Şebnem Şenyener

03 Ocak 2016

Gölgenin rüyası insan

"Hem bilim hem din hem fikir; insanı insan yapan şeydi dil"

ŞEHİR TELLALI

Newyork-Londra-Roma

 

 

Ekranda gün geçtikçe daha sık göz kırpan noktalı virgüle bakılırsa bilgisayarın diline iyice alışmaya başladı gözüm. Bakıyorum da cümleler kendi kendilerine bazen dalga geçerek, bazen öfkeli, bazen flört edercesine, bazen taktir eder gibi birbirine göz kırpıp duruyorlar kendi aralarında. Halbuki hem bilim hem din hem fikir. İnsanı insan yapan şeydi dil. Sözle başlamıştı insanın tarihi. Ve sözün tarihi anlatacaktı insanı. En azından, bilgisayarlara dil öğrettikleri sırada Oxford üniversiteli dilbilimciler bu görüşteydiler, üstelik sadece on yıl önce.

“Sözün İmparatorlukları” diye bir kitap hatırlıyorum, Kalın, yüklü bir araştırma. Nicholas Ostler adlı İngiliz dilbilimcinin çalışması. Kahramanlar Kralı I. Serhas ile Atina’lı General Temistoklis’in karşılaşması ile umut dolu başlayıp, dillerin insanlar gibi ölümlü olduğunu kanıtlayarak ağıta dönüşen o acıklı tarihçe.

İlk hikayesi güneş kadar parlaktı, sıcacık parlıyordu sayfalarından. Plutark’a göre, Serhas, Temistoklis’i huzuruna çağırıp aklındakileri açıkça konuşma izni verir. “Söz”ü bir halıya benzetir Salamis zaferi ile Pers-Yunan savaşlarının kaderini değiştiren komutan Temistoklis. Söz kat kat dokusuyla aynı zengin bir halı gibidir, her kat dokusunda çok değişik biçimler, renkler, şekiller mevcuttur. Ancak bütünüyle açıldığında renkleri, şekilleri ahenkli biçim alır, katlandığında ise belirsizleşip kaybolur. Sözün bu özelliğinden ötürü der Temistoklis, aklımdakileri söyleyebilmek için zaman gerek. İnsanı insan yapan akıl dokusunu “söz halısı” ile tasvir eden Temistoklis’den memnun kalır Kahramanlar Kralı. Gülümser. Memnuniyetle kabul eder talebi. Temistoklis bir yıl ister Kraldan. Bir yıl sonra Farsçayı düşündüklerini ifade edecek kadar öğrenmiş olarak çıkar karşına. Fikirlerini kendi aklından doğrudan anlatır krala.

Kitaptaki ikinci tarihi karşılaşma, iki bin yıl sonra. 8 Kasım 1519’da.  Meksika’da, başkent Tenoktitlan’a giden yol üzerindeki gölün karşı kıyısında. İspanyol konkistador Henan Kortez ile Aztek imparatoru Motekuzoma’nın karşılaşması. Etrafları suyla çevrilidir. Ufuktaki yanardağ peş peşe patlamakta, etrafını ateşe ve dumana boğmaktadır. Altın madenciliği, küçük kasaba avukatlığından yetişme cüsseli Kortez pırıl pırıl zırhlar içinde atının üzerinde, patlayan dağa sırtını çevirmiş halde. Meksika’nın imparatorluk yatağı üzerine doğmuş Motekuzoma ise tahtırevanında. Başında kıymetli yeşil taşlarla bezeli taçların tacı. Burnunda, alt dudağında, kulaklarında Meksika gümüşü takılar. Etrafında jaguar derileri ile kartal tüylerine bürünmüş askerleri ile hazır. Konuşmaya başlar: “Yüce tanrımız, kimbilir ne kadar yoruldunuz, ne kadar sıkıntı çektiniz de zerafetle yeryüzüne indiniz. Sularınıza uzandınız, yüce toprağınız Meksika’ya ayak bastınız. Yatağınıza, benim sizin için geçici süreliğine koruduğum yatağınıza uzandınız.” Ya Kortez’i Meksika’nın yüce efendisi, tanrısı sanmıştır ya da bu yabancıya iltifatlar yağdırıp dilini ve topraklarını korumak çabasındadır. Devam eder: “Hayal etmiyorum, bu bir rüya değil. Rüya görmüyorum. Hayal de kurmuyorum. Yüzüne bakıyorum, seni görüyorum yüce efendim. Günlerce bakıp durduğum o bulutlardan, sislerin içinden buraya geldin. Krallarından memnun kalmış olarak artık geldiğin yere rahat rahat dön. Kendi yatağına, yüce tahtına dön!

Kortez, bu yanlış anlamayı düzeltmez, kendi amacına yönlendirir. Ona tanrı muamelesi yapan Aztek kralına ve iltifatlarına müteşekkir cevaplar kralı. Konuşmayı kendi inandığı tanrıyı ve kralı Azteklere tanıtma kampanyasına dönüştürür: “doğrudur güneşin doğduğu yerden geldik. Ve doğrudur, bizler yüce tanrının ve onun büyük imparatoru Don Carlos’un hizmetkarlarıyız” sözleriyle. Çağ açan karşılaşmadan sonra Amerika kıtası İspanyolca halısını dokur bir süre. Aztekse dilini tarihe bırakır piramitleriyle birlikte. Bir yanlış anlama, bir rüya, bir inanç, bir fetih üzerinden. Buna benzer yığınla karşılaşma, değişik aksanlarla doğar yeni diller, altta kalan eskilerin üzerinde zihinleri dokudukça. Şimdi insan var yanıp sönen ekranların karşısında. Yakında ekranlar alacak insanların yerini ekranların karşısında.

Zafer Övgüleri’nden birinde, Nedir insan? diye seslenir eski Yunan şairi Pindar. Bütün diktatörleri kınadığını ilan etmeden önce. Dans ve müzik eşliğinde: Ne değildir? Gölgenin rüyası o ölümlü varlığımız… 

Göz kırpıyor ona ekrandaki satırların arasından giderek daha fazla konuşan otomat.


www.sebnemsenyener.com