Emekli Hava Korgeneral Vural Avar müebbet hapse mahkûm olduğu Sincan Cezaevinde yaşamını yitirdi. Kendisi demans hastaydı. En yakınlarını bile tanımıyordu. Cezaevinde yaşamını sürdürecek durumda değildi. Yaşamak için yardıma ihtiyacı vardı. İlaçlarını alamıyordu. Bir süre önce düşmüş, kaburgaları kırılmıştı. Ameliyata alınmış, ameliyattan sonra yoğun bakımda olması gerekirken koğuşa gönderilmişti. Tahliye talebi reddedilmişti. Kasım ayında verilen Şehir Hastanesi Sağlık Kurulu raporunda “cezasının cezaevinde infazının hayati tehlike arz etmeyeceği” belirtiliyordu. Kendisi ise yakınlarına “ben buradan sağ çıkamam” diyordu.
Her zamanki gibi haklı çıktı. Sağ çıkamadı. Oysa tahliye edilmiş olsa, iyi bir hastanede bakılsa, ilaçları verilse, ameliyattan sonra özenli bir tedavi görse bugün yaşıyor olacaktı.
Vural Avar’ın ölümünden kim sorumlu? İddianameyi hazırlayan FETÖ’cü savcı mı? Sahte kanıtlarla karar veren yargıçlar mı? Başvuruyu bir türlü görüşüp karar veremeyen Anayasa Mahkemesi mi? Demans hastasına “cezaevinde kalabilir” raporu veren doktorlar mı? Yargıyı intikam aracı olarak kullanan iktidar ve kin, nefret kusan yandaşları mı? Yoksa hepsi birden mi?
Vural Avar’ın tek gözü ameliyatlı 63 yıllık eşi Tuna Avar verdiği ölüm ilanında, “eşime yapılan haksızlık ve adaletsizlikleri asla unutmayacağım” diye yazdı. Tuna Avar Türkiye’nin ilk kadın jet pilotlarından. Albay rütbesinden emekli oldu. Birbirlerini çok seven bir çifttiler. Tuna elbette yapılanları unutmayacak. Ama sadece Tuna’nın unutmaması yeterli mi? Toplum olarak Vural Avar’a ve onun gibi cezaevinde bulunan 10 arkadaşına yapılan haksızlıkları, hukuksuzlukları unutacak mıyız? Yoksa, başka haksızlıkların önüne geçmek, cezaevinden tabutların çıkmasını önlemek için toplumsal bir tepki gösterecek miyiz? Her şey bir yana, savcılar ne yapacak? Vural Avar’ın ölümüne yol açan sorumlularla ilgili bir soruşturma, ama etkili bir soruşturma, açacaklar mı?
Hava Korgeneral Vural Avar benim çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir dostumdu. Dostluğumuz 70’li yılların sonuna dayanır. O yıllarda Yunanistan’ın demokrasiye geçtikten sonra NATO askeri kanadına dönüşü söz konusuydu. Türkiye buna onay vermek için Ege’deki komuta-kontrol sorumluluklarının yeniden saptanmasını istiyordu. ABD’li General Roger, bir uzlaşı bulmak için Türkiye ile Yunanistan arasında mekik diplomasisi yürütüyordu. Kurmay Albay Vural Avar Genel Kurmay Başkanlığı’nda, ben de Dışişleri Bakanlığı’nda Daire Başkanı olarak bu işle görevliydik. Hava Kuvvetlerinde de Albay Aziz Durmaz. General Roger ile müzakereleri Genel Kurmay yürütüyordu. Her görüşmeden sonra Dışişleri Bakanlığı’na bilgi veriyor, biz de Bakanlığın görüşünü bildiriyorduk. Ama konu çok teknikti. Radar örtüleri, cross-tell’ler filan. Ben pek anlamıyordum. Vural Avar ile Aziz Durmaz beni eğittiler. Bir ay yoğun bir kurs verdiler. Bir ay sonra konunun bütün teknik yanlarını öğrenmiştim. Ama aynı zamanda üçümüz arasında çok yakın bir dostluk doğmuştu. Haftada birkaç kere birimizin odasında toplanıyor, görüş alışverişi yapıyorduk. Birlikte yemek yiyorduk. Vural ile dostluğumuz sonra da sürdü. Yurt dışında, uzakta olsam bile haberleşirdik. Türkiye’de çok yakın bir dostum olduğunu bilirdim. Aziz Durmaz, Albay rütbesiyle emekli olduktan sonra Dışişleri Bakanlığı’nda danışman olarak çalıştı. Vural çok parlak bir subaydı. Hızla Korgeneral rütbesine kadar yükseldi.
Vural Avar işine bağlı, çok iyi bir askerdi. Çok çalışkan, çok zeki, çok özenli. Ama bunun ötesinde Vural, çok iyi bir insan, çok iyi bir dosttu. Her koşul altında yüzünden yumuşacık, sevgi dolu gülümsemesi eksik olmazdı. O gülümse ortamı yumuşatır, gerginlikleri ortadan kaldırır, karşısındakini rahatlatırdı. Konuşarak, diyalog kurarak sorunların çözüleceğine inanırdı. Bağırdığını, öfkelendiğini, ağzından kötü bir söz çıktığını hiç görmedim. Her zaman çok nazikti. Karşısındaki insana değer verir, onu dinlemesini bilirdi. Vural’ın başkalarını rahatlatan, huzur veren bir varlığı vardı.
Balyoz, Ergenekon sırasında da tutuklanmıştı. Eski YÖK Başkanı, Prof. Kemal Gürüz ile aynı hücreyi paylaşıyordu. Kemal Gürüz depresyona girmişti, yemek yiyemiyordu. Vural kendini unutmuş, hücre arkadaşını ayakta tutmaya çalışıyordu. “Biz askeriz. Mahrumiyete alışkınız. İdare ederiz. Ama Kemal Bey’in bu ortama uyum sağlaması olanaksız.” Derdi. Kemal Bey’e her türlü desteği verdi. Böyle bir insanın hiç hak etmediği, böyle bir sonla yaşama veda etmesi çok acı bir paradoks.
Bu paradoks bizi ister istemez hukuk, adalet, ahlak ve vicdan, intikam kavramlarının üzerinde düşünmeye zorluyor.
Vicdan, kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya yönelten güç. Hukuk, vicdanla birleştiği zaman adalet sağlanır. Vicdanı olmayan hukuk, adaleti sağlama amacını gerçekleştiremez. O nedenle hukuku uygulayanların, yargıçların, savcıların, ahlakiliği, vicdanlı olmaları, büyük bir önem taşır. Vicdan Anayasa’mızda da somut olarak yer alır. Anayasa 138. Maddeye göre “Hakimler … Anayasa’ya, kanuna ve hukuk uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.”
Örneğin, 85 yaşındaki Vural Paşa’yı olmadık kanıtlarla müebbet hapse mahkum eden yargıç vicdanına “bu karar adil bu karar mıdır? Doğru mu yapıyorum?” diye sordu mu acaba? Peki, aynı soruyu rapora imza atan doktorlar sordu mu?
Türkiye’de yargıda bir vicdan sorunu var. Yargı bağımsızlığını yitirip siyasal iktidarın kontrolü altına girdikçe vicdan sorunu da büyümekte. İktidarın isteklerine uygun bir karar vermeyi kabul eden yargıç zaten vicdanını duruşma salonuna dışında bırakmış demektir.
Öyle anlaşılıyor ki, 28 Şubat ile ilgili yargılamalar bir intikam sorunu içeriyor. İntikam adaletle hiç bağdaşmayan bir kavram. İntikam duygusal, kişisel bir olgu. Misillemeye dayanır. Adalet ise tarafsız, nesnel bir kavram. Suçun gerçekliğini kanıtlamaya dayanır. İntikam duygusunun baskın olduğu bir yargılama zaten adil olmaz.
Vural Paşa’nın ölümü Türkiye’de yargının ve infaz sisteminin bozukluklarının bir kere daha su yüzüne çıkmasına yol açtı. Bundan doğru dersler çıkarırsak, aynı yanlışlarını tekrarlanmasını önleyebiliriz. Ama bu yanlışları düzeltmek gibi bir siyasal irade var mı?
Vural Avar’ı tanıyanlar böyle bir insana yapılan haksızlığın büyüklüğünü daha iyi anlarlar. Vural’ın muzip bir gülümsemeyle gülümseyip “Boşgeç. Kura bu sefer de bana çıktı.” dediğini görür gibiyim. Ama Tuna’dan ayrı kaldığına çok üzüldüğünü biliyorum.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |