Diyanet İşleri Başkanı Sayın. Prof. Ali Erbaş, cuma hutbesinde İslam’da zina ve eşcinselliğin haram olduğunu, eşcinselliğin lanetlendiğini, hastalıklara yol açtığını ve nesli çürüttüğünü, HİV virüsüne neden olduğunu belirterek, bu tür kötülüklerden insanları korumak için toplumu birlikte mücadeleye çağırdı. Bu çağrıya uyarsak, "eşcinsellere karşı mücadele edeceğiz." Bu mücadele nasıl olacak? Herhalde bir eşcinsel gördüğümüzde topluca saldıracak ve eşek sudan gelinceye kadar döveceğiz. Ta ki vazgeçene dek.
Bizim de parçası olduğumuzu düşündüğümüz laik, demokratik toplumlarda herkesin bildiği ve uyguladığı bazı temel ilkeler var. İnsanların özel yaşamları olduğu ve özel yaşama saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğu bu temel ilkelerden biri. Devletlerin sadece özel yaşama müdahale etmemek değil, aynı zamanda herkesin özel yaşamını koruma yükümlülüğü bulunduğu başka bir önemli ilke. Özel yaşam bireye, istediği gibi yaşama, kendi kimliğini seçme hakkını verir. AİHM, Niemitz / Almanya (1992) kararında, özel yaşamın başka insanlarla ilişki kurmayı ve sürdürmeyi de kapsadığını söyler. İnsanların cinsel yaşamlarının özel yaşama girdiği kuşkusuz. Orlandi ve diğerleri / İtalya (2017) kararında AİHM, aynı cinsiyetten olanlar arasındaki ilişkinin özel yaşama girdiğini vurguladı.
Bu çerçevede, Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmasına ilişkin ilk saptama, özel yaşam hakkını ihlal eden bir müdahalenin söz konusu olduğu ve bunun kabul edilemeyeceği. Prof. Erbaş’ın konuşmasında sadece İslam’da geçerli olan ilkeleri değil, "nedir bunun hikmeti?" sorusuyla, kendi görüşünü ifade ediyor ve insanları, bütün kötülüklerin nedeni olarak gördüğü bir grup insana karşı mücadeleye davet ediyor.
Konuşmasıyla ilgili ikinci saptama ise, konuşmanın bir nefret söylemi niteliği taşıması. Nefret söylemi, bir ya da bir grup insana yönelik din, ırk, cinsiyet ya da cinsel eğilimleri nedeniyle nefreti, şiddeti ve ayrımcılığı yayan ya da teşvik eden bir ifade türü. Nefret söylemi ifade özgürlüğü kapsamına girmez. Nefret söyleminin amacı, hedef aldığı grubu toplumdan dışlamak. Nefret söylemi insanları, insan olmanın onuruyla bağdaşmayan bir düzeye indirir, toplumsal barışı bozar, ayrımcılığa yol açar.
Nefret söyleminin mutlaka şiddet içermesi gerekmez. AİHM’in Vejdeland ve Diğerleri / İsveç (2012) kararında belirttiği gibi, şiddete çağrı olmasa bile, halkın bir bölümünü hedef alarak hakaret, alay ya da iftira içeren söylemlerde bulunmak da nefret söylemini oluşturur. AİHM’e göre, cinsel eğilim temelinde yapılan ayrımcılık, etnik köken ya da ırk temelinde yapılan ayrımcılık kadar ciddidir.
Türkiye’de LGBTİ+’lar toplumun dışına itilmiş, ezilmiş, her türlü ayrımcılığa uğramış bir kitle. Cinsel kimliğini saklamak, ya da cinsel kimliği nedeniyle her türlü toplumsal baskıya, ayrımcılığa, şiddete maruz kalmak arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılmışlar. Toplum zaten homofobik bir toplum. Prof. Yılmaz Esmer’in 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre, nüfusun yüzde 87’si eşcinsel bir komşuya karşı. Bu durumda, insana en ufak bir saygımız varsa, insana biraz değer veriyorsak, yapmamız gereken şey LGBTİ+’lara karşı ayrımcılığa ve şiddete son vermek, onları eşit haklara sahip insanlar olarak toplumun içine almak. Devletin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüğü bu. Oysa bu olay, toplumun çoğunluğundan farklı olduğu için LGBTİ+’lara karşı nefreti, ayrımcılığı, dışlanmayı körüklüyor.
Demokratik toplumlar, insanların farklılıklarını koruyarak eşit olarak birlikte yaşadıkları çoğulcu toplumlardır. Özellikle de çoğunluktan farklı olan azınlıkların korunmaları, eşit haklara sahip olmaları toplumları demokratik yapan en önemli özelliklerden biridir.
İnsanların farklılıklarının kabul edildiği ve kamusal alanda bütün farklılıklara yer açıldığı bir toplumdan değil, farklılıkların yok edildiği, tek tip insan yaratıldığı bir toplumdan korkmak gerekir.
Bu bağlamda AİHM’in Vejdeland ve Diğerleri/ İsveç kararı konumuz bakımından aydınlatıcı olabilir.
İsveç’te bir okulda, Vejdeland ve üç arkadaşı, eşcinselliğe karşı "Eşcinsel Propaganda" başlıklı broşürler dağıtırlar. Broşürde şu görüşler ileri sürülür:
"Geçtiğimiz yıllarda toplum, eşcinselliği ve başka cinsel sapmaları reddetmek yerine, bu tür cinsel sapma eğilimlerine kucak açmıştır. İsveç-karşıtı öğretmenlerimiz, eşcinselliğin toplum üzerindeki ahlaken yıkıcı etkilerini bilmelerine karşın, bunu normal ve iyi bir şey olarak göstermektedirler.
- Onlara HIV ve AİDS’in eşcinsellerde öncelikle görüldüğünü ve bu tür yaşam tarzının hastalığın yerleşmesindeki ana nedenlerden biri olduğunu söyleyin.
- Onlara ...cinsel sapmaların yasallaştırılmamasını söyleyin."
Broşürleri dağıtanlar hakkında bir ulusal ya da etnik gruba karşı tahrik nedeniyle soruşturma açılır. Çocuklar, okuldan uzaklaştırma ve para cezasına mahkûm olurlar.
Çocuklar ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği savı ile AİHM’e başvururlar. AİHM kararında, broşürlerde "eşcinselliğin bir cinsel sapma eğilimi olduğu ve toplum üzerinde ahlaken yıkıcı etkiler doğurduğu", ayrıca "eşcinselliğin HIV ve AİDS’in yerleşmesine yol açtığı" ifadelerine yer verildiğine işaret eder. Bunların, nefrete dayalı eylemlere teşvik etmese bile, çok ciddi ve ön yargılı ifadeler olduğunu, nefrete teşvik için mutlaka şiddet kullanmaya çağrı gerekmediğini, belirli bir gruba hakaret, alay ya da iftira eden söylemlerin de nefret söylemi oluşturduğunu belirtir. AİHM ayrıca, İsveç Yüksek Mahkemesi’nin, insanların ifade özgürlüğü hakkını kullanırken başkalarını gereksiz yere incitici ifadelerden kaçınmaları gerektiği yolundaki görüşünü paylaşır.
Bu nedenlerle AİHM, başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği şikayetini reddeder.
Sayın Diyanet İşleri Başkanı’nın sözleriyle, çocukların broşürde yazdıkları karşılaştırıldığında, her iki söylemde de eşcinselliğin hastalıklara yol açtığı ve toplumlarda yıkıcı etkileri doğurduğu görüşüne yer verildiğini görüyoruz. Bu bakımdan her iki söylem arasında benzerlik var.
Ancak Sayın Erbaş’ın konuşmasında, bunlara ek olarak bir de, halk eyleme, eşcinsellerle mücadele etmeye davet edilmekte. AİHM’e Sayın Erbaş’ın konuşmasıyla ilgili bir başvuru yapılsa, sonucu tahmin edebiliriz.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de 2010 yılında aldığı bir kararda, üye devletlere (Türkiye de bunlar arasında) cinsel eğilim ya da toplumsal cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılığa son vermek için gerekli önlemleri almalarını öngörüyor.
Hükümetin, AİHM içtihadı ve Bakanlar Komitesi kararını göz önünde tutarak kendi vatandaşlarını nefret söylemi ve ayrımcılığa karşı korumak konusundaki yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekir.
AİHM kararıyla kıyaslamadan da anlaşılacağı gibi, sayın Erbaş’ın sözleri nefret söyleminin unsurlarını içeriyor. Ortada böyle bir nefret söylemi varken, Savcılığın bu söylemi eleştiren Ankara, Diyarbakır Barosu Başkanlarına soruşturma başlatması siyasi iktidarın demokrasi ve hukuk devletinden ne denli uzak olduğunun somut bir göstergesi.