Basında çıkan haberlerden hükümetin terörle mücadele çerçevesinde TSK mensuplarına güvenceler sağlayacak yeni bir yasal düzenleme yapma hazırlığı içinde olduğu anlaşılıyor. Bunların başında 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yapılması tasarlanan değişiklikler geliyor.
Konuya uluslararası hukuk açısından açıklık getirmek için herşeyden önce “”terör”, “terör eylemleri” kavramlarından ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak gerekir.
Hükümetlerin kendilerine muhalif olanlara “terörist” demesiyle terörist olunmuyor. Terörün uluslararası alanda genel bir kabul gören tanımı var. 1999 tarihli “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Uluslararası Sözleşme”de terörist eylem şöyle tanımlanıyor:
“Silahlı bir çatışma durumunda çatışmaya taraf olmayan bir sivili ya da başka bir kişiyi öldürmek ya da ciddi bir şekilde yaralamak kastıyla yapılan bir eylem”. Bundan da anlaşılacağı gibi, eylemin terörist bir eylem olarak nitelendirilmesi için sivilleri hedef alması gerekli. Ama bu yeterli değil. Eylem aynı zamanda “halkı sindirmek ya da hükümeti... bir şeyi yapmaya zorlamak ya da yapmaktan alıkoymak” amacına yönelmeli.
İnsani Hukuku düzenleyen 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek 2 No.lu Protokol’un 4(2)d maddesinde de iç silahlı çatışmalarda, “terörist eylemlere” başvurulması yasaklanmakta. II No.lu Protokol devlet güçleriyle ülke içindeki silahlı gruplar arasındaki çatışmalara ilişkin olduğundan, burada yasaklanan konunun hükümet güçlerine yapılan saldırılar değil, sivil halka karşı saldırılar olduğu açık.
Bu tanımları TMK 1.maddedeki tanımla karşılaştırırsak,arada önemli farklar olduğunu görürüz. TMK’nın tanımı şöyle:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
Bu tanım terör eylemlerini sivil halkı hedef alan eylemler olarak değil, devleti hedef alan eylemler olarak nitelemekte, kullandığı kavramlar bakımından kapsamını çok geniş ve belirsiz yapmakta. Bunların ötesinde, TCK’daki adi suçlara ilişkin pek çok maddeyi bu kanunun kapsamına alarak bunların terör suçu sayılmasını sağlamakta. Bu, özgürlükler üzerinde demokratik bir toplumla bağdaşmayan bir baskı ve kötüye kullanmaya elverişli bir durum yaratıyor. AB ilerleme raporlarında ya da insan hakları STK’larının raporlarında TMK’nın özgürlükler bakımından doğurduğu sakıncalar eleştiri konusu. TMK’da bir değişiklik yapılacaksa,herşeyden önce 1. maddedeki terör tanımının uluslararası standardlara göre yeniden ele alınmasına gereksinim var.
Devletin terörle mücadelede hukuk kuralları içinde kalması, hak ve özgürlükleri ihlal etmemesi mücadelenin meşruiyeti bakımından önemli. Demokrasiyle yöneltilen bir ülkede teröre karşı mücadelenin demokrasi,hukuk devleti, insan haklarından vazgeçmeden yürütülmesi gerekir.
Şöyle ki:
- Terör eylemlerinin hedefi sivil halk olduğuna göre, devletin terörizme karşı yürüttüğü mücadelenin amacı da sivilleri korumak olmalı. Birinci derecede önemli olan devletin güvenliği değil, sivil halkın güvenliği.
- Bunun anlamı, terörle mücadelenin karşı tarafı yok ederek zafer kazanma paradigmasından, insan hakları paradigmasına kaydırılması. Güvenlik güçleri, terör eylemlerine girişenleri yakalamak ya da belirli koşullar varsa etkisiz hale getirmek zorunda kalabilirler. Ancak bu önlemler, bir amaç değil, sivil halkı korumak için bir araç olarak görülmeli.
- Sivil halkın güvenliği ancak hukuk devleti içinde kalarak ve bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı göstererek sağlanabilir. Terörle mücadelenin insan haklarından, hukuk devletinden ödün vererek kazanılacağına inanmak yanlış sonuçlar doğurur. Güvenlik hukuk devletinden, insan haklarından vazgeçerek sağlanmaz. Tersine, hukuk devleti, insan haklarının rafa kaldırılması, bireyleri her türlü güvenceden yoksun bırakarak, hukukla bağlı olmayan bir iktidarın keyfiliğine terk eder. Unutmamak gerekir ki, teröristler demokrasiyi bombalayamaz. Ama parlamentodan çıkan bir yasa demokrasiyi ortadan kaldırabilir.
- Terörle mücadelede, sivil halkla terörist arasında kesin bir ayırım yapılması önem taşır. O nedenle içinde terörist var diye sivillerin de yaşadığı binaların bombalanması ya da teröristler kaçacak diye sivil yaralılara sağlık hizmeti verilmemesi kabul edilemez.
- Devlet güçlerinin ne zaman ateşli silah kullanabilecekleri uluslararası hukukda düzenlenmiştir. B.M.’in ateşli silahların kullanılmasına ilişkin ilkeler belgesi vardır. Kolluk ancak kendisinin ya da başka birinin yaşamına karşı bir tehdidin var olması durumunda ateşli silah kullanabilir. Bu durumda bile, ateşli silah kullanmanın tehdidle orantılı olması gerekir.
- Devletin vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlayacak önlemler alması yükümlülüğü yanında, suç işleyen görevlileri yargı önüne çıkarıp cezalandırma yükümlülüğü de vardır. AİHM’in Öneryıldız kararında da belirttiği gibi “devletin ödevi öncelikle, yaşam hakkına yönelik tehditlere karşı etkili bir caydırıcılık sağlayacak yasal ve idari bir çerçeveyi yürürlüğe koymaktır.” Suç işleyen görevlilere cezasızlık tanınması böyle bir caydırıcılığa olanak vermez.
- Sokağa çıkma yasaklarının doğurduğu pek çok hukuksal sorun var. Yasak nedeniyle sağlık hizmeti verilememesi ve bu yüzde insanların ölmesi yaşam hakkının ihlalini oluşturmakta. Yaralıların sağlık hizmetinden yaralanması, terörist olsun ya da olmasın, herkes için geçerli olan bir hak. Nasıl ki,Cenevre Sözleşmelerine ek 2 No.lu Protokolun 7 maddesi, silahlı çatışmaya taraf olsun ya da olmasın, tüm yaralı ve hastaların korunmasını öngörüyor. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı yerlerde halkın uzun süre aç ve susuz kalması, sağlık hizmetlerine ulaşamaması dolayısıyla duyduğu acı, kötü muamele yasağının; evlerinin yıkılması, göç etmek zorunda kalmaları, özel yaşam ve aile yaşamı hakkının; yasal dayanağı tartışmalı idari kararlarla uzun süre özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları özgür olma hakkının ihlalini oluşturuyor. AİHM’in önünde bu konulara ilişkin Türkiye ye karşı açılmış bir çok dava var. AİHM bu davalara öncelik verdi. Dolayısıyla kararların bu yıl çıkması beklenir.
Bunların ötesinde, hergün onlarca genç insanın yaşamını yitirdiği bu kabul edilmez şiddet sarmalının bir an önce durdurulması önem taşıyor. Bu amaçla, ivedelikle bir barış sürecinin başlatılmasına gereksinim var.