New York-Londra-Roma ŞEHİR TELLALI |
Sevmezsen beni severim seni/seversem seni sakın kendini
Ne kafes tanır, ne kural
Yakaladım sanırsın kaybedersin hepten
Kaçtım sanırsın yakalanırsın sırılsıklam ensenden
Tarih 2019’un nisanı ama radyoda Karmen, on dokuzuncu yüzyılın günümüzü hazırlayan koşullarından doğan şaheser şarkı, muhteşem kehanet.
Asi bir güvercin aşk çünkü özgür
Evcilleştiremez onu kimse
Çağırmak boşuna
Reddetmek imkânsız
İyi konuştu der biri, sustu diğeri
Tercihim o diğeri
Konuşmadı ama hoşuma gitti...
Karmen o, on dokuzuncu yüzyılda doğan vatan. Çok dilli çok milletli dünya topraklarındaki nostalji ya da olmayan bir şeye duyulan özlem, Portekizcedeki “saudaj” kelimesinde ifade edilen şey o. Olmadığı halde varmışçasına durmadan ve durmadan fethedilen ama o yüzden bir türlü fethedilemeyen, asla baş eğmeyen, üzerinden geçen milletlerle, her fetihle bir kez daha öldürülen, ölen, ancak öldürülerek ele geçirildi sanıldığında daha baştan kaybedilen şarkı, Karmen, kehanet.
Aşıklarının hiç birine asla sadık olmayacak. Uğrunda ölünüp, öldürülecek daha nice niceleri. Hepsini katile, uğursuza dönüştürecek, mutlaka birbirine düşürecek ve mutlaka birini birine ihanet ettirecek asi güvercin o aşk, doğası özgürlük.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Fransa imparatorluk ve Napolyon nostaljisine kapılıp cumhuriyeti bir kez daha boğazladığında yazılan şarkı o, kehanet. Bugünü açan perde. Zaman Karmen, geçip geçip yeniden geçen, gelip gelip hep gidiveren.
Halide Edip Adıvar’ın da satırlarında Türkiye gerçeği üzerinden dile getirdiği gözlem aynı. Onu çok etkileyen askerlerden Binbaşı Nazım’ı anlatıyor:
Etrafına sadece enerji yayan zarif bir adamdı. Topçu bölüğünün mavi üniforması içinde uzun siyah kirpiklerinin çerçevelediği büyük mavi gözleri insanca ve sağduyu ile gülerdi hep. Eski engelleri çoktan kırmış, kendinden çok daha yaşlı bir insanın bakış açısına, olgunluğuna vakıf olmuş bir hali vardı. Yine de yürüyüşünde ona çocuksu bir görünüm veren hep şüphe taşıyan bir salınış vardı ve hayatı hep isteyerek, dolu dolu, hiç bir maceradan sakınmadan yaşama arzusu içinde görünürdü. Gelir gelmez herkesi çevresine topladı... Çoğu akşam merkeze geldiğinde ortalığı canladırıyordu. Maceralarını herkes keyifle ve severek dinliyordu. Fakat ruhununun bu esnekliği yeni devletin kurulması, Türkiye’nin kurtuluşu konusu açıldığında aniden kaskatı oluveriyor, sabitleniyordu: “ülkemizi bütün yabancılardan temizlediğimizde ki –bunu kesin yapacağız-“ diyordu, “bir şey var ki, hiç değişmeyecek, o her zaman eski yıkıcı yöntemlerine dönecek, o yöntemlere her seferinde başka isimler verilse bile. Bu “şey” fanatik ve ölümcül bir güç, ve onunla ancak manevi askerler olarak savaşabiliriz. O yüzden bütün sorunları anında çözecek bir çözüm biliyorum” der demez, bir taburenin üstüne çıkıp ellerini ceketinin ceplerine sokarak bu formülü bütün içtenliğiyle –bu sırada şakasıyla bütün arkadaşlarını kahkahaya boğarak- önemli gördüğü her kelimeyi tek tek vurgulayarak ezberinden söylerdi: birinci yapılacak şey: bütün subayları öldürmek! Ondan sonra ikinci yapılacak şey: bu sefer bütün subayları öldüren subayları öldürmek! Ondan sonra Türkiye önündeki yepyeni ve mutlu yolda hiç bir engel tanımadan ilerleyecektir” dedikten sonra memnun bir sırıtışla selam verip tabureden inerdi. Bugün, hala, onun bu ezberinden önemli kelimeleri vurgulaya vurgulaya söylerek ifade ettiği formülü kulaklarımda, hiç silinmedi.
www.sebnemsenyener.com