İstanbul Tiyatro Festivali'nde prömiyer yapmış oyunları peyderpey izlemeyi sürdürüyorum... Geçen ay burada irdelemiş olduğum “Soytarım Lear’dan sonra, sıra geldi bir Çehov uyarlamasına – ancak ona geçmeden, daha önce izlemiş olduğumuz benzer çalışmalara kısaca bir göz atalım...
Tiyatroseverler ödenekli tiyatrolarımızda Anton Çehov’dan son yıllarda bolca nasibini almışken (örn. 2012/13–İBBŞT/E.Alkan’ın “Vişne Bahçesi” ile İDT’nda halen sürmekte olan M.Birkiye’nin “Üç Kız Kardeş” yorumları, ayrıca 2011/2012–İBŞT/T.Barlas’ın “Sevgili Doktor” ve –tadına doyamadığım– 2004/2005– İDT/I.Kasapoğlu’nun “Çok Yaşa Komedi” kolajları gibi), geride kalmış İstanbul Tiyatro Festivalleri’nde biri iyi, diğeri –bence– kötü iki Çehov uyarlamasını da anımsayacaklardır.
Bunlardan çok başarılı bulduğum ilki, 2004’de prömiyer yapan, ardındaki sezonda da büyük beğeni kazanmış olan İrlandalı Brian Friel’in iki kısa oyunundan oluşuyor. Çehov’un ‘Küçük Köpekli Kadın’ öyküsünden serbest bir esinlenme olan “Yalta Oyunu” ile ‘Vanya Dayı’nın Sonya’sıyla ‘Üç Kız Kardeş’deki Andrey’in Moskova’daki köhne bir kafede karşılaşmasını konu edinen “Oyundan Sonra” başlıklı uyarlamasını, sanırım o yıllarda Londra’dan yeni dönmüş olan Mehmet Ergen, Kenter Tiyatrosu için yönetmişti. Dayısının ölümü üzerine çiftliği tek başına idare etmeye koyulmuş Sonya ile ablaları tarafınca şımartılmış, ancak bir baltaya sap olamamış Andrey arasındaki sohbete kulak verirken, terkedilmiş bu iki insanın acı dolu diyaloglarında Çehov’a has o gizli ve sevecen mizahını algılıyor, diğer oyunda tatilini Yalta’da geçiren, kırkına merdiven dayamış evli-barklı Moskova’lı banker Dimitri Gurov ile genç ve alımlı Anna Sergeyevna arasındaki ilişkiyi sorgularken, her iki uyarlamada yazarın keder ve çaresizliğin altındaki ince insancıllığını sezinliyoruz.
Ondan altı yıl sonra, yine İstanbul Tiyatro Festivali’nde, yine Mehmet Ergen’in yönetiminde izlediğimiz Trevor Griffith’in “Piyano”su ise, Çehov’un henüz 21 yaşındayken yazdığı, nedense bitiremediği oyunu ‘Platonov’ ile kısa öyküleri ‘Üç Yıl’, ‘Köylüler’ ve ‘Yaşamım’ın yanı sıra Aleksander Adabaşyan’ın ‘Mekanik Bir Piyano İçin Bitmemiş Parça’ adlı filminden esinlenmiş. İKSV’nin tanıtım metninde “...aşk üçgenleri, sadakatin ve sosyal sınıfların sınırları, orta sınıfların orta yaş krizleri ve çaresizlikleri ve bize her şeyin olası olduğunu hatırlatan uşaklar ve köylüler”i izleyeceğimiz belirtilmişse de, “Tiyatro... Tiyatro...” Dergisi’nde yayımlanmış olan eleştirimde şunları savlamıştım: “Bir ‘uyarlama’ sunulacaksa, Anton Çehov’un oyunları ile sanırım yeterince yoğrulmuş olan İstanbul Tiyatro Festivali izleyicilerine gerçek bir yenilik getirilmeliydi – örneğin o dönemin toplumsal dengesizlik/adaletsizlikleri ile başa çıkabilecek bazı (devrimci?) yaklaşımları içerebilen bir yorum gibi – veya ‘üçgen’ ilişkilerini belki çarpıcı biçimde ‘dörtgen’leştiren – dahası, ‘atıyorum’ derler ya: ‘in-yer-face’leştiren bir çılgınlığa dönüştüren bir uyarlama... Mehmet Ergen’in bize hazırladıkları ise, on altı ayrı kişiliği canlandıran, sahnelerimizin on altı değişik yetenekteki oyuncunun resmi geçidiydi – o kadar...”
Sözünü ettiğim bu iki Çehov uyarlamasından ilkinin tadı, Türk tiyatrosunun ikonlarından Tilbe Saran ile Cüneyt Türel’in yanı sıra Yeşim Koçak ile Mehmet Birkiye sayesinde halen damağımdadır – diğerini ise, önemli rolleri paylaşan Serhat Tutumluer, Lale Mansur, Esra Bezen Bilgin ve yeniden (ölümsüz!) Cüneyt Türel gibi önemli isimler dahi, ne yazık ki kurtaramıştı!..
(Tilbe Saran demişken – bir Çehov tutkunu olduğunu bildiğim bu usta oyuncumuzun, 2011/12 sezonunda yönetmiş olduğu yerli vodvil “Düğün”ün son sahnesinde mutfakta kalan anneanne/anne/emektar hizmetli üçlüsüyle ‘Üç Kız Kardeş’e mi, yoksa gerek ‘Vişne Bahçesi’ gerekse ‘Vanya Dayı’da geriye kalan başkişilere mi – yoksa hepten Çehov “amcasına” mı bir selam çaktığını da burada sormadan/anmadan/anımsamadan edemiyorum!)
Anton Çehov yapıtlarını bu dev öykü/oyun yazarına layık biçimde yorumlamak bir yana, uyarlamak hiç de kolay (affınıza sığınarak, “her babayiğidin” harcı...) değil. Böyle bir girişim için sadece Çehov’un bize ne demek istediğini bilmek/anlamak yeterli olmasa gerek – döneminin/yaşadığı ortamın/içinde bulunduğu kültürel çevrenin de ayrıntılarının az çok bilinmesi bir ön koşuldur sanki...
2005 yılında Melis Tezkan ve Okan Urun’un el birliğiyle çalışmalarına başlamış olan biriken Sanat Topluluğu, 2014 İstanbul Tiyatro Festivali’nin de desteği ile, bu kez değişik bir Çehov uyarlamasına el atmış. Kendi tanımlarıyla “displinler arası tiyatro” çalışmalarıyla bilinen bu topluluk, yazarın arkadaşı (mıydı acaba?) yayımcı ve tiyatro sahibi Aleksey Suvorin'in tek oyunu olan "Tatyana Repina" (1888) ile Çehov'un hemen ardından tepki olarak kaleme alıp Suvorin'e gönderdiği aynı isimli tek perdelik denemesini neredeyse dikişsiz biçimde tek bir metin olarak kısaltıp oyunlaştırmış. Suvorin'in özgün başkişilerinden, döneminin ünlü opera ve tiyatro divası Evlalia Kadmina’dan esinlenip yarattığı sahne sanatçısı Tatyana'nın eski sevgilisi Peter ile genç rakibi Maşa'nın kilisedeki düğün törenini konu alan Çehov'un kısacık "devam" oyunu, Rus Edebiyatı uzmanları arasında bitmeyen polemiklere yol açmıştı: Suvorin'de kalmasını rica ettiği, ancak daha sonra ortaya çıkıp toplu eserleri arasında da basılan Çehov'un bu yapıtı yergi amaçlı bir parodi miydi, yoksa övgü gösterisi anlamındaki bir armağan olarak mı görülmeli? Bence hiç fark etmez – asıl önemli olan, bir Türk tiyatro topluluğunun böylesine cesur bir "füzyon" girişiminde bulunmasıdır...
İki bölümden oluşan tek perdelik “Tatyana”nın hemen başında, daha seyirciler içeriye alınırken onları kapıda karşılayan gelin (Defne Halman) ve damadın (Fırat Çelik) düğün törenindeki kilisede (diğer oyuncuların, izleyiciler ile sahnenin üç tarafında yer aldığı blackbox sahnede) görün(mey)en siyahlı kadın, onları izleyen Tatyana’nın hayaleti midir acaba? İşte, Çehov’un bu kısa çalışmasının din ile ilgili kimi çarpıcı yorumlarını da içeren bölümün ardından, Suvorin’in 4 (dört!) perdelik oyununu “özetliyor”(!) biriken. Ve burada, dönemin sanat çevreleri/”entelejensiya”sının acımasız bir eleştirisi başlıyor... Meğerse devrim öncesi geç Çarlık Rusyası'ndan bugüne dek hiç ama hiç bir şey değişmemiş! Sekiz oyuncunun canlandırdığı yeni zenginler, servet avcıları, şak-şakcılar, şöhret delisi medya mensupları, seks tutkunları – adaletsizliğin yanı sıra kıskançlık ve sahtecilik, hedonizm ve materyalizm ile gösteriş dürtülerinin arasında bocalayan ("pre-modern" mi desek?) bir toplum – belki de günümüzün tanımıyla "beyaz toplum" tabakası! St.Petersburg-Moskova arası çekişmeler, İstanbul-Ankara tartışmalarına bile koşutluklar gösteriyor; düğünlerde (veya cenazelerde cami avlularında) süregelen dedikodular, dolaplar, en basitinden laf atmalar da neredeyse aynı gibi...
...ve tüm bunların arasında, sahnede canına kıymış olduğu söylenen, Turgyenev, Çaykovski ve Çehov’u da derinden etkilemiş efsanevi tiyatro oyuncusu Evlalia Kadmina (1853-1881), nam-ı diğer Suvorin’in “Tatyana”sının kendi iç bunalımlarına tanık oluyoruz... Oyunun en önemli sahnesi hiç kuşkusuz, "Artık tahammül edemiyorum" repliğini barındıran bölümdür – ve belki de canına kıymasının asıl sebebi, aşk acınısının yanı sıra, içinde bulunduğu toplumsal çöküşün ta kendisidir?
Oyunun bence en can alıcı yanı, çağının eleştirmenlerince pek basit ve "yüzeysel" bulunan Suvorin'deki başkişilerinin "monologları"nın (aktaran: Vera Gottlieb, Chekhov and the Vaudeville: A Study of Chekhov's One-act Plays; Cambridge University Press, 2010; s.135) çok daha canlı kılınması, en önemlisi ise art arda, tek tek, sahnedeki cam fanusa girerek kendileriyle hesaplaşmalarıdır, başa alınmış olan Çehov bölümünün bizi götürdüğü kiliseye göndermede bulunan bir günah çıkarma hücresini andırırcasına...
...kaldı ki, biriken'in bir araya getirdiği başarılı cast'ın arasından öne çıkan Meral Çetinkaya'nın her daim alışık olduğumuz sürükleyici dışa vurumu ile onunla (sadece oyun metninde kalmayarak!) "yarışan" Defne Halman'ın oyun performansı da, bizim "Tatyana"mızı çizgi dışı bir seyirliğe dönüştürüyor... Tamam, sahne tasarımı yetersiz (buna “minimalist” demek, cılızlığını kurtaramaz!) – tamam, ışık tasarımı bir çeşit “ışıksızlık”tır nedense, ancak bence bunlar hiç önemli değil – önemli olan, bu postmodern Çehov dönemi uyarlamasının, 1888-2014 ekseninde insanoğlunun o “ölümcül” dürtülerinin aynı kaldığının bütün çıplaklığı ile önümüze serilmesidir...
...aynen büyük Alman ozanı Friedrich Schiller’in ondan yüz, bugünden iki yüz yıl önce, taa 1799’da kaleme aldığı ünlü "Çan Şarkısı"nda (değerli dostum Hasan Kuruyazıcı'nın çevirisiyle) anımsattığı gibi:
Tehlikelidir, uyandırma aslanı...
Parçalar, dişini geçirirse kaplan;
Ama bunlardan daha korkunç olanı,
Yine insandır gözü dönünce, insan.
*****
Tatyana
Her Salı Talimhane Tiyatrosu, Black Out sahnesinde
Abide-i Hürriyet Caddesi No. 211, Şişli
Gişe Tel: 0212 238 85 09