Robert Schild

23 Nisan 2015

Tiyatro ödülleri üzerine...

Eveeet... Tiyatro ödülleri dönemi geldi – ve polemikler başladı!..

Eveeet... Tiyatro ödülleri dönemi geldi – ve polemikler başladı!..

Kuruluşundan bu yana on yıldır sürdürdüğüm “Tiyatro... Tiyatro...” Dergisi Ödülleri seçici kurul üyeliği görevimden sonra, son zamanlarda gittikçe artan ödül sayısından sıyrılmış olmanın mutluluğu bir yana, konu ile ilgili gelişmeleri/tartışmaları daha tarafsız bir biçimde değerlendirme olanağım var artık... Dergimizin 2013/2014 sezonundan başlayarak bu çalışmalarını noktalaması, yerinde bir karardı kuşkusuz – ortaya çıkan “ödül enflasyonu” karşısında oluşmaya başlamış bir çeşit “çevre kirliliği”nden sıyrılmanın vakti gelmişti çünkü! Tiyatro(cu)ları “mükâfatlandırmak” gereğini duymuş kimi kurumlar –üyeleri arasında yaşanmış bazı fikir ayrılıkları/tartışmaları sonucu– neredeyse bölünen amibler gibi, yeni birimler doğurdu; bazı dergi ve dernekler “kendi” ödüllerini oluşturdu. Öte yandan, bu çeşitlilikten doğal olarak oluşan magazinleşme ile yalın tiyatro bilincinden zaman zaman bir çeşit uzaklaşma da gözden kaçmıyor nedense!..

Sadece İstanbul’da onu aşkın ödül kâh göze batan bir “tantana”yla, kâh daha alçak gönüllü ve olduğunca pragmatik biçimde çalışmalarını sürdürürken, bazıları (“Direklerarası T.Ö.” gibi) gereğinden çok fazla dalda, kimileri (örn.” Sadri Alışık T.Ö.”) salt oyunculara ödül veriyor. Bu uygulamaları burada eleştirecek değilim, ancak önemi gittikçe algılanmaya başlanan “dramaturji”ye niye hiç bir mansiyon uygulanmadığını veya örneğin bunca görkemli törenlerden vazgeçilip, birincilik alan ödeneksiz kumpanyalara acaba niye maddi bir ödül verilmediğini sorgulamak isterdim aslında...

Oysa ki, en azından Afife Jale ödül adaylarının Nisan başlarında şık bir basın toplantısıyla açıklanmasının hemen ardından eleştiriler, dahası suçlamalar başladı! Efendim, ben burada “bizim oyun neden hiç bir kategoride aday gösterilmedi – ileride bu kurumdan ödül kabul etmem...” türdeki yakınmaları (inanılması güç, ancak bunun gibi söylemler bir oyuncu tarafınca gerçekten dile getirilmiş!) irdelemeyi düşünmüyorum; öte yandan İstanbul Devlet ve B.Belediye Tiyatroları’nda bu sezon içinde birer oyun yönetmiş olan Ayşe Emel Mesci’nin Cumhuriyet Gazetesi’ndeki 6 Nisan tarihli köşe yazısında Afife Jale Ödülleri Seçici Kurulu (AJSK)’na yönelik olarak dile getirdiği bazı eleştirilerine burada değinmeden edemiyorum.

Sayın Mesci’nin “Afife Jale’yi rahat bırakın!” başlıklı yazısında bu ödül için “adaletinin tartışılır hale” geldiğini ve “geniş bir kesimde genelleşmiş bir ‘haksızlık ve kayırma’ duygusu” (٭) oluştuğunu belirtmesi, gerçekten herkes için üzücüdür. İleri sürdüğü düşünceler, söz konusu seçici kurulun “inanılmayacak kadar kalabalık” olduğu savıyla başlıyor. Buradan hareketle “jürinin bileşiminin bazen kişi veya kurumlara belirli avantajlar sağlayabildiği, bazen siyasi mülahazaların devreye girdiği, örneğin bu sene devlet tiyatrolarının ‘görülmemesi’ için ciddi çabalar sarf edildiği, jüri üyesi oyuncuların yakınlarını destekledikleri veya kendi oyunları için oy kullandıkları vb konuşuluyorsa ve açıklanan aday listesi de bu söylenenleri destekliyorsa…”, bu konunun “ciddiye alınması” gerektiğine işaret ediyor sayın Mesci. Bundan öte, anladığım kadarıyla bu seçici kurulda profesyonel tiyatrocuların yer aldığına da takılmakta ve ayrıca Benim iki oyunumun da çok az sayıda üye tarafından izlendiğini, üstelik birçok oyuna hiç gidilmediğini...” ileri sürüyor.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, jürinin salt “kalabalık” olması bir sakınca arzetmez. İstatistik biliminin “büyük sayılar kanunu”na göre, asıl çok kişi içeren bir seçici kurul ile kimi rastlantısal sonuçların önlenmesi sağlanmış oluyor – örneğin, dokuz kişilik bir jüride dört adaya verilen oyların 2-2-2-3 olarak dağılabilmesi gibi... “Siyasi mülahazalar” savına gelince, bu yorumun belirli bir öznellikten kaynaklandığını düşünebiliriz – kaldı ki AJSK’nun ön listesinde, biri bizzat Mesci’nin yönettiği “Hamlet Makinesi” oyunundan iki adaylık, diğeri ise gene bir DT yapımı olan “Paşa Paşa Tiyatro”dan üç adaylık bulunmuyor muydu zaten?! Ne var ki, “profesyonel tiyatrocular” savına katılmamak mümkün değil – ve bu konuya Dergi’nin Haziran 2013 sayısında şöyle bir yorum getirmiştim: “Bazı kurullarda üye sayısının yarısından fazlasını (!) oluşturan bu sanatçılar her ne kadar bizzat katıldıkları oyunlar için oy vermiyorlarsa da, kimi dostlukların bu meclisteki tarafsızlığa gölge düşürebileceği çekincesi akla gelmiyor mu?” .

Somut olarak AJSK’nun 29 üyesine bakacak olursak, aralarında on kişinin kendilerini “oyuncu”, beş kişinin “yönetmen”, dört kişinin “dramaturg”, bir kişinin de (tiyatro ile ilintili olduğunu bildiğimiz) “koreograf” olarak tanıttığını görebiliyoruz! – İşte, bu kişilerin değerlendirmelerini nasıl, hangi kriterlere göre yaptıklarını –ha’şa “yakınlarını destekledikleri” veya da desteklemediklerini!– bilemeyiz, tabii ki...

 

Bu bağlamda, tam anlamıyla şeffaf bir ödül mekanizmasının nasıl çalışması gerektiğini, hele olası bir “haksızlığın küçüğü, büyüğü”nün önüne geçilmesi uğruna, “Tiyatro... Tiyatro...” Dergisi’nin iki sezon öncesine kadar uyguladığı şu önemli üç kuralı (mealen) anımsatmakta yarar var, sanırım:

- Seçici Kurul’da profesyonel oyuncu, yönetmen veya sanat yönetmenlerinin değil, ağırlıklı olarak tiyatro eleştirmen ve akademisyenlerin bulunması;

- Seçici Kurul üyelerinin, sezon içinde gösterime girmiş oyunların üçte ikisini izlemiş olduklarını beyan etmeleri;

- 10 kategoride verilen bireysel kararların, yazılı gerekçeler içererek, kapalı zarf içinde verilmesi. (kategoriler ise “en iyi oyun, yönetmen, erkek oyuncu, kadın oyuncu, yazar, çevirmen, sahne tasarımı, giysi tasarımı, müzik ve koreografi” şeklindeydi...)

 

Bu kısa bilgiler, sayın Mesci’nin yazısında Gazetem Cumhuriyet’e buradan çağrı yapıyorum: Lütfen bu Afife ödülleri meselesinde muhabirlerimiz çeşitli tiyatro insanlarından görüş alsınlar, ne düşündüklerini bir sorsunlar.” şeklindeki serzenişine bir çeşit bireysel yanıt olarak da görülebilecekse, ilave edilecek birkaç yorum daha var aslında… 

Oy verme sürecinde gizlilik öğesi, tartışılmayacak derecede önemlidir! Gerek kimi “değerlendirme” toplantılarında, gerekse –kasıtlı olmasa bile salt– e-mail yoluyla yapılan tercih belirlemelerinde, doğal olarak oluşabilecek etkileşimlerin sakıncası yadsınamaz. İşte bu nedenle, yıllardır üyesi bulunduğum Tiyatro Eleştirmenler Birliği’nin ödül mekanizmasında tercihlerin bilinçli/bilinçsiz olarak tüm e-mail alıcılarına iletilmesine karşı olduğumu birkaç kez belirtmiştim. Aynı şekilde, her jüri üyesinin tercihlerinin arkasında durmasının bir çeşit “teminatı” olarak, kararlarına en az birer yazılı gerekçe eklemesi, buradaki şeffaflığın da doğal bir güvencesi olacaktır. Ödüller belirlendikten sonra Dergi’de yayımladığımız bu gerekçeler, kimi dostlarımızın yazı biçemlerine göre sadece birer paragraf, kimilerine göre koca bir sayfa tutabiliyordu – ancak önemli olan, kimleri ve hangi oyunları niye aday gösterdikleri hakkındaki düşünceleri/gerekçeleriydi kuşkusuz.

Diğer önemli bir konu, yıldan yıla artan oyun sayısıyla “başa çıkmaktır”! Kişisel kestirmelerime göre, geride bıraktığımız sezonda üç yüze yakın oyun prömiyer yapmıştır – ve kimi olası “haksızlıklar”ın önüne geçebilmeyi arzulayan seçici kurul üyelerinin işi geçekten çok, ama çok zor! Kaldı ki, bazı küçük tiyatro kumpanyaları gerek sahne, gerekse oyuncularının zamanlama darboğazları nedeniyle oyunlarını pek ender sergileyebiliyorlar. İşte özellikle bu bağlamda ödül kurumları eğer bir çeşit “ön jüri” oluşturamıyorsa, üyelerini uygun bir şekilde yönlendirmeli, ayrıca basında çıkan eleştirileri izleyerek kendilerine kapsamlı programlar oluşturmalı. Bu tür girişimlere naçiz bir destek verebilmek amacıyla, T24 portalında geçtiğimiz ay irdelediğim “İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz” oyunu için (şaka ile karışık) “Seçici Kurul Üyeleri’ne 'mecburi hizmet'” alt başlığını kullanmıştım – ve gerek Afife Jale gerekse Sadri Alışık Ödülleri’nde bu yapım için adaylıklar görünce, ziyadesiyle sevindim!..

Bu naçiz yorumlarımı olumlu bir gözlem ile noktalamak üzere, daha üç yıl öncesine kadar AJSK’nun nedense “tanımadığı” (!), koltuk sayısı düşük olan küçük tiyatroları artık değerlendirmeye almakla “doğru yola” geldiğini belirtmek isterim. Keza, bu kurumun son yıllarda belirlediği adayların arasında, Türk tiyatrosunun “taze kanı” olarak tanımladığım, önlerinde sevgi ve saygı ile eğildiğim bu kumpanyaların oranı gittikçe artıyor.

Tüm bu oluşumların tarafsız bir gözlemcisi olan bu satırların yazarına ise, 2014/2015 sezonu sona ererken verilecek ödüllerin, sahiplerine ve Türk tiyatrosuna hayırlı olmasını dilemek düşer...


(٭) aksi belirtilmemişse, tırnak ve italik içindeki bölümler Ayşe Emel Mesci’nin 06.04.2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmış yazısından alınmıştır.