Mayıs’ta yeni Anayasa’yı yazım süreci birinci yılını doldurmuş olacak. Bu yeni bir anayasa yazılması için uzun bir süre değil. 148 devletin anayasası ile ilgili olarak yapılan araştırmalar yeni bir anayasanın ortalama 16 ayda bitirildiğini gösteriyor. Polonya Anayasası 8, Güney Afrika Anayasası 3 yılda bitirildi. İzlanda’da 2008’de başlayan yeni anayasa süreci henüz sonuçlanmadı.
Kaldı ki, uzun sürenin mutlaka kötü bir şey olduğu söylenemez. Türkiye gibi sert bir kutuplaşmanın bulunduğu bir ülkede, dört siyasal partinin eşit olarak temsil edildikleri bir forum kurulması ve bu partileri uzlaşmayla bu anayasa yapmaya çalışmaları, buna sivil toplumun da katılması, ülke içindeki havayı yumuşatan, kutuplaşmayı azaltan toplumsal uzlaşmayı teşvik eden bir etken olarak görülebilir. Toplumsal uzlaşıyı sağlayacak olan anayasa metni kadar sürecin de kendisi.
Yeni bir anayasa yapımında süreç en az sonuç kadar önemli. Demokratik, katılımcı, uzlaşıcı bir süreç benimsendiği takdirde, demokratik meşruiyete sahip, toplumun her kesimin kabul edebileceği, geniş bir toplumsal mutabakata dayanan bir anayasa yapılabilir.
Mevcut süreç böyle bir anayasa yapmaya uygun. TBMM’de grubu bulunan dört siyasal partinin üçer milletvekili ile eşit bir biçimde temsil edildikleri bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulması, komisyonun kararlarını görüş birliği ile alması, komisyonun hazırlayacağı metinde yapılacak değişiklikler için de görüş birliği aranması, bu komisyonun 6 ay boyunca sivil toplumun, meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, sokaktaki vatandaşın görüşlerini dinlemesi katılımcı ve uzlaşıcı, demokratik bir anayasa yapımı için doğru bir süreç. Ancak bu yeterli değil. Sürecin başarılı olması gündelik siyasal çekişmelerin dışında tutulmasına, ihtiyaç olan zamanın verilmesine, aynı amaç üzerinde birleşen siyasal iradelerin bulunmasına ve bir güven ortamının oluşmasına bağlı. Önemli olan, yeni anayasanın ne sürede bitirileceği değil, müzakere ile bir uzlaşı sağlaması ve bu uzlaşının demokratik, özgürlükçü, çağdaş bir anayasa ortaya çıkarması.
Bir yıl içinde yaklaşık 130 madde görüşülmüş, yaklaşık 30 madde üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Ancak, bundan 100 madde üzerinde anlaşma sağlanamamış gibi bir sonuç çıkarmak yanıltıcı olur. Çoğu madde uzlaşı sağlanan ve sağlanamayan bölümleri içermekte. Bazen üzerinde anlaşma sağlanamayan tek bir sözcük bile, maddeyi “uzlaşılamayan maddeler” kategorisine sokmakta. Bazen üç parti arasında uzlaşı bulunmasına karşın, tek partinin muhalefeti nedeniyle, madde üzerinde uzlaşı sağlanamamakta. Tüm bu nedenlerle, uzlaşma bulunmayan maddelerin ele alınacağı ikinci okumada uzlaşı sağlanan maddelerin sayısının artması beklenmeli.
Yeni bir anayasa yapımı sürecinin başarılı sonuçlanmasının önündeki en önemli güçlük AKP’nin başkanlık sistemi önerisi. AKP’nin ne programında, ne seçim bildirgesinde bulunan ve başkana sınırsız yetkiler tanıyan AKP önerisinin, Türkiye’yi bir diktatörlüğe sürükleyeceği bu denli açıkken neden önerildiği ayrı bir yazının konusu. Ama önemli olan, AKP’nin üç partinin önerilerinin dayandığı sistemden tümüyle farklı bir sistem önermekle, uzlaşı sağlanması çabalarının önüne aşılması olanaksız bir duvar yerleştirmiş olması. AKP’nin bu durumu sıradanlaştırmaya çalışması bu sonucu değiştirmemekte. AKP’ye göre her siyasal parti birbirlerinden farklı öneriler vermektedir. Başkanlık önerisi de bunlardan biridir. Bu doğru değil. Üç partinin önerileri parlamenter sisteme dayalı olduğundan aralarında bir müzakere ve anlaşma olanağı var. Oysa AKP’nin önerilerini müzakere olanağı yok. Örneğin, başkanın parlamentoyu fesih yetkisine ilişkin AKP önerisi nasıl müzakere edilebilir? Parlamenter sistemde ne başkan var, ne de parlamentoyu fesih yetkisi.
AKP’nin başka bir savunması da şu: Başkanlıkla ilgili öneriler 30 madde. Oysa bunun dışında, üzerinde uzlaşı bulunmayan madde sayısı 80 civarında. Başka bir deyişle, uzlaşmanın önündeki engel sadece başkanlık önerisi değil. Bu doğru, ancak 80 madde üzerinde ikinci okuyuşta, hele siyasal irade varsa, uzlaşı sağlanabilir. Oysa, başkanlıkla ilgili 30 madde üzerinde böyle bir olanak yok.
Bir başka AKP söylemi de “diğer maddeler üzerinde uzlaşı sağlanırsa, biz başkanlık önerilerini çekeriz.” Bu öneriler geri çekilebiliyorsa, neden şimdi çekilmiyor ve bir uzlaşının önü açılmıyor? Bu sorunun yanıtı yok. Her şey bittikten sonra başkanlık önerisi geri çekilirse, AKP üç parti arasında oluşan mutabakata mı katılacak, yoksa bu maddeler yeniden mi görüşülecek? Bu da belli değil.
Sürecin karşılaştığı ikinci güçlük de, Sn. Başbakan’ın ve onun her söylediğini büyük bir sadakatle tekrarlayan yakın çevresinin “süre bitti bizim B ve C planlarımız var. Anayasayı başka bir partiyle birlikte ya da kendimiz yaparız. 331’i bulunca da referanduma gideriz” türünden söylemi.
Bir kere, süreyi kararlaştıracak olan Uzlaşma Komisyonu. Uzlaşma Komisyonu çalıştığı sürece süre sona ermemiştir. Elbette, her siyasal parti masadan kalkmak gibi bir seçeneğe sahip. Ancak sivil toplumun katıldığı, emek verdiği ve halkın beklentilerinin bulunduğu bu süreci terk etmenin bir siyasal bedeli olduğu açık. AKP dahil hiçbir parti bu bedeli ödemek istememekte.
Bunun yanında uzlaşı ve katılıma dayanan bu süreci bırakıp halkın anayasası yerine tek bir partinin anayasasını yapmak yeni anayasayı demokratik meşruiyetten yoksun bırakacak.Bir uzlaşı değil, bir dayatma anayasası olacak. Referandum ise bu meşruiyeti kazandırmaya yeterli değil. Referandum uzlaşıya dayalı bir anayasanın halk tarafından desteklendiğini göstermek bakımından önemli. Yoksa uzlaşının yerine geçen bir irade beyanı değil.
Kaldı ki, bir yandan başkanlık sistemi önerisi ile uzlaşının önünü kapamak, öte yandan “Uzlaşı olmuyor. O zaman ben kendi anayasamı yaparım” demenin yarattığı çelişki ortada. Bu çelişki aynı zamanda AKP’nin niyetlerinin sorgulanmasına ve uzlaşı komisyonuna bir güvensizlik havasının egemen olmasına yol açıyor. Belirsizlik havası, siyasal partilerin karşılıklı ödünlere dayanan ciddi bir müzakereye girmelerini de engelliyor.
AKP ikide bir “anayasa için benim başka seçeneklerim var” diyor. Demokratik yöntemle anayasa yapmaktan vazgeçilirse, elbette seçenekler artar. Ancak, siyasal partiler olarak halka olan taahhüdümüz demokratik, uzlaşıcı, katılımcı bir anayasa yapmak.
Kürt sorununun çözümü için umutların doğduğu bir dönemde toplumsal barışı sağlayacak, uzlaşmacı, özgürlükçü, demokratik bir anayasa yapmanın önemi her zamandan daha fazla. Barış mutlaka demokrasi anlamına gelmez. Ancak demokrasi olmadan da kalıcı bir barışın sağlanmasına olanak bulunmadığı gerçektir.