CHP'nin Buğday Mitingi'nde traktör kullanan Genel Başkan Özgür Özel
Yeni CHP yönetiminin en büyük özelliklerinden biri, siyasetin kapalı kapılar ardından çıkarılıp sokağa taşınması oldu. Emekliler, öğretmenler, çay üreticileri, ezilen gruplar için düzenlenen mitingler, sokaktaki protesto toplantılarına Genel Başkan’ın katılması Türkiye’de siyaset sahnesine yeni bir görünüm, yeni bir hareketlendirme getirdi. Parlamentonun anlamını yitirdiği bir ülkede, sokakta halkla yüz yüze siyaset yapılmaya başlanması elbette çok önemli.
Hannah Arendt özgürlüğün ancak politik eylemle, insanların birlikte hareket etmesiyle gerçekleşebileceğini ileri sürer. Ona göre, siyaset bir iktidar mücadelesi değil, insanların özgürleşmesine olanak tanıyan eylemlerdir. Bu da insanların kamusal alanda birlikte hareket etmelerini gerektirir. Özgür olmak, iktidara karşı durabilmeyi de içerir. Siyasetten kaçarak özgür olunamaz. Halkın siyasete yabancılaştığı bir toplum otoriter-totaliter yönetimlerin yaratmak istediği toplumdur.
Türkiye’yi yöneten, bütün iktidarın tek bir elde toplandığı ve bunu denetleyen fren-denge mekanizmalarının bulunmadığı otoriter bir rejimde özgürlükten söz etmek kolay değil. Kamusal alan giderek daralmakta, siyaset halktan uzak bir güç mücadelesiyle sınırlanmakta, rant siyasetin amacı haline gelmekte. Böyle bir ortamda siyaseti sokağa taşımak, mevcut siyaset parametresini reddetmek, onun yerine başka bir siyaset anlayışını uygulamaya koymak anlamını taşıyor. Bu siyasetin başarılı olması önemli. Ancak Türkiye’de demokrasinin inşası sadece mevcudun reddiyle sınırlı kalmayıp aynı zamanda yeninin inşasını öngören bir programın topluma sunulmasına bağlı.
Özgür Özel mücadele ve müzakerenin birlikte ele alınması gerektiğini, normalleşmenin ancak böyle sağlanabileceğini ileri sürüyor. Ancak mücadele ile müzakere birbirlerinin karşıtı. Mücadele genişledikçe müzakere alanı daralacak. Ya da tersi. İktidarın son zamanlardaki uygulamalarına bakılırsa, mücadele alanının genişlemesi kaçınılmaz. Müzakere alanının genişlemesi için iktidarın yeni adımlar atmasına gereksinim var. Örneğin, iktidarın sokağa çıkarak direnme hakkının kullanılmasını tanıması gerekir. İtaatsizliğin suç sayıldığı bir ülkede itaatin meşruiyetinden de söz edilemez.
Türkiye’de toplantı ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınmasına gereksinim var. Toplantı özgürlüğü kamusal alanda insanların bedenlerini ortaya koyarak bir düşünceyi kolektif olarak ifade etmeleri. Hükümetin bu özgürlüğü korumak ve şiddet içermeyen bir toplantıya hiçbir şekilde müdahale etmeme yükümlülüğü bulunmakta. Polis toplantı yapan insanları göz altına alma, toplantıyı şiddet kullanarak dağıtma gibi hukuka aykırı eylemlere başvurmamalı. Sokaklar polise karşı korunmalı.
Sokak siyasetinin aktörleri, hak taleplerini ileri sürecek olanak bulamayanlar, yurttaşlık haklarını kullanamayanlar, ekonomik, ya da başka nedenlerle kamusal alanda temsil ve ifade özgürlüğünden yoksun bırakılanlar, sesi duyulmayanlar. CHP’nin sokak siyaseti bu kitleleri örgütlediği ve siyasal bilince sahip olmalarını sağlayarak siyaset sahnesine soktuğu ölçüde başarılı olacaktır.
Sokak sadece itiraz hakkının kullanıldığı, insanların muhalefetlerini toplu olarak ifade ettikleri bir alan değil, aynı zamanda ortak çıkarların konuşulduğu, bir dayanışma ağı kurulduğu ve bir ortak kimliğin oluştuğu bir mekandır. İnsanların bir şeyleri değiştirmek için bir araya geldikleri bir siyasal mücadele alanıdır.
Sokak siyasetinde örgütlenme gevşektir. Gezi’de olduğu gibi sokakta spontane eylemler aniden gelişebilir. Sokak siyasetinin bu spontaneliği ona hiyerarşisiz, bürokrasisiz, merkezi olmayan bir nitelik kazandırır. O nedenle sokağı örgütlemek, siyasal bilinç kazandırmak, sokak eylemlerini belirli bir hedefe yönetmek oldukça güç bir iştir. CHP’nin belirli çıkar gruplarıyla mitingler düzenlemesi, siyasal bilinç kazandırmak, insanları pasif yurttaşlıktan aktif yurttaşlığa dönüştürmek bakımından çok önemli ama yeterli değil. Miting sona erdikten sonra insanlar evlerine dönecek ve hiçbir değişiklik olmadan yaşamaya devam edeceklerdir. Oysa mitinglerin yeni bir siyasal uyanışa yol açması ve yeni bir siyasal sürecin başlangıcı olması gerekir.
O nedenle sokağı bir siyaset alanına dönüştüren, kurumsallaştıran, süreklilik kazandıran araçlara gereksinim bulunmakta. Sokak duvarlarına toplumsal talepleri belirten grafitiler yapılması, bunun için özel duvarlar ayrılması, sokak tiyatroları, konserler, sokakta toplanan mahalle meclisleri, forumlar gibi etkinlikler sokakta siyasal bilincin uyandırılması amacına hizmet eder.
Bunun da ötesinde, sokak siyasetinin başarılı olabilmesi için katılımcı bir yerel demokrasi zeminine oturtulması gerekir. Katılımcı bir yerel demokrasi ile sokak siyaseti birbirlerini tamamlayan unsurlar. Yerel demokrasi temeli olmazsa, sokak siyaseti bir yere varamaz. Sokak eylemleri saman ateşi gibi parlar ve söner. Nerede, ne zaman, nasıl bir eylem yapılacağına halkın kendisi karar vermesi gerekir. Ancak bunun için yerelde karar verme mekanizmaları açık olmalı. Halkın siyasal özne olarak siyasete aktif bir biçimde katılması önce yerelde gerçekleşir. Sokak siyaseti yerelde aktif yurttaş olanlarla birlikte yürütüldüğü zaman bir siyaset niteliği taşıyacak ve başarı şansı çoğalacaktır
Türkiye derin bir ekonomik krizden geçmekte. Nüfusun yüzde 60’ı yani 51 milyon kişi açlık sınırı altında yaşıyor. Çocukların yüzde 22’si yoksulluk sınırı içinde büyüyor. Gelir eşitsizliği bakımından Avrupa’da birinciyiz. En yüksek gelire sahip yüzde 20 toplam gelirin yüzde 50’sini alırken, en düşük gelire sahip yüzde 20 toplam gelirin yüzde 6’sını alıyor. Bu fark giderek büyüyor. Ve bu ortaya çıkan resim Hükümet’in yanlış politikalarının sonucu.
Ekonomik krizlerin siyasete nasıl yansıyacağı, siyaseti nasıl biçimlendireceği ilginç bir konu. Bu ülkeden ülkeye değişiyor. Her ülkenin koşulları farklı. Ancak ekonomik krizlerin etkilerini ilk gösterdikleri siyaset alanı seçimler. Nasıl ki, son belediye seçimlerinde seçmen AKP’yi cezalandırdı. Ancak seçimlerden sonra da Hükümet’in politikaları nedeniyle halk olumsuz etkilenmeye devam ederse, o zaman ekonomik kriz, sokak protestolarına yol açma potansiyeli taşıyor. Bunun birçok örneği var.
Örneğin, Yunanistan’da Hükümet’in ekonomik kriz nedeniyle aldığı kemer sıkma önlemlerini protesto etmek için insanlar sokağa çıktılar. Geniş çaplı protesto yürüyüşleri, genel grevler, 2015 seçimlerinde iktidarın değişmesine, Syriza’nın iktidara gelmesine yol açtı. Sokağa çıkan insanlar sol görüşlülerle sınırlı değildi. Her yaştan ve her görüşten insan vardı.
İspanya’daki ekonomik krizin doğurduğu sokak gösterileri “indignados”-öfkeliler hareketine ve halkın büyük desteğini kazanan Podemos partisinin kurulmasına yol açtı. İktidar değişti.
Latin Amerika’da da benzer örnekler bulabiliriz. Bütün bu örneklerden şu sonucu çıkarabiliriz: Ekonomik kriz otomatikman bir halk hareketine dönüşmüyor. Ekonomik krizin sokağa çıkması ve kitlesel bir protesto hareketine dönüşmesi için şu koşullar gerekiyor:
- Krizin insanların yaşam düzeylerinde büyük bir düşüşe yol açması.
- Derin memnuniyetsizliğin yarattığı potansiyelin örgütlenmesi, bir siyasal harekete dönüştürülmesi.
- Doğru zamanlama ve fırsatların gerçekçi olarak değerlendirilmesi.
CHP’nin sokak siyaseti Türkiye’nin koşullarında doğru bir çizgidir. Bu siyasetin öznesi, ezilen, yoksul, işsiz, emekli, emekçi halktır. Sokak siyaseti, bu insanların siyasal bilinçlenmesine, çözümü devletten bekleyecekleri yerde kendilerinde görmelerine yol açacaktır. Ancak burada yerel yönetimlere büyük bir rol düşmektedir. Yerelde kendi haklarına sahip çıkan, kendisiyle ilgili kararları alan bir halk, sokakta da sesini duyurabilme olanağını bulur. Bunun yolunu açmak yerel yönetimlere düşen bir görevdir.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |