Toplantı ve gösteri özgürlüğü en temel insan haklarından.
Bu özgürlük belirli bir görüşün açıklanmasına ilişkin olduğundan, ifade özgürlüğü ile birlikte ele almak gerekiyor. O nedenle, ifade özgürlüğünde olduğu gibi, toplantı ve ifade özgürlüğü de ''açıklanan görüşlere karşı olanları ya da devleti öfkelendirebilir ya da incitebilir.'' Ama bu devletin müdahalesini haklı kılmaz. Ayrıca devletin toplantı ve gösteri özgürlüğünün kullanılmasını korumak yükümlülüğü var.
AİHM kararlarına göre, toplantı ve gösteri özgürlüğüne getirilebilecek tek meşru sınırlama, toplantı ve gösterinin barışçı olmaması. Toplantı ve gösterinin amacı barışçı olduğu sürece, gösteri sırasında çıkan olaylar, gösterinin barışçı olmadığı gerekçesiyle yasaklanması ya da dağıtılması için haklı bir neden olamaz.
Toplantı ve gösteri özgürlüğün kullanılmasına ilişkin “bildirim” gibi formalitelerin eksikliği devlet müdahalesi için haklı bir gerekçe oluşturmaz. Örneğin, AİHM’in Oya Ataman kararında (2006), göstericiler yasanın öngördüğü bildirimde bulunmadan Sultanahmet Parkı'nda gösteri yaparlar. Polis gösteriyi kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle dağıtır. AİHM, polisin müdahalesini, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlali olduğu sonucuna vardı ve şöyle dedi:
“Göstericiler şiddet eylemlerine başvurmadıkları sürece ilgili makamların hoşgörü göstermeleri gerekir. Aksi takdirde, toplantı hakkının özü ortadan kaldırılmış olur.”
Stankov/Bulgaristan davasının konusu (2001) Bulgaristan'daki Makedonyalıların tarihsel bir yıldönümünü anmak için toplantı yapmalarına ilişkin. Bir anma töreni olduğu için zaman ve yer önemli. Hükümet, şiddete yol açabileceği gerekçesiyle toplantıyı yasaklar. AİHM, Bulgaristan'ın toplantı ve gösteri özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varır. Kararda, şu görüşlere yer verilir:
“Hukuk devletine dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzeni eleştiren, ancak barışçı yollarla gerçekleştirilmek istenen siyasal düşüncelerin, toplantı yaparak ifadesine olanak tanınmalıdır.”
AİHM, bu davada toplantının şiddete dönüşeceği yolundaki Hükümet'in savlarını inandırıcı bulmadı. Şiddete yönelik bazı beyanların bireysel nitelik taşıdığı, gerekirse bunlara karşı soruşturma açılabileceğini, ancak demokratik ilkelere uygun, şiddete dönüşeceği yolunda görülebilir bir risk taşımayan bir toplantının yasaklanmasının toplantı ve gösteri özgürlüğüne aykırı olduğuna karar verdi.
Venedik Komisyonu ise, toplantı özgürlüğüne ilişkin 25.06.2012 tarihli raporunda, toplantı özgürlüğüne egemen olan ilkeleri belirtiyor. Raporda şu hususlara yer veriliyor:
“Toplantının yapılacağı ‘yer’ toplantı özgürlüğünün en önemli unsurlarından biridir. Toplantı hakkının özü, toplantıyı örgütleyenlerin toplantı yerini de kararlaştırmalarını içerir. Toplantının amacı çoğunlukla belirli bir yerle sıkı sıkıya bağlıdır. Bu durumlarda toplantı özgürlüğü amaçlanan yerde toplantı yapma özgürlüğünü de kapsar.”
Rapor ayrıca şu hususları belirtiyor:
“Kamuya açık tüm yerler toplantı yapmaya açık olmalıdır. (...) Bir toplantının rahatsızlık ya da güçlüklere yol açma olasılığı, toplantının yasaklanması için haklı bir gerekçe olamaz.”
Toplantıların sona erdirilmesi ile ilgili olarak Venedik Komisyonu, toplantının dağıtılmasına en son çare olarak başvurulması gerektiğini, bu durumda da polisin güç kullanması yerine yasal işlem yapılmasının daha doğru olacağını, şiddete başvurmayan barışçı bir topluluğa karşı polisin güç kullanmasının her koşul altında “orantısız güç” niteliği taşıyacağını belirtiyor.
AİHM kararlarını ve Venedik Komisyonu ölçütlerini Taksim Gezi Parkı'na uygularsak şu sonuçlara varabiliriz:
1. Gezi Parkı'nda barışçı toplantı yapanlara karşı polisin 1 Haziran ve 15 Haziran'da giriştiği saldırılar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 11. maddesindeki toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlalidir.
2. Polisin barışçı gösteriler yapanlara karşı biber gazı, basınçlı su, ilaçlı su, gaz kapsülü atarak orantısız güç kullanması, Sözleşme'nin 3. maddesindeki kötü muamele yasağının ihlalidir.
3. Polisin can kaybına yol açması ya da can kaybına yol açacak şekilde güç kullanması, Sözleşme'nin 2. maddesindeki yaşam hakkının ihlalidir.
4. Hükümet'in orantısız güç kullanan polisler ve polise talimat verenler hakkında, sorumluları yargı önüne çıkarmak amacıyla derhal etkili bir soruşturma açma yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi ya da yerine getirmekte gecikilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2 ve 3'üncü maddelerinin ayrıca ihlaline yol açar.
5. Toplantıyı düzenleyenlerin toplantı yerini seçmeye hakları vardır. Bu seçim toplantı özgürlüğünün bir parçasıdır. O nedenle, iktidarın ''ben neresini gösterirsem orada toplantı yaparsın. İstediğin yerde yapamazsın'' demesi, Sözleşme'nin toplantı özgürlüğüne ilişkin 11 maddesine aykırıdır.
6. Güvenlik güçlerinin, güç kullanarak göstericileri Taksim Meydanı’na sokmamaları da aynı nedenle 11 maddenin ihlalidir. Ayrıca, bu amaçla orantısız güç kullanılması kötü muameleye girer. Gezi Parkı olaylarında, Sözleşme'nin 3 maddesi sürekli olarak ihlal edilmektedir.
7. “DURAN ADAM”ların gözaltına alınması ise, hukuksuzluğun vardığı ürkütücü boyutu göstermekte. Arkasından sıra “BAKAN ADAM” ya da “DÜŞÜNEN ADAM”a gelecek!
Bu olayda, Sözleşme’nin 11.maddesi yanında düşünme ve ifade özgürlüğüne ilişkin 10. madde ve kişi özgürlüğüne ilişkin 5. maddenin ihlali söz konusu. Ayrıca, müdahale eden polis hakkında suç duyurusu yapılması gerekir.
Bu denli çok hukuksuzluğun bir yerde toplandığı, kaba kuvvetin hukukun yerine geçtiği, her türlü insan hakkının pervasızca çiğnendiği bir ülkede, siyasal iktidarın ve yetkililerin ikide birde hukuktan söz etmeleri hiç de inandırıcı olmamakta. ''Ülkeyi sıkı yönetimle yönetmeye karar verdik. O nedenle hukuku rafa kaldırıyoruz'' demeleri daha dürüst bir davranış olur.