Şebnem Şenyener

09 Ağustos 2015

Ege'de yelkeni beline bağlar âşık

Nezir Kaya'nın yelkeni hala pupa gidip geliyor Ege’nin üzerinde

ŞEHİR TELLALI

Newyork-Londra-Roma

 

 

Hava poyraza döndü mü Toprak Adası’ndan Sakızlı Köyü’ne doğru salıverirmiş kendini. İki buçuk-üç metreyi bulan “uçurtmasıyla.” Sakız Adası’na kadar belinden yarısı suyun içinde uçar gidermiş. Ya da dişini tırnağına takıp yitirdiği boy boy kayıklarıyla ufukta kaybolurmuş yine Sakız’a gitmek için. Kimisine göre Sakız’ı seyretmek amacıyla, kimisine göre fuardaki paraşüt kulesine hayran kaldığından aynını kendi köyüne dikmek için uzun kuleler yapar, sonra hiç birini beğenmez, onları yıkar, yeniden yaparmış!

Sakız’dan bir kıza âşıkmış, kız da buna. Sarışınmış kız, uzun boylu. Kimine göre bu Rum güzelinin adı Tinike’ymiş. Tinike, o öldüğünde gelmiş, son yaptığı kulenin penceresine bir anahtar, bir kilit, bir demet kırçiçeği bırakmış...Rum adetiymiş bu. Onlar sevdiklerine, sevgilerini anlatmak için anahtar, kilit verirlermiş! Ölmeden önce her gece kulesinin balkonuna çıkar, Tinike’nin yaşadığı Sakız’ı seyredermiş uzun uzun.

Yaptığı kulelerin içine yukarı kadar kıvrılıp giden merdivenler koyarmış. Bir keresinde tam yedi metrelik bir kule yapmış. Yer kayar, tehlikelidir diye yıktırmışlar.Sonra kendi yıkmış yaptığı kuleleri. Beşer, altışar metrelik onca emekle diktiği o kuleleri neden yıktığını tam olarak kimse bilmiyor. Bazılarına göre beğenmezmiş yaptıklarını, sonra kimse anlamasın, bilmesin diye yıkarmış!

Çok zaman önce bir Amerikalı gelmiş, onu alıp mühendis yapmayı çok istemiş ama o gitmemiş.

Hiç okuma yazma öğrenmemiş. Sağır ve dilsiz olmasına rağmen ölünceye kadar kimseye muhtaç olmamış. Kışın kamyonlarda çalışırmış. Sonra kayık yapar, onları satarmış, boy boy kayıkları ile balığa çıkarmış. Bazen oniki metrelik kayıkları kulesinin içinde yapar, sonra onları dışarı çıkarmak için kulesini yıkarmış.

Hele hele son yaptığı kayık! Öyle büyükmüş ki, kulenin kapısından çıkmamış! Ölünce orayı temizlemeye gelen akrabaları kayığı parçalamışlar.

Ailesi uzun yıllar önce Selanik’ten göçmüş. Orada da tütün işiyle uğraşırlarmış. Abisi Selanik’te doğmuş. O ise “buralı,” “burada doğmuş,” hep “burada” kalmış. Ara sıra İzmir’e, sık sık da Sakız’a gidermiş!

İlk gittiğinde Sakız Adası’na üzerinde nüfusu ya da benzeri bir kimliği olmadığı için ve de sağır, dilsiz olduğundan onu casus zannetmişler. Bayağı hırpalamışlar. Geldiğinde işaretlerle elektrik verdiklerini anlatmış. Sonraları alışmışlar ona. Bir kart bile vermişler eline. O kartla gider gelirmiş Sakız’a.

Adı Nezir Kaya. Çeşme’nin Dalyan köyünden. Yaşını kimse tam bilmiyor. Beş aşağı beş yukarı elli civarında olduğu tahmin ediliyor. İri yarı topluca, sarışın bir adammış. Bazılarına göre dört sene kadar önce bisikletiyle dolaşırken bir araba çarpmış. Bazılarına göre ise önüne çıkan bir keçi yüzünden bisikletten düşmüş. Sonra yaralı, kulesine dönmüş. Üç dört gün sonra akrabaları hatırladığında bir kulağı kan içinde yatağında uzanır vaziyette bulunmuş. Akrabaları kulenin içindeki bitirmek üzere olduğu kayığı, içinde büyük çimento kazanlarını ve metrelerce Amerikan bezini bulmuşlar. Kayığı dışarı çıkarmak için parçalamışlar, kulenin üzerinde bulunan toprak parçasını ise bir avukata satmışlar.

Şimdi anlatanların sık sık tekrarladıkları şeyler arasında şunlar var: Hayatı boyunca hiç kimseye zararı dokunmadı. Hemen herkese yardımı oldu. Öyle temizdi ki, su bulamadığı zamanlarda ellerini toprakla ovalar, misafiri olduğu sofraya öyle otururdu.

Şimdi, belki satılan toprakla birlikte son yaptığı kule de yıkılacak. Bu nedenle bir köşede onun resmini bulan Dalyan köyü kahvecisi gözünü kırpmadan 5 bin lira verdi ve bu son hatırayı çerçeveleterek kahvesinin duvarına astı. Şimdi kahve duvarında iki resim var. Biri köyün ihtiyarlarından kahvecinin sakallı dedesi,diğeri ise Nezir Kaya.

24 Temmuz 1986 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde Şebnem Atiyas imzasıyla yayınlandı yukarıdaki yazım. Başlığı “Kahve Duvarında Bir Resim”di. Prof. Dr Erdal İnönü’nün seçim kampanyası vesilesiyle Cumhuriyet gazetesi İzmir büro şefi Hikmet Çetinkaya beni Dalyan’a göndermişti. Fakat asla politikacı olmamaya and içmiş  Erdal İnönü’nün peşini daha ilk adımda terkedip daldığım kahvede duvardaki resme takmıştım aklımı ben. Sorup soruşturunca bu hikaye anlatıldı o gün bana. Nezir’in yelkeni o gün dolandı bu kalemin beline. Ve seçimi bir kenara bırakıp büroya döner dönmez yukarıdaki yazıyı yazdım. Seçmiştim. Ege’de ebediyyen seyredip duracak bir yelkeni seçmiştim. Onu beline dolayıp da rüzğara kendini veren Nezir Kaya’yı seçmiştim. Onun durmadan yıkıp yeniden yaptığı kulelerini seçmiştim. Ve ölümünden sonra ona aşkını kır çiçekleri, anahtar ve kilitle anlatan Tinike’sini seçmiştim.

Sonradan öğrendim ki kulesi bir kere daha yıkılmış! Kuleye yıkım iznini veren Belediye başkanı başına karalar bağlamış! Hikayesinden bir film yapılmış! Resmi de yok, kahve de eski yerinde. Ama yelkeni, yelkeni hala pupa gidip geliyor Ege’nin üzerinde.

 

www.sebnemsenyener.com