Şebnem Şenyener

21 Haziran 2015

Binlerce öpücükten tatlıdır tadı...

O kadar kahveden sonra yadırganacak bir durum değil. Her taraf kahve kokar, ayağınızı bastığınız yerde mutlaka yarısı dökülmüş kahve kapları bulunurdu

 

ŞEHİR TELLALI

Newyork-Londra-Roma

 

 

Venedikte Pazar sabahı... Venedik Biennale dahil pek çok kültürel, sosyal ve siyasal gelişmeye mekan yaratan Avrupa’nın en ünlü kahvelerinden Caffe Florian’ın masalarından birinde, Casanova’nın ruhuyla hayali bir sohbet.  Konu dünyanın en kötü kahvesi olarak ün yapan Amerikan kahvesi.

Elimdeki kitapta İtalyan kahvesinin tam tersi bir teknikle yapılan Amerikan kahvesinin tarifi var. 1887 tarihli “Beyaz Saray Yemek Kitabı”ndan alınmış tarif bir anda her şeyi açıklıyor. Başlığı “Haşlama Kahve” Tarif şöyle: ”Bir kap dolusu dövülmüş kahve, bir yumurtayla karıştırılır. Kahve kaynatıcısına konur. İçine dörtte bir kap dolusu kaynar su dökülür. Kabarıp kaynamaya başlayınca gümüş bir kaşık ya da çatal ile karıştırılarak kabarması engellenir. 10 ila 12 dakika kadar yoğun şekilde kaynatılır. Ateşten indirilir.  Bir miktar bir fincana boşaltılır. Sonra bu miktar tekrar kahve kabına dökülür. Ve beş dakika kadar kaynatmadan sıcak tutulmak üzere ateşte bırakılır. Masaya sıcak getirilmelidir!”

Bu tarife Amerikan kahvesinin düzeltilemeyecek şekilde ilelebet kötü yapılmasını neredeyse garantileyen bir belge şüphesiz. Amerikaya ilk gittiğim yıllarda, Amerikan kahvesi bana hala bu tarifeyle yapılıyor tadı verirdi. Üstelik bütün ülke neredeyse kahveye bağımlı bir ekonomiyle yürüyordu. Üniversitelerde, işyerlerinde, evlerde, okullarda kahve şelalelerden boşanırcasına bir çoşkuyla bardaklara bocalanırdı. Bir bardak boşalmaya görsün, garsonlar yarışmacasına payreks kahve sürahilerini kapıp hemen kahveyi taşıra taşıra büyük boylardaki fincanları sıvama doldururlardı. Bir oturuşta kilolarca kahve içer hale gelmiştim.     

Tontine Kahve Evi’nin yerini alan Wall Street Borsası Amerika’nın kahve bağımlığinın tarihteki en büyük ipuçlarından biriydi. Doksanlı yıllarda Amerika kafeini, eroin ve nikotinle birlikte alışkanlık yapıcı tehlikeli uyuşturucu sınıflandırmasına yerleştirdiğinde, Uyuşturucu ile Mücadele Milli Enstütüsü istatistiklerine göre kafeinden ölenlerin sayısı, bütün uyuşturuculardan ölenlerin sayısına eşitti. Kafein bağımlığı sendromu kontrol edilemeyen bir öfke, paranoya, kusma, yorgunluk ve halüsinasyonla tanımlanıyordu.

Gıda ve İlaç bakanlığı kafeini incelemeye almıştı. Olimpiyat Komitesi kafeini steroid olarak sınıflandırıyordu. Portland’da 12 Adım Kafeinden Arınma grupları kuruluyordu. Ve internette itiraflar birbirini kovalıyordu:

 “Gün boyunca farkına varmadan o kadar çok kahve içmişim ki, sonunda artık ayakta duramaz halde yatağa düştüğümde bir bilgisayar modemi olduğumu zannettim.  Şaka değil, hakikat! Kafein aklımı öyle bir karıştırmıştı ki, yatakta uzanmış aklımca gelen aramaları sıraya sokup hepsine doğru sinyal vererek tam bir modem gibi işlemeye başlamıştım!”

O kadar kahveden sonra yadırganacak bir durum değil. Her taraf kahve kokar, ayağınızı bastığınız yerde mutlaka yarısı dökülmüş kahve kapları bulunurdu.

New York’ta Caffe Dante sayesinde Amerikan kahvesinin kurbanı olmaktan kurtuldum. Dante kapanınca kendimi Roma’da buldum. Roma’da bir kahve sohbetiyle başladı kalem bu şehir tellalı yazılara. Venedikte, Türk tüccarların 1600’lerin başlarında kahveyi taşıdıkları bu su şehrinde kahve kokusuna dayanamadı yine... İtalyan kahvesinin sırrının peşinde.

Viyana’dan yenik çekilirken geride bıraktıkları çuvallar dolusu kahve sayesinde Avrupa’ya kahveyi kazandıran Osmanlı’nın deyişiyle  “cehennem kadar karanlık, ölüm kadar sert, aşk kadar tatlı” kahve. Johann Sebastian Bach’ın 1732’deki bestesi Kaffeekantate’ye göre  “binlerce öpücükten bile tatlıdır kahve...” Derken “insanın bir kahvede aklını nasıl kaçırabileceğini göstermeye çalışmış” Vincent Van Gogh.

www.sebnemsenyener.com