Sait Fehmi Ağduk

19 Ocak 2025

Huyunu arayan Hamam

Bir elimde Çınar, diğer elimde Umut, Çinili Hamam’dan çıktık. Zifiri karanlıkta, kendinden aydınlık Zeyrek’in sokaklarında dolaşa dolaşa Haliç’e kadar yürüdük. Kendimizi yenimavi, yepyeni mavi hissediyorduk; Çınar, Umut, Çinili ve ben!

Bir ada işaretledim Cennet’te
Sen her yerde - ve denizin üstünde bir ev
Büyük bir yatak ve küçük bir kapı ile birlikte
Ve dipsiz derinliklere bir yankı fırlattım
Uyandığımda her sabah yansıtmak için kendimi
Bir yarın suya batmış halde geçerken görmek için seni
Ve diğer yarına ağıt yakmak için Cennet’te.

Odysseus Elytis[i]

Binaların beklentileri vardır ve hayatları;
her ne kadar onların canlı olmadıklarına inananların sayısı çok olsa da…

Çinili Hamam ile ilk karşılaşmam on yedinci İstanbul Bienali’ne denk geliyor. Yüzyılların ağırlığını üzerinden atmış, tazelenirken anılarına sadık kalmış. Kendisi ama kendisi değil. Nasıl söyleyeyim, Avatar filminde insan bedenini uykuya yatırıp, yenimavi bedenine bürünmüş Jake Sully misali.

Bilim kurgu bu ya. Jake, bir tür kuvözde üretilmiş Na'vi [Pandora adlı gezegende yaşayan mavi bedenli halk] bedeni ile, özkaynakları sömürülecek gezegen Pandora’ya yollanır. İnsan bedeni ise Pandora’nın hemen dışında bir uzay gemisindedir. Biraz Matrix filmini andırsa da fark büyük. Jake sanal bir dünyaya değil kanlı canlı bir gezegene yine gerçek bir bedenle yollanır. Yenimavi beden insan vücudundan çok daha güçlüdür, kemikleri fiberkarbon falan epey sağlam. Jake yeni beden ve gezegenine hızlı adımlarla uyum sağlar. Veee, hemencecik Neytiri’ye âşık olur. Film bu ya.

Neytiri : Güçlü bir kalbin var. Korku yok. Ama aptalsın! Bir çocuk gibi cahil!
[Neytiri uzaklaşır ve Jake onu takip eder]
Jake Sully : Eğer bir çocuk gibiysem, o zaman bak, belki de sen bana öğretmelisin.
N : Gökyüzü İnsanları öğrenemez, sen görmüyorsun.
JS : O zaman bana nasıl göreceğimi öğret.
N : Kimse sana görmeyi öğretemez.[ii]

Aşk, meşk, macera, merak ve kararlılık derken Sully’nin gözler açılır, öğrenmeye dönüşmeye başlar; gün gelir metamorfozunun son evresine dayanır. Eski bedenine dönmek istemiyordur ne de eski yaşamına. Beyni, tini, özü… artık nasıl adlandırmak gerekirse, hâlâ uzay gemisindeki bedenine bağlıdır. Oysa o artık Pandora’dadır. Eski ile yeni arasında sıkışıp kalmış hayatını nasıl dönüştürecektir? Hangisi asıl, hangisi geçicidir bu bedenevlerin?

Hamamdan nerelere değil mi? Dur daha yeni başlıyoruz, elbette yolumuzu bulacağız. Flanörlük böyle bir şey değil mi zaten, kendimizi akışa bırak[a]mazsak nice olur halimiz?

Boğaz'da Sohbet, 2012, Tuval üzerine yağlıboya, 71x92 cm, ©Katoufas brothers, Alekos Fassianos Estate İzniyle

* * *

Atina’dayız. Çınar’ın yıllardır görmek istediği Partenon’u ziyaret ettik. Akropol’ün eteklerinden aşağı doğru yuvarlanırken, daha önce birkaç kez önünden geçtiğimiz o evin davetine boyun eğdik. Programlarına pek sadık kal[a]mayan, hatta bazen sıfır programlı hiper ikili, kapanmak üzere daralan kapı aralığından içeri süzüldük. Odysseus Elytis, avluda ne zamandır bizi beklermiş de bilmezmişiz. Yeni bir evren açıldı önümüzde. Midilli kökenli, Girit daha sonra da Atinalı Odysseus, birinci dünya savaşının arifesinde, 1911 yılında doğup iki cihan harbini de soluklarında hisseden bir çocukluk ve gençlik geçirmiş. Hayatının geri kalanında da halkının üzerine yapışıp kalmış “Eski Yunan” etiketi ile mücadele etmiş.

İzmir doğumlu şair Demetrios Capetanakis, benzer bir itkiyle Batı Dünyası’nın Klasik Yunan’a çakılıp kalıp, çağdaş bir Yunanistan’ın varlığını bir türlü algılayamamasına dikkat çekmek için “Yunanlılar İnsandır” adında bir makale bile yayınlamış.

Eski Yunan; felsefesi, mantığı, matematiği, bilimi, estetiği, mitolojisi, sporu, mimarisi, heykeli, seramiği ve her şeyiyle o kadar idealize edilmiş durumda ki, Yunan anakarasında yaşayan çağdaş Yunanlılar bugün hâlâ atalarının birer replikası gibi algılanıyor Batı’da. Gerçi durum bizim için çok farklı. Aynı iklimi, güneşi, havayı, toprağı, denizi, zeytini, defneyi, yemekleri, müzikleri, keyif, acı, keder ve göçü yüzyıllarca paylaştığımız Rumlar bizim için Olimpos’ta yaşayan tanrıların ardılları değil komşularımız. Büyük İskender’in torunluğunun üzerinden bir Roma, bir Bizans bir de Osmanlı geçince işler değişmiş, durum kanıksanmış ve sindirilmiş dünyanın bu yakasında.

Yunanistan’a bu son gidişimde ben de sorguluyorum: Kim bu Yeni Yunan? İzmir’de anne-babamın aynı sokaklarda yürüdüğü eski komşularımız taze milli kimliklerini nelere dayandırıyorlar Eski Yunan’dan gayrı? İşte tam da burada devreye giriyor Nobel ödüllü Odysseus Elytis. Bizans, on yedinci yüzyıl Girit ve halk şiirleri ve ağırlığını bugün bile her tarafta hissettiren Ortodoks kilisesinin yanı sıra; tozlu incir ağaçları, Yunan anakarasını çepeçevre sarıp insanlarının karakterine işleyen sıradağlar, denizlere göklere sığmayan adalar ile bedeni her türlü işkenceye karşı koyarak güzelleşmiş zeytin ağaçları. Batı’nın rasyonalizmi karşısında Elytis ve çağdaşları Eski Yunan imajını yıkmak için çıkışı dönemin sürrealist akımında buluyorlar. Peki bu ne demek. Bir hayal dünyası yaratmak mı? Yok yok, reelin, alışılmış genel kabul görmüşün ötesinde berisinde bir gerçeklik yaratmak. Olağandan farklı ama hayal de değil, bir tür yeni gerçek. Masal gibi görünse bile, uçuk kaçık gelse bile yaratanının elle tutabildiği bir dünya. Geçmişten ve dayatılandan özgürleşme çabası.

Elytis’in Müze Evi’ni, iletişim sorumlusu Maria ile geziyoruz. Şairin asıl evi müze yapılamayacak kadar küçükmüş. Bu nedenle sergiler ile çeşitli etkinlikler yapabilecekleri bu avlulu tarihi evi müzeye dönüştürmüşler. Şairin öğrencilik yıllarından başlayıp ömrünün sonuna dek kullanacağı çalışma masasını da içeren çalışma odasını olduğu gibi alıp müzeye monte etmişler. Modern portatif kutusuna yerleştirilen eski dikiş makinemizden geriye kalan döküm demir ayaklı masa ve onun üzerinde ders çalıştığım yıllar gözümde canlanıyor ve yıllar boyunca masa başında yaptığım birçok işi ders gibi görmem.

Odysseus Elytisin Evi
Odysseus Elytisin Çalışma Odası

Yorulduk. Harika bir hamburgerci bulup oturduk Çınar ile, ayaklarımıza inen kara suları Ege’ye bırakalım desek de pek mümkün olmadı. Atina, Ege Denizi’nin kıyısının kıyısında çünkü, denizden bir miktar içeride ve bu durum onu Selanik ya da İzmir gibi tam bir Ege kıyı şehri olmaktan alıkoyuyor. Zamanımız kısıtlı olduğu için Atina’nın limanı Pire ve denize kıyısı Glyfada’ya gidemiyoruz. Gündüzün her anında gezip, gece yorgun argın otelimize dönüp ertesi günleri planlıyoruz.

Tüh ki ne tüh… Neden önceden araştırmadım ki. Yarın kapalıymış. Oysa ne çok isterdim Alekos Fassianos’un müze evini ziyaret etmeyi; daha yeni Ulusal Galeri’de büyülenip önünde kazık çaktığım o nar kırmızımsı Ateş Süvarisi’nin[iii] ressamının yuvasını görmeyi. Gerçi ben bu adamı bir yerden tanıyorum da çıkaramıyorum. Acaba nerede ve ne zamandı ilk karşılaşmamız?

Alekos Fassianos, Ateş Süvarileri, 1982 Atina Ulusal Galeri

Çocukluğu İkinci Dünya Savaşı’na denk gelen Fassianos, Monogram adlı şiir kitabını resimlediği Elytis gibi eski ile çağdaş Yunan arasında sıkışıp kalmıyor mu? İki büyük savaş arasında bir şeyler mi değişmiş? Sanırım zaman her şeyi sağalttığı gibi, köklerine sadık kalarak eski ile yeniyi harmanlamayı da öğretiyor. Fassianos başka bir dönemin Cunta’nın kurbanı, yaşadığı dönem onu kim bilir nerelere savuracak, gurbet onu nelerle sınayacak?

Antik Yunan seramiğinin tipik çizgilerini barındıran Ateş Süvarisi çapçağdaş. Rüzgâr tek yönden esse bile saçları aynı anda farklı yönlere doğru savrulan insanlar, yok yok insanlar değil asıl o saçlar ve fularlar Fassianos’un alametifarikalarından. Fassianos’u resme yönlendiren rahip dedesinin anısı da tablolarının arka planında minik kilisecikler olar göz kırpıyor. Hele o vız vız vızıldayan arılar yok mu…

Tüh ki ne tüh derken, yaşasın sanal alem. İnternet iyileşecek hastanın ayağına gelirmiş. Öte yanda ararken, Fassianos bu tarafa geçmiş ve bizim sulara ayak basmış bile. İşi ağ örmek olan kader, huyunu arayan hamam ile suyunu bulan adamın yollarını kesiştirmiş. Tıpkı benim yolumu Zeyrek Çinili Hamam’da gerçekleşen Alekos Fassianos: Bizans’a Yelken Açmak sergisinin küratörü Anlam de Coster ile kesiştirdiği gibi.

Serginin küratörü Anlam de Coster Instagram hesabında okuduklarım merakımı iyice arttırdı.

Aralık 2021'de @eros.matigrey bana bir mesaj gönderdi. O zamanlar yüz yüze tanışmamıştık bile ama platformundan etkilenmiştim @athensdesignforum

Instagram'da Alekos Fassianos'un çalışmalarına tutkuyla bağlı olduğumu görmüş ve beni sanatçının Atina'daki evine götürmekten mutluluk duyacağını söylemişti. Şansıma inanamadım.

Ailenin evini ziyaret etme ve 12 Aralık 2021'de inanılmaz anne-kız ikilisi @mariza_fassianou ve Viktoria @alekosfassianos ile tanışma ayrıcalığına sahip oldum - ve gözyaşlarımı tutmaya çalışırken kendimi çimdiklemeye devam ettim, duygudan boğuldum. Müze henüz açılmamıştı.

Aradan 3 yıl geçti, onlarla, Alekos Fassianos Müzesi ve Malikanesi ve @i_pepper ile işbirliği yapmanın mutluluğunu yaşıyorum ?

Sergimiz önümüzdeki hafta @zeyrekcinilihamam 'ın yakın zamanda ortaya çıkarılan Bizans sarnıcında açılıyor; diğer mücevherlerin yanı sıra, daha önce hiç görülmemiş 5 eseri ortaya çıkarmaktan heyecan duyuyoruz.

“Alekos Fassianos: Bizans'a Yelken Açmak”, bir insanın isteyebileceği en iyi suç ortağı olan @kozagureli'nin güveni, cömertliği ve desteği ile @idilovski @ikbalunuvarulgen @alpinerkanat dahil olmak üzere küçük ama güçlü hamam ekibinin özverisi olmadan mümkün olamazdı.

Sergi ve grafik tasarımın arkasında en bilgili mucizeciler @pattuarchitecture var. Her türlü mimari zorluğu pozitif bir tavırla çözebilen @ysuyolcu ZÇH'nin sarsılmaz direğidir.

Kendisi ile hemen Instagram üzerinden yazıştım. Amacım sergiyi gezmeden önce buluşup konuşmaktı. Onun işleri benim işlerim derken araya zaman girdi. Yolum İstanbul’a daha önce düştü, sergiyi ziyaret ediverdim.

Zeyrek Çinili Hamam’dayım. Önce sergiyi, sonra müzeyi geziyoruz. Restoratör Deniz Hanım, adı gibi bir su hikayesi anlatıyor. Nereden başlasam? Bu soruyu her yazıma başlarken soruyor olsam da bu kez durum biraz daha katmerli. Mimar Sinan’ın Barbaros Hayrettin Paşa için inşa ettiği bir hamamın Bizans döneminden kalma sarnıcında, Yeni Yunan’ın Picasso’su diye anılan Fassianos’un Türkiye’deki ilk müze sergisindeyiz. Yazı yazmak sadeleşmek ve gereksiz her şeyden arınmak demek. Bu yazının gereklilikleri bize danışmadan kendi lisesini yapmış uzayıp gidiyor. Zeyrek Çinili Hamam’ın sadece çinilerinin hikayesi başlı başına kitap konusu.

Alekos Fassianos Çinili Hamamda

Hamam’ın birkaç yüz adım ötesinde, Aya Sofya’dan sonra Bizans’ın ikinci önemli kilise ve manastır kompleksi Pantokrator yani bugünün Zeyrek Camii tüm ihtişamıyla yükseliyor. Az ötesinde Valens (Bozdoğan) Su Kemeri. Dibinde Sedad Hakkı Eldem’in Sosyal Sigortalar Kurumu için tasarladığı Ağa Han Mimarlık Ödüllü yılankavi kamu yapıları. Tüm bunlar ve çok daha fazlası, 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilen İstanbul Tarihi Yarımada bölgesi içindeki Zeyrek Koruma Alanı’nda yer alıyor.

Çinili Hamam Arka Planda Zeyrek Cami ve Sedad Hakkı Eldem Yapıları

Gel biz, Çinili Hamam’ın yıllarca süren restorasyon çalışmaları sırasında şans eseri ortaya çıkan sarnıçlardan birine odaklanalım. Çünkü Fassianos’u gökte ararken yerin dibinde bulacağız.

Başlığının ilhamını William Butler Yeats’in Sailing to Byzantium (Bizans’a Yolculuk) şiirinden alan sergi, izleyicileri tarih, mit ve hayal gücü arasında katmanlı bir keşfe davet ediyor. Sanatçının Yunan mitolojisi ve Bizans ikonografisinden beslenen eserleri, sarnıçta ortaya çıkarılan ve hamamın inşaatında çalışan kürek mahkumlarının yaptığı düşünülen gizemli gemi grafitilerindeki kahramanların ve korsanların yer altı dünyasına ve düşlerine konuk oluyor. [iv]

Zeyrek Çinili Hamam Alekos Fassianos Sergisi

Yıl 2025’e döndükten sonra buluşabiliyoruz Anlam de Coster ile. Anlam bir helenofil, Yunan kültürüne derin sevgi saygı duyuyor. Yunanistan’ı ziyaret ettiği son on bir yıl içinde Fassianos’a hayranlığının hangi noktada başladığını anımsamıyor. Saati aşan keyifli sohbetimizin hemen ardından bir kıvılcım yanıyor. Yerimden kalkıp, taşınma sonrası yeni yerleştirdiğim kütüphanemize bakıyorum. Kapağının portakal rengine ve samansı kağıdına hayran olduğum Fata Morgana yayınlarından çıkan incecik kitabı elime alıyorum. Eski bir kitapçıda dolanırken miydi yoksa Fransız Kültür’ün elindeki fazla kitapları satışa çıkardığı dönemden miydi tam hatırlamasam da Yannis Ritsos’un Pencere adlı şiirini barındıran bu kâğıt dizgesini resimleyenin Alekos Fassianos olduğunu bir anda hatırlayıveriyorum. Karikatürsü çizgileri, nerede başlayıp nerede biteceklerini öyle güzel biliyorlar ki, insanın akciğer kıvrımlarına yerleşip nefesini kesiyorlar. Fassianos ile tanışalı beş yıl falan olmuş aslında, farkına varmadan içimde mayalanmış görüntüler. Kim bilir belki de çok daha önce rastlaşmışızdır.

Alekos Fassianos Sarnıç

Otuzlar Kuşağı'nın en genç temsilcisi olan sevgili hocası Moralis, öğrencisini Antik Çağ'a yönelmeye teşvik etti. Yine de öğrencisi, hocasının resmine damgasını vuran melankolik tefekkürü benimsemedi. Kendi popüler paganizmi başka bir öğretmenden ilham almıştı: Yannis Tsarouchis.

Sanatçı, “günlük yaşamın kişisel deneyimini ve Yunanistan'ın çevresindeki manzarayı ifade eden bir tür yerel sanatı” temsil ettiğine inanıyordu. Alekos Fassianos için yalnızca yerel olan küreseldir. Fassianos'un dünyası her zaman kendi kimliğini korur. Tek başına ya da gruplar halinde, düz ya da ışık ve gölgelerle şekillendirilmiş figürleri her zaman tanınabilir. Fassianos'un çizimleri gerçekçi değildir. Yüzler genellikle profilden ya da dörtte üç oranında, stilize edilmiş antik Yunan özellikleriyle tasvir edilir. Renkleri saf ve parlaktır, kırmızı, mavi ve altının hâkim olduğu birkaç sembolik tonla sınırlıdır.

Alekos Fassianos kendi gerçekliğinden bir efsane yaratmış ve bizi onun gizli cazibesine karşı uyarmıştır. Gerçek bir “popüler sanatçı” olarak, sanatının gündelik gerçekliğimize yayılmasına ve hayvani coşkusuyla onu neşelendirmesine izin verdi. Eserleri bulaşıcı bir iyimserlik taşıyor. Bu da Fassianos'un resimlerinin neden bu kadar popüler olduğunu kısmen açıklıyor.[v]

Alekos Fassianos Sarnıç 2

Her ne kadar Olimpos’a gönderme yapsalar da, yeryüzüne inip bisiklete binen, balık tutan türden tanrıça ve tanrıların vatanı bu tablolar. Evimizin duvarlarında görmek istediğim çizgi, doku ve renkler huzur veriyor; bir adım daha ötesi insanı neşelendiriyor, hatta coşturuyor.

Merakla soruyorum nasıl tanıştıklarını. “Tanışmadık.” diyor Anlam. Evini ilk ziyarete gittiğinde Fassianos epey hastaymış, hatta o sırada evde mi hastanede mi onu da bilmiyor. İlk karşılaşma evin her yerine yayılmış tablolarıyla oluyor. Göz yaşlarını tutamadığı bu anı Stendhal Sendromu olarak tanımlıyor.

Güzel sanatlar ve tutku dolu hislerin neden olduğu göksel duygulanımların harmanlandığı bu duygusal noktaya ulaşmıştım. Santa Croce'den ayrılırken kalbim güm güm atıyor, yaşam içimden çekiliyor, düşme endişesiyle yürüyordum.[vi]

Diye ifade ediyor hislerini Stendhal; Roma, Napoli ve Floransa adlı eserinde. Sonraki yıllarda sanat eserleri karşısında yaşanılacak bu yüksek duygulanım hali Stendhal’in adı ile anılacak. Çınar’ın Partenon ile karşılaşması sırasında yanı başımızda beliriveren de Stendhal’dan başkası değildi. Evet oluyor, sanat insanın gözlerini yaşartabiliyor.

Hamamda kalan az sayıda orijinal çini parçası

Üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Anlam, Fassianos’un eşi ve kızının davetiyle evlerini tekrar ziyaret ediyor. Yapış yapış bir yaz günü, içleri serinleten başka bir deneyime dönüşüyor. Evin pek çok katına yayılan eserlerin arasında bir gün geçirecekler, bugün bize Zeyrek Çinili Hamam’da sunulacak eserleri seçmek için. Commissaire d’exposition lafı beni hep güldürmüştür. Fransızcada küratöre sergi komiseri diyorlar. Komiser benim için çocukluğumun tek kanallı döneminin meşhur dizisi Komiser Kolombo’dan öteye geçmez. Bu durum gözümün önüne çok katlı Fassianos evinde bir tür cinayet araştırmasını yürütür titizlikte çalışan ufak tefek genç bir kadının canlanmasına neden oluyor, üzerinde pardösüsü ile o cehennemi sıcakta araştırma yapan… Heykelcikler, efemeralar, sonsuz kitap yığınları, arkası dönük tablolar, üst üste yığılmış rulolar. Gülümsüyorum, tabii ki içimden. Ancak bunu Zoom üzerinden sürdürülen bir sohbette ilk kez tanıştığım Anlam’a elbette söylemiyor, sorularımı ciddi ciddi sormaya devam ediyor, tüm bu karmaşa ve nemin içinden bize muhteşem bir sergi doğurduğu için kendisine şükran hissi duyuyorum.

Zeyrek Çinili Hamam Müzesi-Çini Parçaları

Sergi için mekân önerilerinden biri de Zeyrek Çinili Hamam. “Babam böyle isterdi.” diyor Fassianos’un kızı Mariza. Sergiyi ziyaret etme fırsatı bulursan sen de göreceksin mekânın bu kürasyonun kalbinde yer aldığını. Tezat içini burkacak. Denize ve özgürlüğe bu kadar düşkün bir sanatçının eserleri suyu ve ışığı çekilmiş bir sarnıca adeta bağımsızlık güneşi gibi doğuyor. Tabloların dalgalarının duvara vuruş sesleri sessizlikte yankılanıyor. Bir ihtimal kürek mahkumlarının tüm ayrıntılarıyla çizdiği yelkenliler, yüzyıllar sonra hayata gelip, burunları bir aşağı bir yukarı hareket edercesine, iki kültürün paylaşamadığı Hacivat-Karagöz gölge oyununun sahnesinde müthiş bir animasyona dönüşüyor. Cümbüş yeri…

Gölge Oyunu

* * *

Çinili Hamam ile ilk karşılaşmamı anımsıyorum, kimliğinin çalınmış olduğunu sandığım bu hamamla… Binaların beklentileri vardır ve hayatları; her ne kadar onların canlı olmadıklarına inananların sayısı çok olsa da. “Kim bilir kaç yıldır tekrar kendisi olmayı hayal ediyorken suyunu, daha da acısı huyunu kaybetmek acaba nasıl bir histir?” diye sormuştum kendime. Soğuk mermerleri, göbek taşı buz. O an bilinmezden gelecek buharın her yanı kapladığını, gündelik dert ve tasaları örtbas ettiğini hayal etmiştim. Çinili’ye kimliğini iade etmek için tam on üç yıl boyunca maddi ve manevi her türlü desteği veren iki kadının[vii] masalsı çabasından haberim yoktu daha.

Dışarıdakilerden misliyle fazla sorun içeride çıplak gözle görülüyordu. İlk girilen yer olan soğuklukta, kubbeli mekânın bütünlüğünü algılamayı engelleyen soyunmalık odacıklarıyla bölünmüş koyu mavi boyalı bir şirvan eklentisi vardı. Onunla birlikte mekâna bir dönem çimentolu sıvalarla kaplanmış, yüzeyleri kirli ve yosunlanmış duvarlar ve kubbelerin boyaları kavlamış, kabarmış görüntüleri hâkimdi. Hamamın içinde merakla gezinirken tanık olduğumuz, burada tekrarlamaktan hoşlanmayacağım kötü görüntüler sadece duvarlarda değil, insanın temas ettiği kurnalar, sekiler, seki aynaları ve zemin kaplamalarında da görülüyordu. Marmara mermerinden mamul, döşenmiş tüm yüzeylerin kabul edilemeyecek seviyede aşınmışlığı, kırık döküklüğü, hatta pisliği mide bulandırıcıydı. Önümüzdeki projelendirme ve uygulama süreçlerinin sonucunu henüz tam olarak bilemeyeceğim o ilk gezişte aklıma bu harabeyi satın almak için verilen paraya acımak geldi. Ancak isin içine girdikten sonra binanın sahiplenilmesinin arkasında içten bir sevgi ve ciddi bir uzgörü olduğunu anladığımdan yanlış düşündüğümün farkına vardım.

Farklı dönemlerde "Hayreddin Paşa Hamamı", "Kaptanpaşa Hamamı", "Destgâhçılar Hamamı" diye de anılan Çinili Hamam’ın hikâyesinin başında adları geçen kişiler olan Barbaros Hayreddin Paşa ve Mimar Sinan binanın tarihi değerini artırır. İnsan binanın ilk halinden günümüze nasıl bu kadar köhneleştiğini düşününce, tarihimize mal olmuş bu isimlerin bilinçsizce önemsizleştirildiğini, değersizleştirildiğini hissediyor. Dolayısıyla ben bu sorumsuzluğun ancak binanın koruma bilimi ve sanatı ilkeleri doğrultusunda saygılı bir biçimde projelendirilmesi ve onarılmasıyla telafi edilebileceğini düşündüm.[viii]

Diye ifade ediyor restorasyon öncesinde karşılaştığı tabloyu Cengiz Kabaoğlu “Çinili Hamam Projesi: Bir Mimari Koruma Hikayesi” adlı yazısında. Benim için ise ilk karşılaşma tam aksine aşırı steril bir ortamın içine düşmek şeklindeydi. Gıcır gıcır bir hamam. Zaten hamamı da sergi mekanına dönüştürüp özünü çalmışlar! Hızlıca yargılamak ne kolay. İki hayalperestin bu yapıya nasıl şefkat ile yaklaştıklarına, yaralarını sarmak için ne denli uğraştıklarına; okudukça ve dinledikçe ikinci elden tanık oldum. Hadi bin bir bürokratik zorluğu (ki çoğu zaman gerekli olabilir) aştınız, restorasyon başlı başına bin bir karar vermenizi gerektiren labirentlerden oluşan sonu çıkmaz bir sokak. Bu yolu bir arada kat edip çıkışı bulan ekibin tamamına şapka çıkarmak gerekiyor, ki müdüründen tellağına çoğuyla tanıştım; içtenliklerine, profesyonelliklerine ve ekip ruhlarına hayran kaldım. Her bir çininin izini sürmek, her bir sıvayı kazırken durup bekleyip kararları gözden geçirmek. On üç tane üç yüz altmış beş gün altı saatten söz ediyoruz. Ve bunların sonunda ortaya çıkan bir müze de var ki, o da ayrı bir yazı konusu. Ayrıntıları merak edenler Barbaros’un Çinili Hamamı-Sinan’dan Bir Başyapıt adlı kitabı okuyabilirler.

* * *

Masum bir Atina yolculuğunun bizi Fassianos’un teknesine bindirip İstanbul’a geri getireceğini nereden bilebilirdim. Sergiyi huşu içinde ikinci kez gezdim. Yavaş yavaş, adım adım… Her bir tabloyu tek tek ziyaret ettim. Bir yandan sarnıçta diğer yandan Fassianos’un evinin koridorlarında. Tıpkı rüyalardaki gibi mekanlar birbirine karıştı.

Sonra yukarı çıktım, çok da geniş olmayan kapıdan hamamın eskiden kadınlar şimdi ise erkekler bölümü olan kısmına girdim. Sedir, ıtır ve lavanta kokuları arasında ahşap merdivenin basamaklarını birer birer çıktım. Ayakkabılarımı çıkardım. Soyundum, peştemalimi belime sardım. Soğukluk, ılıklık… derken buhar bedenimi sardı. Hiç bunaltmadan tüm uzuvlarımı sağalttı.

Hamam geride bırakmak, ağırlıklarından kurtulmak ve arınmaktır. Hamam benim için baba ve oğul demektir.

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?[ix]

Ağladım. En son babam ve büyük oğlum Umut ile gitmiştik hamama. Ne güzel bembeyaz bir gündü aydınlık, pirüpak. Sonra babam gitti. Sonra Umut gitti uzaklara okumaya. Biz Çınar ile gider olduk hamama. O çocuk neşesiyle, her bir kurnayı kendisine okyanus belleyen hayal gücünü harmanlaması, saf mutluluktu.

Hamam geride bırakmak, ağırlıklarından kurtulmak ve arınmaktır. Hamam benim için baba ve oğul demektir.

Hamamın eskiden erkeklere ayrılmış olan biraz daha geniş bölümünü bu kez kadınlara ayırmışlar. Açıkçası biraz bozuldum, çünkü geriye kalan az sayıda ancak muhteşem altıgen çini tablolar orada kalmıştı. Şimdiki erkekler bölümü ölübeyaz, çıplak. Babam da gitmiş, zaten ağladı ağlayacağım. Göbek taşına uzandım. Cısss… İçeriye bir grup turist girdi. Başladılar yüksek sesle sohbete. Hahaha, hihihi… Beylik harem, cariye konuşmaları. Komşuyu Eski Yunan bizi de Osmanlı zanneden müstemleke ağzı konuşmalar. Evet hâlâ…

Sonra buhar gizemli bir sis gibi yavaş yavaş etrafa yayılmaya başladı. Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan ne ise bunların ağızlarından girip burunlarından çıkıp dillerini düğümledi. “Oryantalizm öyle değil böyle yapılır.” diyesim geldi de demeyeceğim, çünkü ortamın mistik havasını bozmak istemem. Velhasıl etrafı derin bir sessizlik kapladı. Huyunu bulan, kimliğine kavuşan hamam bütün gözeneklerimizi doldurup ruhlarımızı ele geçirdi. Paralize olmuştuk ne bir çıt, ne bir üfürük…

Pusların içinde uzandığım göbek taşının tam orta yerinde, hemen yanı başımda bir yaşam ağacı belirdi. Na’vi halkının bilge kadınları ilahiler söylemeye başladılar. Kadınlar, kadınlar bölümünü tekrar ele geçirdi. Gözlerimi diktiğim kubbedeki fil gözü pencerecikler gün geceye kavuşurken açık maviden laciverte dönüyor, çinili hamamın yitirdiği çinilerinin her bir tonunu zihnime geri kazıyordu. Hamam yenimavi bedenine bürünürken, bir yanımda Fassianos, diğer yanımda babam suya, hayata ve ışığa kavuşmanın huşusu içinde gülümsediler.

Bir elimde Çınar, diğer elimde Umut, Çinili Hamam’dan çıktık. Zifiri karanlıkta, kendinden aydınlık Zeyrek’in sokaklarında dolaşa dolaşa Haliç’e kadar yürüdük. Kendimizi yenimavi, yepyeni mavi hissediyorduk; Çınar, Umut, Çinili ve ben! Yürümeye devam ettik, çünkü daha yürüyecek yolumuz vardı…


Yazarın diğer yazıları için kişisel blogunu ve Instagram hesabını takip edebilirsiniz.


[i] Yazarın çevirisi: Odysseus Elytis, Selected Poems 1940-1979, Anvil Press Poetry 2011

In Paradise I have marked out an island

You all over - and a house on the sea

With a large bed and a small door

And I have thrown into the unfathomable deep an echo

To mirror myself every morning when I wake up

To see you going by half immersed in the water

And to lament the other half of you in Paradise.

[ii] https://www.imdb.com/title/tt0499549/characters/nm0941777/?ref_=tt_cst_c_1

[iii] https://www.nationalgallery.gr/en/artwork/fire-riders/

[iv] https://zeyrekcinilihamam.com/tr/alekos-fassianos-bizansa-yelken-acmak

[v] https://www.nationalgallery.gr/en/exhibitions/fassianos-everyday-mythologies/

[vi] Yazarın Çevirisi: Stendhal, Rome, Naples et Florence, Editions Delaunay, Paris - 1826, tome IIp. 102

J’étais arrivé à ce point d’émotion où se rencontrent les sensations célestes données par les Beaux Arts et les sentiments passionnés. En sortant de Santa Croce, j’avais un battement de cœur, la vie était épuisée chez moi, je marchais avec la crainte de tomber.

[vii] Bike Gürsel ve kızı Koza Güreli Yazgan

[viii] Barbaros’un Çinili Hamamı-Sinan’dan Bir Başyapıt, Yem Yayın, s. 230-234

[ix] Cemal Süreyya, Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?