Şebnem Şenyener

24 Temmuz 2016

Birbirlerini on yıl beklemişler

J. ile evveli hafta “çeyiz sandığındaki bilmece” başlıklı yazı sayesinde tanıştım...

ŞEHİR TELLALI

New York - Londra - Roma 

 

 

Biri neredeyse kırkın, diğeri ellisinin arifesindeymiş. On yıl boyunca gönül ümidi bırakmamış. Kavuşur kavuşmaz evlenip hiç vakit kaybetmeden çoluğa çocuğa karışmışlar. Yaşa başa bakmadan.

J. o sabırlı aşkın çocuğu. Rum annesi ve yahudi babası arasındaki aşkı böyle anlatıyor. En güzel hikaye diye düşündürüyor bana, henüz anlatılmayandır. En güzel deniz, daha içinde hiç yüzmediğimiz… En güzel çocuk henüz doğmadı, en güzel günlerimiz ise henüz yaşamadıklarımız... özellikle böyle zamanlara yakışacak kelimeleriyle insanın içini açan şairimizi duyuyorum bu hikayede. Ümidi, hele hele aşktan ümidi hiç kesmemek mümkün demek.

J. ile evveli hafta “çeyiz sandığındaki bilmece” başlıklı yazı sayesinde tanıştım. Anneannemin çeyizine işlediği benim tanıyamadığım, ailemizde kimsenin anlayamadığı, o nedenle bugüne kadar dikkatimizi çekmeyen harfler hakkındaydı yazı. Benzeri elişini anneannelerinden tanıyan başkaları da vardır şeklindeki tahminimde haklıymışım. J.’den hemen cevap geldi: “Çok kolay Rumca!” diye yazmıştı. Hani böyle soru mu olur gibilerinden. İlk bakışta okumuştu kelimeyi hiç sıkıntı çekmeden. Baş harfi motife saklı olduğu için önce “?nastasia” diye okumuştu. Kısa sürede bir grafiker gözüyle kayıp harfi de çiçek deseni içinde yakalayıp  “A” olduğunu görmüştü. Ayrıca kendi dolaplarında anneannesi E.’nin işlediği yatak takımlarını bulmuştu. Onların üzerinde onun da daha önce dikkatini çekmeyen bu sefer Fransızca “Bon Repos” (İyi Dinlenmeler) yazılı bir örtü de o bulmuştu. Yunanistan’daki arkadaşı E.’den de çok kesin bir teyid alınca, anneannemin işlediği kelimenin, Yunanistan’da çok yaygın kullanılan bir isim, “Anastasia” olduğunu ortaya çıkarıverdi.

Bu saptama, anneannemin hiç bilmediğimiz bir yanını, Rumca okuyup yazdığını bize kanıtladı. Bizim sadece Melek diye tanıdığımız, bizden yıllar önce o isimle ayrılan anneannemiz bambaşka bir isimle yepyeni bir aile sırrı olarak hayatımıza geri döndü böylece.  Hiç unutamadığımız ve bir daha asla bulamadığımız menekşe kokusuyla. Keşke o hayattayken bu soruları ona sorabilseydim. Ilıca’da, Yıldız Burnu’nunda yüzmeyi ondan öğrendim. Denizi onunla tanıdım. J.’in deyimiyle hikayesini de kendi yazmaya başladı şimdi. Yıllar önce, günün birinde başımızı koymak için bize bıraktığı çeyiz yastık kılıflarının, yatak örtülerinin üzerinde. Özleyeceğimizi bilmişçesine. Bunca yıl sandığının içinde bizim gözümüzün ona alışıp görmeye başlamasını bekledikten sonra, Bütün hikayeler gibi içinde sayısız ihtimal, sayısız tesadüf. Hafızanın gözünü örtüp kulağını kapatarak, sabırla vaktini bekleyen, özenle sakladığı anneannemle yeniden kavuştuk birdenbire. Ne güzel dedi J., koskoca bir geçmişle o şimdi seni bekliyor.

Bir de şarkı yakıştırdı hikayeye. Yunanistan’da diktatörlüğün çöküşünden sonra 1974’de, ilk Mikis Theodorakis konserlerinden birinden, “Ena to Helidoni” (Tek Bir Kırlangıç) adlı. Oturduk birlikte çevirdik keyifle: 

Tek bir kırlangıç var, pahalı bahar
Güneşi döndürmek için çok emek ister
Binleri öldürüp güder tekerlerine
Kan diye tutturur durur hayattakilere

Ey benim yapı Ustam dağlara ördün beni
Ey benim yapı Ustam denizle örttün beni 

Kaptı büyücüler Mayısın vücudunu
Denizden mezara gömdüler onu
Kapattılar dibine derin bir kuyu
Doldurur içini karanlık, uçurum kokusu

Ey benim yapı Ustam O leylaklar arasında
Ey benim yapı Ustam O yeniden doğuş kokusunda