Bir varmış, bir yokmuş – eleştirmen/dramaturg Yavuz Pekman’ın tanımıyla ülkemizdeki “Tiyatro’nun Altın Çağı”nda Taksim Meydanı’ndan Sıraselviler Caddesine girdikten az sonra, sol kolda 75 No.lu binanın çatı katında Arena Tiyatrosu’na ulaşılırmış... Türkiye’nin ilk deneysel sahneleri arasında, belki de ilk “alternatif” tiyatro olarak görülebilecek, başını Asaf Çiğiltepe’nin çektiği bu kolektif topluluk o tıklım tıklım 280 kişilik salonunda 1962’de “Kral Übü” gibi absürd bir oyun ile perdelerini açmış, Genco Erkal’ın başrolündeki “Aslan Asker Şvayk” ile devam etmiş – ancak birtakım kişisel ve maddi nedenlerle 1966 yılında kapanmıştı. Ne var ki Çiğiltepe ve bazı arkadaşlarının Arena’dan koptuktan sonra Ankara’ya gidip AST’nin temellerini atmış olmaları, Genco Erkal’ın ise benzer kolektif anlayışı daha sonra Dostlar Tiyatrosu’na taşımış olması bile, bu yenilikçi sahnenin Türkiye’deki tiyatro yaşamına sağladığı ivme ile tarihinde de silinmeyecek bir iz bırakacaktı...
Sahne yaşamımızın bu en verimli döneminde, bir yıl geçmeden ve aynı caddenin biraz ilerisinde, 90 No.lu binanın bodrum katındaki “Klüp 12”de Haldun Taner ile Z.Alasya/M.Akpınar ikilisi, Devekuşu Kabare Tiyatrosu ile on yılı aşkın bir süre devam edecek birlikteliklerine başlar... İzleyicilerin küçük masalar etrafında kümelenip içkilerini içer ve sigaralarını tüttürürken, art arda sahneye gelen eleştirel skeçleri izledikleri bu salonda sadece 110 kişi yer alabiliyor, ancak oyunların çoğu yüzlerce kez sergileniyordu! Ülkemizi sürekli kabare tiyatrosu ile tanıştıran bu yeni oluşum, ne yazık ki gene kişisel nedenlerle 1978’de son buldu. Aynı salonu 1985 yılında devralan Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu ise, koltuk düzeyine geçip neredeyse üç yüze çıkardığı oturma kapasitesiyle “Çılgınlar Kulübü” ve “Oğlum Çiçek Açtı” gibi son derece başarılı oyunlara rağmen, bu mekânda ancak sekiz yıl barınabildi, ardından kentin başka sahnelerine taşındı.
Yine Sıraselviler/Cihangir ekseninde 1984 yılında bir "oyunculuk okulu" olarak oluşturulmuş Bilsak Tiyatro Atölyesi Ahmet Levendoğlu, Ayla/Beklan Algan, Erol Keskin, Macit Koper, Metin Deniz, Müge Gürman ve Taner Barlas gibi sahne sanatçılarının eğitiminde bir yandan tiyatromuza yetenekli bir kuşak yetiştirecek, aynı zamanda ise İkibinli Yıllara da taşan nice önemli, yön verici yapımlara imza atacaktı...
Cadde’de yeni bir perdenin açılması için ise neredeyse yirmi yıl geçecekti! Pera Güzel Sanatlar Okulu’nun bünyesinde kurulup, eski “Kulüp 12”nin karşı kaldırımında 18 Ocak 2002 akşamı A.Dorfman’ın “Ölüm ve Kız”ıyla start alan Tiyatro Pera, yönetmen Nesrin Kazankaya / dramaturg Şafak Eruyar / yönetmen yardımcısı Zeynep Özden üçlüsünün başarıyla kotardığı yirmiye yakın yapımıyla, günümüzde bu bölgenin en istikrarlı sahnesi sayılıyor.
Tiyatro Pera’nın kuruluşundan iki yıl sonra ise, Firuzağa Camii’ne yakın Ağa Hamamı Caddesi ile kesişen Taktaki Yokuşu’nun sağ kolundaki bilardo salonunun altındaki eski kömürlük veya depodan yeni bir sahne doğacaktır! Pera’nın ilk oyunlarında sahne tasarımını üstlenmiş olan, ilk gençliği ile eğitimini Almanya’da geçirip ardından Türkiye’ye “kesin dönüş” yapan Özkan Schulze’dir, bu 50 kişilik salonda kurduğu Arama Tiyatrosu ile arayışa çıkan... Dört yıl boyunca Bilgesu Erenus, Tarık Günersel, Theresia Walser ve Michael Ende’nin kâh kaliteli, kâh “hayatımda izlediğim en sıkıcı, fenalık getirici, hayattan bezdirici” (Walser’in “Göçmen Fahişeler”i hakkında 2007 yılından gelme bir ekşi sözlük alıntısı) oyunları ile ancak dört yıl dayanır! Mahir Günşiray’ın Tiyatro Oyunevi topluluğunun 2009-2011 yılları arasında, yakın geçmişe kadar da Tiyatro Boyalı Kuş’un faaliyet gösterdiği bu salona “Tatavla Sahne” adını vererek içinde bulunduğumuz sezonda nihayet sürekli bir izleyici kitlesi kazandırmasını bilmiş Tiyatro Tatavla’nın son oyununu ise aşağıda kısaca irdeleyeceğiz...
...ancak daha önce, her ikisi de Ağa Hamamı Caddesi’nde bulunan Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde bulunan 120 kişilik Çolpan İlhan Oda Tiyatrosu ile Bo Sahne’ye de değinmemiz gerekiyor. Bunların ilki, SAKM’nin bazı kendi yapımlarına yer verirken, 110 kişilik salonunda Bo Sahne gerek kendi, gerekse konuk toplulukların oyunlarını sergiliyor ki, kendi yapımları olan “Bakarsın Bulutlar Gider”e daha önceki bir yazımızda kısaca değinmiştik. Sıraselviler/Cihangir bölgesinin en “genç” tiyatrosu ise, Hocazade Sokak No.20’de bu sezonun başında açılmış olan Tiyatro Rampa’dır. Anlatıldığı kadarıyla geçtiğimiz yüzyılın başlarında bir at ahırı olan bu mekânın arka bölümünde bulunan minik sahnesinde de haftanın değişik günlerinde nice yeni toplulukların yapımlarına yer verilmektedir.
Şimdi ise klavyemizi Eraslan Sağlam’a yönlendirelim... Kimi Açık Radyo dinleyicilerinin sesinden, çoğu tiyatroseverin ise İBBŞT’nun “Cabaret”, “Leonce ve Lena” ile “Dünyanın Ortasında Bir Yer” gibi oyunlardaki küçük, ancak dikkat çeken rollerinden anımsadığı bu tiyatro adamı, tabiri caizse içinde bulunduğumuz sezonda tam anlamıyla “çiçek açmış” oldu! Kurmuş olduğu Tiyatro Tatavla ile geçtiğimiz son iki sezonda önce “Bu Filmi Görmüştüm” ile nefis bir güldürü ustası, “Aktör Kean”da ise son derece başarılı bir aktör olduğunu kanıtlamış olan Sağlam, Atölye Tatavla’daki eğitmenlik faaliyetlerinin yanı sıra, bildiğim kadarıyla ilk reji denemesini Arthur Miller’in “Cadı Kazanı”yla işte o bilardo salonunun altındaki küçük sahnede tiyatroseverlere sunmaya başladı.
17.yüzyılda ABD’nin Massachusets eyaletinde girişilmiş olan bazı çocuksu ayinlerin “cadılık” olarak gösterilmesi ve bunlara katılanların yerel mahkemelerce idam edilerek “cezalandırılmalarını”, 1950’lerin başında aynı ülkede birçok sanatçıya uygulanan gülünç “komünist” karalamasına bir çeşit alegori olarak sahneye taşımış olan Miller’in “çağdaş tiyatro klasikleri” arasına girmiş olan bu oyunu, insanlığın asırlar boyu kurtulamadığı bağnazlığı yargılıyor...
“Cadı Kazanı”nın ülkemizde bugüne dek sadece Devlet Tiyatroları tarafınca büyük sahnelerde gösterilmiş olduğunu biliyoruz. DT’nun web sayfası (http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/user_home_dtgm.php), bunların üç kez (1958/59, 69/70/71 ve 2006/07 sezonlarında) Ankara, birer kez ise İstanbul (94/95), Bursa (94/95) ve Adana (01/02) Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmiş olduğunu gösterir. Bunların aralarında en çok ses getireni, hiç kuşkusuz Cüneyt Gökçer’in yönettiği 17.4.1970 tarihinde prömiyer yapmış (58/59’dan sonraki) ikinci yorumunun İstanbul AKM’ye konuk olduğu 27 Kasım 1970 gösterisiydi... Oyunun 3. perdedeki mahkeme sahnesinde çıkan ve şiddetle yayılan yangın ile daha bir yıl önce açılmış olan ülkenin en o modern donanımlı tiyatro salonu kül olmuş, hemen ardından ise basın ve kamuoyunda bu olay ile ilgili çeşitli “sabotaj” söylentileri yayılmaya başlamıştı!
Özgün metninde 21, Eraslan Sağlam’ın yönetiminde 15 kişinin yer aldığı, görselliği kesinlikle yabana atılmaması gereken oyunun şimdiki yorumlanışını irdelerken, bunca küçük bir sahneye yaraşır olup olmadığını tartışmalıyız öncelikle... Bu konuda değişik görüşler ortaya atılabileceği gibi, asıl ağırlığın görselliğe mi, iletilerin ortaya çıkarılmasına mı verileceği sorusu öne çıkıyor. Bu satırların yazarı, tiyatronun en önemli görevinin “iletiler” olduğunu her daim savunduğu için, oyunu bu öğenin lehine kullanacaktır kuşkusuz! Lakin, yukarıda andığımız Özkan Schulze’nin "Tiyatronun amacı, hayatın içindeki sorunları sahnede büyüteç altında göstermektir” sözünün, yıllar önce emek verdiği sahnede bu şekliyle yerine getirilmiş olmasından ayrıca büyük memnunluk duyduğumuzu belirtmeden edemiyoruz. Bu bağlamda, Sağlam’ın yanı sıra “dekor”da adı geçen Cihan Aşar’ı kutlamamız gerekiyor – salt halatların kullanımıyla uyguladığı sahne tasarımında sağladığı derinlik ortamı ve özellikle hücre/kafes öğesini simgelediği için; keza ışık tasarımıyla aynı havayı yaratabilmiş Koray Erhal Doğrul’u ve bunca kısıtlı bir sahne ortamına uygulayabildiği kusursuz devinim yönetimiyle Ömer Akgüllü’yü de... Sahne sanatçılarına gelince, ne yazık ki oyunu izleyebildiğimiz en son sıradaki kısıtlı görüş olanaklarıyla, kimileri halen Atölye Tatavla’daki öğrencilerie İrem Erkaya ve Kaan Songün gibi diğer genç kuşak temsilcileri ve deneyimli (Aysan Sümercan, Ersan Uysal) oyuncuların mükemmel birlikteliğini alkışayabiliyoruz ancak...
...ve söz birliktelikten/ortaklaşacılıktan açılmış, son olarak da Aysan Sümercan’dan söz açmışken – bu değerli sanatçımızın yazımızın başında andığımız Arena Tiyatrosu’ndan geçtip uzun yıllar çalışmış olduğu Ankara Sanat Tiyatrosu’nun ardından yeniden İstanbul’a döndükten sonra Tiyatro Pera ile şimdi Tiyatro Tatavla’daki rolleriyle yeniden aynı semtlere dönmüş olmasıyla, dairenin ne de anlamlı bir biçimde kapanmış olduğunu alkışlarımızla kutluyoruz!.. Nice oyunlara, Sıraselviler/Cihangir!
*****
Cadı Kazanı
Her Cumartesi Tatavla Sahne’de
Firuzağa Cad. Taktaki Yokuşu 2B, Cihangir
Tel: (0538) 371 87 92 - (0212) 233 52 30
info@sahnetatavla.com