçayına, kabarık listeye bakılırsa Voltaire’in bahçesinde yok yok.

Bahçe zahmetli ciddi iş. Ot, börtü böcek ayıklamak, dökülen yaprakları kaldırmak, çiçek soğanlarına dadanan sincapları gücendirmekle bitmez. Her toprak, gübre, çiçek, ağaç, diken, ot, böcek, kuş, iklim ve coğrafya farklı. Üstelik hepsi değişen türden. Sürekli akan, kendini tazeleyerek biriken bilgi ve kesintisiz, ayrıntılı, keskin gözlem ister.

Bahçenin hayali ise, edebiyata bakıldığında bahçeden de iddialı. 18. yy İngiliz şairi Alexander Pope’a bakılırsa, bahçecilik felsefenin paraleli.

Çin atasözüne göre kitaplar cepte taşınan bahçeler, Odise bile sürüklendiği Korfu’da Alcinous’un bahçesinde konuk olur. Roma’nın sürgüne gönderdiği şairi Ovid’in ormanlarındaki düzlük “düzülecek” dişi cinselliğin sembolü erkek avcının korkusuz girdiği yer İngiliz şairlerinin ve başta Shakespeare’in ilham kaynağıdır.

Hamlet’in katil amcası öz kardeşini öldürüp karısına ve iktidara el koyduğunda, onun ağzından haykırır Shakespeare:”Vah! Vah! Bu ot bürümüş bahçenin çekirdekten yetiştirdiği fenalığa felakete vah!”

III. Richard’ı yazarken İngiltere’yi denizin içinde, ot bürümüş, çürümüş bir bahçe diye tasvir eder bu sefer, “bu öteki irembağı, yarı-cennet kendi kendini fethederek bu utanç veren duruma düşürdü!” Ve Kral düşeceği haberini bahçıvandan alır: “yazıklar olsun! Yazıklar olsun, şu bahçeyi zamanında bakıp yeşertemedin ya işte ondan bunlar geldi başına!”

Romeo Juliet’te aşıkları ortaçağın yüksek bahçe duvarları ayırır birbirinden.

O yüksek duvarlı ortaçağ bahçelerinde sebze, meyve ve tıbbi otlar yetişir. Kiliseler, manastırlar, sessiz sessiz dua edilecek ruhi sığınaklar vardır.

Rönesans bahçeleri ise Roma ve Floransa’dan başlayarak Avrupa’ya yayılan ideal güzellik amacıyla göze hitap edecek havuzlar, fıskıyeler, heykeller, ayrıca güzel kokular yayan çiçeklerle ve güzel sesler çıkaran yapraklar, kuşlarla doludur.

Arjantinli yazar Jorge Luis Borges “Kesişen Yollar Bahçesi”nde “bir kaç gelecek vaadeder kesişen yollar bahçem” diye anlatır düşünceyi labirent bir bahçe gibi.

Lady Chatterley’nin Aşığı adlı romanında İngiliz yazar DH Lawrence’ın yasak aşka yakıştırdığı bahçe, sarmaşıkları yılanları andıran cennettir: “Orada sessiz, ve hareketsizdir ağaç. Gizlenir akşamın ahmak ıslatan yağmur damlalarına, yumurtlayacak, yarı açılmış fidelerin gizemiyle... En kısık anında bütün ağaçları sanki kendiliğinden soyunmuşçasına çırılçıplak ve kapkaranlık parlatır ve yeryüzünün bütün yeşilliği yeşilliğe mırıldanır” ifadeleriyle gülünç düşen.

İngiliz yazar Charles Dickens’ın kahramanının bahçesine salatalık ve sakız kabağı yakıştırır. Bunları yetiştirerek komşusunu baştan çıkarmaya kalkışır. Annesinin baştan çıkmak üzere olduğunu anlayan oğlu isyan eder: “hiç bir hıyar duyduğu arzuyu doğru dürüst ifade etmeyi bilmez!” diye. Belli ki aklındaki yazarın kendisidir.  Çünkü o da penceresinde hikâyelerini yazarken seyretsin diye rengarenk bir “cenan tiyatrosu” kurmuş, komşu hanımları öyle tavına getirmeye kalkışmıştır.

Edebiyatın tuhaf anlarından birinde Nobel ödülünü verdiği II. Dünya Savaşının İngiliz Başkabakanı Winston Churchill’in de bir bahçesi var. Kent bölgesinde. Sıkıntılı anlarında baraj yapıp, tuğla ördüğü.

İngiliz yazarı Rudyard Kipling ise Nobel ödülüyle Stockholm’den aldığı parayı, teraslar inşa edip, meyve ağaçları diktiği bahçesine harcar.  

İngiliz yazar Virginia Woolf, Kraliyet botanik bahçelerinden ismini alan  “Kew Bahçeleri,” adlı eserinde, Renoir’ın, Monet ve Seurat’ın tablolarının canlanmış hali gibi görür bahçeleri. Karakterleri o bahçelerde etraflarını saran huzurdan örnek alıp huzur bulacakları yerde huzursuz huzursuz dolaşıp durur.

Nitekim İngiliz yazar Charlotte Bronte’nin Jane Eyre’i bu huzursuzlardan biridir. Yaz ortası akşamına özgün tatlı saatlerde cennet gibi bahçede yasemin, akşam sefası pembe ve kırmızı içinde mis gibi havayı, pis bir puro kokusu sayesinde bir türlü huzurla içine çekemez.

İngiliz yazar Lewis Carroll, kahramanı Alice’i yolladığı Harikalar Diyarında, konuşan çiçeklerin bahçesinde aslan ağzına yalvartır “ah bir dilin olsaydı” diye, ve “dilimiz var, konuşabilecek biri olduğunda!” diye konuşturur bahçeyi.

www.sebnemsenyener.com