Rıza Türmen

20 Ocak 2024

Uluslararası Adalet Divanında Güney Afrika - İsrail davası ve geçici önlem kararının  önemi

UAD'ın geçici önlem kararı vermesi güçlü bir olasılıktır. Bunun tersini düşünmek, yani UAD'ın Gazze'deki korkunç olayları görmezden gelerek sivilleri korumaması, UAD'ın saygınlığına büyük bir darbe olur

Güney Afrika, soykırım yaptığı savıyla İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) dava açtı. UAD, BM'nin yargı organı. İnsanlığa karşı suç işleyen bireylerin yargılandığı Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden farklı olarak, UAD devletler arasındaki anlaşmazlıklara bakar. B.M. Genel Kurulu'nca seçilen 15 üyeden oluşur. İki ya da daha çok devlet arasındaki bir anlaşmazlığa UAD'ın bakabilmesi için devletlerin UAD'ın yetkisini tanımış olmaları gerekir. UAD'ın yetkisinin kabulü birkaç yoldan olabilir. Anlaşmazlığa taraf devletler, önceden yaptıkları bir beyanla UAD'ın yetkisini kabul etmiş olabilirler. Ya da sadece UAD'a götürmek istedikleri sorunla ilgili olarak UAD'ın yetkisini kabul edebilirler. Ya da UAD'ın yetkisi bir uluslararası sözleşmeden doğabilir.

Güney Afrika'nın açtığı dava üçüncü duruma girmekte. İsrail, UAD'ın yetkisini tanımış değil. Ama İsrail de, Güney Afrika da 1948 Soykırım Sözleşmesi'ne taraf. Bu Sözleşme'nin 9. Maddesi gereğince Sözleşme'den doğan anlaşmazlıklarda UAD yetkili. Ayrıca bir beyana gerek yok. Dava Soykırım Sözleşmesi gereğince açıldığı için, UAD'ın önünde sadece soykırım şikâyeti var.

Soykırım suçu yanında İsrail'in işlediği savaş suçları, insanlığa karşı suçlar gibi başka suçlar da var. Bunların ispatı soykırım suçuna göre daha kolay. Ancak İsrail UAD'nın yetkisini tanımadığından bu suçlardan dava açılamıyor. Bu tür suçları işleyen her iki taraftaki bireylerle ilgili soruşturma Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı tarafından yürütülüyor.

Soykırım insanlığa karşı suçların en büyüğü. Soykırımın yasaklanması ve bu suçu işleyenlerin cezalandırılması uluslararası toplumca kabul gören bir uluslararası hukuk kuralı (jus cogens). O nedenle Soykırım Sözleşmesi gereğince, UAD'da açılan davalarda, davacı devlet sadece kendi çıkarlarını korumuyor. Bütün insanlığın ortak çıkarını koruyor. Soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması, Sözleşme'ye taraf devletin bütün diğer taraf devletlere karşı olan yükümlülüğü.

Ne var ki, soykırımın meydana geldiğinin ispatı, insanlığa karşı işlenen diğer suçlara göre daha güç. Suç için aranan olağan kasıt unsuru yanında bir de "ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel" bir grubu tamamen ya da kısmen ortadan kaldırma gibi özel bir kasıt gerekiyor. Bu özel kastı ispatlamak her zaman kolay değil. Buna karşı savunma da kolay. "Evet, devlet olarak biz bu fiilleri işledik. Öldürdük, işkence yaptık, yaşam için güç koşullar yarattık. Ama bir etnik ya da dinsel grubu ortadan kaldırmak gibi bir kastımız yoktu" demek olanağı var. İsrail de savunmasında bunu yapıyor.

Bosna/ Yugoslavya davasında UAD, Sırpların kitlesel öldürmelerinin ya da çok kötü kamp koşullarının ya da zorla göç ettirmelerinin, belirli bir grup kimliğine sahip insanları ortadan kaldırmak kastı taşıdığına dair kesin delil bulunmaması nedeniyle soykırım suçu oluşturmadığı sonucuna varmıştı. Buna karşılık, Srebrenica'da Boşnakların kitlesel bir biçimde öldürmelerinin soykırım suçu oluşturduğuna hükmetmişti. Bu davada UAD, soykırım suçunun çok ağır bir suç niteliği taşıdığını, bu suçun işlendiği yargısına varmak için kesin kanıtlar bulunması gerektiğini söyledi. Aynı kararda UAD, devletin soykırımı önlemek ve bu suçu işleyenleri cezalandırmak yükümlülüğü bulunduğunu, Sırbistan'ın bu yükümlülüğü yerine getirmediği için Soykırım Sözleşmesi'ne aykırı davrandığına karar verdi.

UAD'daki İsrail / Güney Afrika davasında hemen karara bağlanması gereken iki önemli konu var :

1. Prima facie bir dava var mı? Yani taraflarca ileri sürülen kanıtlar, bir dava konusu olmak için yeterli mi?

UAD'nın bir davada yetkili olması için taraflar arasında bir "anlaşmazlık" bulunması gerekli. Anlaşmazlıktan UAD'nın anladığı, taraflar arasında bir görüş alışverişi olması, bir tarafın görüşlerinin öbür tarafça reddedilmesi. İsrail, Güney Afrika ile böyle bir görüş alışverişi olmadığı, İsrail'in görüşlerinin Güney Afrika tarafından reddedilmediği, tek taraflı beyanların bir anlaşmazlık oluşturmadığını ileri sürüyor. Güney Afrika ise görüşlerini içeren bir notayı İsrail'e verdiğini, İsrail'in buna zamanında yanıt vermediğini belirtiyor. Prima facie bir dava olup olmadığı, soykırım suçundan bağımsız olarak incelenip karara bağlanacak.

2. Geçici önlem talebi

UAD Statüsü'nün 41. Maddesi, koşullar gerektiriyorsa, tarafların haklarının korunması amacıyla geçici önlemler almasını öngörüyor. Güney Afrika'nın geçici önlem talebi, 9 konuyu kapsıyor. Bunlar arasında en önemlileri İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonlarına son vermesi ve bundan böyle bu tür operasyonların meydana gelmemesinin sağlanması, soykırımı önleyecek önlemlerin alınması, soykırım yapanların cezalandırılması.

UAD'ın geçici önlemlere karar verebilmesi için, bu önlemler alınmadığı takdirde giderilmesi olanaksız bir zararın doğması ve geçici önlem isteyen tarafın iddialarının inandırıcı olduğuna dair makul nedenler bulunması koşulları aranıyor.

İsrail, Güney Afrika'nın soykırım iddialarının inandırıcılık ölçütünü karşılamadığını, İsrail'in Hamas'ın saldırısına karşı meşru savunma hakkını kullandığını, ayrıca İsrail'in sivilleri korumak için aldığı önlemlerin soykırım kastının bulunmadığını gösterdiğini ileri sürdü.

Güney Afrika buna, soykırımın hiçbir mazereti olamayacağı, soykırım yaparak meşru savunma hakkının kullanılamayacağı yolunda karşılık verdi. Ancak meşru savunma hakkının Hamas'a karşı kullanılması, Hamas'ın ise davaya taraf olmaması ve UAD'ın vereceği geçici önlem kararının Hamas'ı kapsamaması Güney Afrika'nın geçici önlem talebini zayıflatıyor.

Soykırım iddiasını reddederken İsrail'in en zayıf noktası, devlet yöneticilerinin söylemleri. Netanyahu dahil birçok sorumlu mevkiide olan yöneticinin söylemlerinden İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri ortadan kaldırmak kastı taşıdığı sonucuna ulaşmak olanağı var.

Güney Afrika'nın en önemli geçici önlem talebinin İsrail'in operasyonlarını durdurması olduğuna kuşku yok. Bu husus, geçici önlem kararına, davanın esasına ilişkin karardan ayrı bir önem kazandırıyor. Davanın esasına ilişkin yani İsrail'in operasyonunun soykırım oluşturup oluşturmadığı konusundaki kararın verilmesi yıllar alacak. Oysa geçici önlem kararının kısa sürede verilmesi gerekiyor. Geçici önlem kararı soykırımla doğrudan ilişkili olmayabilir. Ama operasyonun ve sivil can kaybının hâlâ sürdüğü göz önünde tutulursa, bu aşamada verilecek geçici önlem kararının esasa ilişkin karardan bile daha önemli olduğu ortaya çıkar.

Benzer bir davada, Gambiya / Myanmar davasında UAD geçici önleme hükmetmişti. Bu kararı verirken UAD, olay yerine giden bir uluslararası heyetin bulgularını içeren raporuna, bu rapora gönderme yapan B.M. Genel Kurul kararlarına dayanmıştı.

Soykırım davalarında özel kastın ispatının güçlüğü nedeniyle, soykırımın UAD tarafından kabulü eşiği yüksektir. Buna karşılık geçici önlem kararının eşiği alçaktır. İnandırıcı bir iddianın ortaya konulması ve giderilmesi olanaksız bir zararın bulunması geçici önlem kararı için yeterlidir.

Bütün bu hususlar ve uluslararası toplumun baskısı da göz önünde bulundurulduğunda, UAD'ın geçici önlem kararı vermesi güçlü bir olasılıktır. Bunun tersini düşünmek, yani UAD'ın Gazze'deki korkunç olayları görmezden gelerek sivilleri korumaması, UAD'ın saygınlığına büyük bir darbe olur.

Bütün bu olup bitenler karşısında Türkiye ne yaptı?

Türkiye İsrail'i kınadı. En yüksek resmi ağızdan İsrail'in soykırım yaptığını söyledi. Hamas'ın bir terör örgütü olmadığını iddia etti. İsrail'i kınayan büyük protesto mitingleri düzenlendi. Ama öbür yandan İsrail ile ticari, diplomatik ilişkiler devam etti. Türk ticaret gemileri İsrail limanlarına mal götürmeyi sürdürdü. Büyükelçi geri çekilmedi. Türkiye'nin söylemleri ile eylemleri arasında bir çelişki ortaya çıktı.

Bu çelişkiyi gidermek için Türkiye, UAD'de görülmekte olan davaya müdahil olabilirdi. Soykırım Sözleşmesi'ne taraf bütün devletlerin davaya müdahil olma hakkı var. Türkiye de Soykırım Sözleşmesi'ne taraf devletlerden biri. Nasıl ki, Almanya davaya İsrail tarafından müdahil oldu. Müdahil olunca davaya katılma ve yazılı ya da sözlü görüş bildirme hakkı elde ediliyor. Böylelikle Türkiye Gazze olaylarıyla ilgili etkin bir rol oynama, söz söyleme olanağını bulabilirdi. UAD'nin geçici önlem kararı almasında etkili olabilirdi Ancak bunun böyle olmayacağı, iktidarın hiddet ve şiddet gösterisinin sözde kalacağı anlaşılıyor.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.