Türkiye’de siyaset Sn. Cumhurbaşkanı’nın oyun alanı. Her sabah gözümüzü açtığımızda başka bir oyunla karşılaşıyoruz. Yeni anayasa girişimleri, arkasından sayın Bahçeli aracılığıyla başlatılan Kürt açılımı, derken seçimle işbaşına gelen Belediye Başkanları’nın görevden alınmaları, tutuklanmaları, yerlerine devlet memurlarının kayyım olarak atanması. Bakalım daha ne oyunlar göreceğiz? Bu oyunların ortak tarafı hiçbir etik ilkeye dayanmamaları, hiçbir değerle bağdaşmamaları, tutarlı olmamaları. Ama hepsi tek bir amaca yönelmiş. Sn. Bahçeli’nin de açıkça söylediği gibi, Sn. Cumhurbaşkanı’nın iktidarda kalmasını sağlamak.
Kayyım atamaları halkın iradesine saygısızlık, seçme ve seçilme hakkının ağır bir ihlali. Türkiye’de demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçecek olan kayyım atamaları aynı zamanda iktidarın halk iradesiyle bağını kopardığı nokta. Bütün popülist otoriter iktidarlar gibi AKP de meşruiyetini seçim sandığında aradı. Seçim yapıldığı sürece halktan aldığı yetkiyi sınırsız bir biçimde kullanabileceğine inandı. Demokrasinin seçim sandığıyla sınırlı olmadığı, insan hakları, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti gibi bir değerler bütünü olduğu yolundaki eleştirilere kulağını tıkadı. “Yaptıklarımı beğenmezse, halk sandıkta cezalandırır” dedi.
Oysa şimdi kayyım atamalarıyla, iktidar demokrasiyle olan tek bağını da kopardı. Artık halk iradesinden söz etmek olanağı da kalmadı. O nedenle Türkiye, demokratiksizleşme sürecinde yeni bir dönemece girdi. Halk iradesi böylesine kolayca, büyük bir keyfilikle bir yana itilebiliyorsa, seçim de yapılmayabilir ya da yapılsa bile adil, serbest bir seçim olmayabilir, ya da Anayasa değiştirilmeden Cumhurbaşkanı süresi uzatılabilir. Her şey olanaklı. Dünyadaki başka popülist otoriter yönetimlerde olduğu gibi, Türkiye’deki popülist otoriter yönetim de demokrasi oyununun bir parçası. Seçimle iktidarın devredilmesi ve demokrasinin yeniden kurulması umudu hala var. Türkiye’de de popülist yönetim plebisiter bir siyaset anlayışını yansıtıyor. Ama halk iradesini bir yana iten kayyım atamalarıyla (başka kayyımların da sırada olduğu söyleniyor.) Türkiye’deki popülist yönetim otoriter demokrasi çizgisinden uzaklaşmaya başladı. Seçimle iktidarın değişebileceği yolundaki genel kanıya ağır bir darbe vurdu. Bu kayyım kararlarıyla Türkiye popülizmden faşizme doğru kaymaya başladı.
İçişleri Bakanı Yerlikaya kayyım olayından sonra yaptığı bir konuşmada “Bu devletin bir sahibi vardır. O da aziz milletimizdir” diyor. Adeta bir şaka gibi. Devletin bir sahibi olduğu doğru ama o “aziz milletimiz” değil.
Ahmet Türk gibi bir belediye başkanının üç kere halk tarafından seçildikten sonra üç kere görevden alındığı bir ülkede böyle bir şey nasıl söylenir?
Ahmet Türk
Ahmet Türk olayında halk kendi iradesine sahip çıktı. Devletin görevden aldığı Belediye Başkanı’nı yeniden seçti. Kendi iradesini devletin iradesinin karşısına koydu ve iradesini korudu. Halk egemenliği işte budur!
Ahmet Türk 31 Mart 2024 seçiminde 218 bin oy alarak kullanılan oyların yüzde 57.4’ünü alarak seçildi. Şimdi bu 218 bin Mardinli’nin oyları ne olacak?
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasındaki hukuksuzluklar ürkütücü. Halkın iradesini tanımamak ile hukuku tanımamak el ele yürüyorlar. Birbirlerinden besleniyorlar. Şafak vakti Ahmet Özer’in evine girilmesi, Belediye’deki arama sırasındaki avukatının bulunmasına izin verilmemesi, bilgisayar ve telefonunun kopyalarının çıkarılıp Ahmet Özer’e verilmemesi, tutuklamaya itirazın reddi kararında da kabul edildiği gibi Ahmet Özer’e atılan suçların, tutuklama için gerekli olan “kuvvetli suç şüphesinin varlığını” göstermeye yeterli olmaması, bunun üzerine bir gizli tanık bulunması ve tutuklamanın gizli tanığın ifadesine dayandırılması, buna karşı Ahmet Özer’e gizli tanığın sorgulanması gibi güvence verilmemesi, görevleri devam eden CHP’li meclis üyelerinin hiçbir gerekçe olmadan Belediye binasına girişlerinin engellenmesi uzun bir hukuksuzluk dizisi.
Ahmet Özer
İktidarın demokrasiyle bağlantısını kopardığı bir ülkede demokrasi mücadelesi yeni bir önem kazandı. Mardin’de, Batman’da, Esenyurt’taki direnişler çok değerli. Ama bütün bu direnişleri birleştirici yeni bir demokrasi cephesinin oluşturulmasına, yeni bir örgütlenmeye gidilmesine gereksinim var. Bu direnişler büyütülüp süreklilik kazanmazsa, bir halk hareketine dönüştürülmezse, korkarım ki sırada bekleyen yeni kayyımların ortaya çıkması, demokrasi krizinin büyümesi önlenemez.
Yeni bir demokrasi cephesinin çekirdeği, Türkiye’deki sol- sosyalist hareket olabilir. Umut edilir ki, içinde bulunduğumuz vahim koşullar, sol partilerin ve grupların aralarındaki görüş ayrılıklarının da kalkmasına neden olur. TİP Başkanı Erkan Baş’ın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yaptığı ziyaret bu bakımdan önemli. Burada önerilen bir siyasal program değil, demokrasiden giderek uzaklaşan bir iktidara karşı mücadele stratejisi. Bütün sol gruplar kendi ideolojilerini saklı tutabilirler. Demokrasi için birlik aranırken bu farklılıkları ortaya atmak, adlandırmak gerekmez. Üzerinde tek birleşilmesi gereken ortak nokta demokrasi ve ona bağlı olarak hukuk devleti, eşitlik, temel hak ve özgürlükler. Sol demokratik cephenin içinde sınıf mücadelesine dayanan örgütlenmeler yanında başka mücadele grupları da yer almalı. Bu cephenin gündelik gelişmeleri izleyen, uygulamayı yöneten bir yönetim kurulu bulunmalı. Yönetim Kurulu bütün bileşenlere danışarak karar alma yetkisine sahip olmalı. Bu yönde örgütlenmelerin gerçekleşmesi için bütün bileşenlerin katıldığı yüz yüze bir toplantıya gereksinim var.
Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |