Türkiye yine büyük bir ekolojik felaketle karşı karşıya. Kanadalı maden şirketi Alamos Gold’un, Çanakkale’nin Kirazlı köyünde altın arama projesini uygulamaya başlamasıyla bölgedeki ekosistem ve yaşam tehdit altına girdi. Bunu önlemek için binlerce çevreci maden alanında “su ve vicdan” nöbeti tutuyor. Çevreciler şantiye alanına girerek eylemlerini maden alanına da taşıdılar.
İktidar bu olup bitenler karşısında tam bir umursamazlık içinde. “Ruhsat bizden önce verilmiş” gibi bir savunmanın arkasına sığınmış. Oysa, 2013 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna olumlu karar vermesiyle alan işletmeye açılıyor. Kaldı ki, ruhsat AKP iktidarından önce verilmiş olsa bile, bu iktidarı sorumluluktan kurtarır mı? Ortada AKP iktidarı döneminde gerçekleşen büyük bir ekolojik tehdit var. AKP iktidarı bunu önlemek için ne yapıyor?
Sorunun iki yönü bulunmakta: Bir yanda 195 bin ağacın kesilmesi gibi büyük bir doğa katliamı var. “Kesilen ağaç kadar başka yere ağaç diktik” gibi anlamsız bir savunmaya ağlamak mı, gülmek mi gerekir? Öte yanda, altın ayrıştırırken kullanılacak siyanürün Çanakkale’nin su kaynağı Atıkhisar Barajı’na sızarak bölgedeki tüm yaşama tehdit oluşturması olasılığı var. Altın aramada kullanılan siyanür kolaylıkla toprağa ve havaya karışan son derece tehlikeli bir madde.
Sorunun hukusal yönü de tartışmalı. Ruhsatın iptali için açılan dava Danıştay’da. Ancak yargı kararı beklenmeden Kirazlı işletmeye açılmış.
Kirazlı bir başlangıç. Bölgede altın ve gümüş işletmeciliğiyle ilgili 30 ruhsat alanı daha var. Bunlar da işletmeye açılırsa, bölge yaşanmaz olacak. Dünyanın en temiz ikinci havasına sahip Kaz dağı çöle dönüşecek. O nedenle daha başlangıçta maden aramanın önlenmesi gerekli.
Çevreyle ilgili olarak verilen kararlarda, o bölgede oturanların kararlara katılma hakkı var. Bu hak hem ulusal, hem uluslararası belgelerden doğuyor. 1992 yılında Brezilya’da toplanan B.M Çevre Konferansı Bildirisi’nin 10 sayılı ilkesi, çevreyle ilgili kararların bütün ilgili yurttaşların katılımıyla alınmasını öngörür. Ayrıca, yurttaşların kamusal makamların elindeki bilgilere erişme hakkından söz eder. 10 sayılı ilke Konferansa katılan Türkiye tarafından da kabul edildi.
Bu ilkenin uygulanmasına ilişkin Aarhus Sözleşmesi de kararlara katılma ve çevreyle ilgili bilgilere erişme hakkına yer verir. Bu hakların uygulanmasında devletlerin somut yükümlülüklerini sıralar. Türkiye Aarhus Sözleşmesi’ne taraf olmadı.
Türkiye de 2872 sayılı Çevre Kanunumuz da katılım hakkına yer verir. Yasa’nın 3(e) maddesine göre, “çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlara çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür.”
Kirazlı işletmeye açılırken,orada yaşayan yurttaşların katılım hakkı gözetilmedi. Kirazlı’nın işletmeye açılması kararı oradaki halka danışılmadan verildiği için, bölge insanı tepkili. Bu tepkisini eylemlerle gösteriyor.Söz konusu olan ulusararası sözleşmelerden ve yasadan doğan bir hakkın resmi makamlarca çiğnenmesi.
Bu bağlamda, AİHM’in 2004 yılında verdiği, Bergama’nın Ovacık köyünde Eurogold Madencilik (sonradan Normandy Madencilik oldu) şirketine verilen altın madeni işletilmesi ruhsatına ilişkin karar (Taşkın ve diğerleri/Türkiye, 10.11.2004) Kirazlı bakımından da önemli ilkeleri içeriyor.
Bu davadaki olay şöyle gelişir: 1992’de zamanın hükümeti tarafından Eurogold madencilik şirketine, Ovacık köyünde altın işletme ruhsatı verilir. Ovacık köylüleri,altın aramada kullanılacak siyanürün sağlık bakımından doğurduğu riskleri ve ekosisteme verilecek zararı ileri sürerek ruhsatın iptali için idare mahkemesinde dava açarlar. Dava idare mahkemesinde reddedilir,ancak Danıştay köylüleri haklı görür. Danıştay kararıyla ruhsat iptal olur. Danıştay kararını, bölgenin jeolojik yapısı (deprem bölgesi olması,çok yağış alması ve sel basması),bölgede yaşayanların yer altı suyunu kullanmaları, siyanürün yağışlarla birlikte toprağa sızma olasılığının yüksek olması nedenleriyle altın araştırmasının bölgede insan sağlığı ve çevre bakımından önemli riskler taşıdığı gerekçesine dayandırdı. Gerekçedeki etkenler Kirazlı için de geçerli.
1999 yılında TÜBİTAK, şirketin aldığı önlemler sonucu,Danıştay kararında öngörülen risklerin ortadan kalktığını ileri süren bir rapor hazırlar.Bu rapora dayanarak hükümet şirketin ruhsatını yeniler. 2001 yılında şirket işletmeye başlar. 2004 yılında Danıştay yürütmenin durdurulması kararı verir. Aynı yıl şirket başka bir çevresel etki raporu sunar. Bakanlar Kurulu bu raporla ilgili olumlu karar verir ve işletme devam eder.
1999 yılında dava Ovacıkta yaşıyan köylüler tarafından AİHM’e getirildi. AİHM kararını 2004 yılında verdi. Davaya bakan 3.Daire konunun önemini gözönünde tutarak sözlü duruşma yaptı (AİHM’de daireler genellikle dosya üzerinden karar verirler. Duruşma yapmaları çok enderdir). AİHM davayı Sözleşme’nin özel yaşam ve aile yaşamına ilişkin 8.maddesiyle, adil yargılamaya ilişkin 6.maddesi altında inceledi.
a- 8. maddeyle ilgili olarak AİHM iki husus üzerinde durdu:
-Danıştay’ın vediği iptal kararı sonucu , Hükümet’in ruhsat konusunda bir takdir yetkisi kalmamıştır.
-Danıştayın karar verme süreciyle ilgili olarak, ruhsat verilmeden önce, altın araştırmanın doğa ve insan sağlığı üzerindeki etkileri üzerinde araştırmalar yapılmış,raporlar hazırlanmıştır. Yöre halkını bilgilendirmek için bir toplantı düzenlenmiş, yöre halkına ilgili belgelere erişim hakkı tanınmıştır.
Danıştay, 23 mayıs 1997 tarihli iptal kararını bütün bu çalışmalarda ortaya çıkan verilere dayanarak vermiştir. Madenin kapatılma kararı ise, Danıştay kararından 10 ay sonra verilmiştir!
1998’den sonraki aşamada,Bakanlar Kurulu, Danıştay kararına uymayarak, kamu oyuna açık olmayan bir kararla şirkete işletme izni vermiştir.
Bütün bunların sonucu olarak, ilgili makamlar, başvurucuları koruyan güvencelere uymamışlar ve Sözleşme’nin 8.maddesini ihlal etmişlerdir.
b- Adil yargılama açısından, AİHM yargı kararlarının uygulanmasının da yargılama sürecinin bir parçası olduğunu dikkate alarak, Danıştay kararının Hükümet tarafından uygulanmaması nedeniyle 6.maddenin de ihlal edildiği sonuçuna varmıştır.
Sonuç olarak AİHM, Türkiye’yi 10 başvurucudan her birine 3 er bin Euro manevi tazminat ödemeye mahkum etti.
Bu davadan sonra Ovacık’da yaşayan 315 köylü de AİHM’e başvurdu. Türkiye bu başvuruculara toplam 945 bin Euro tazminat ödedi.(Öçkan ve diğerleri /Türkiye 2006)
Bergama’da altın arama ile Kirazlı’da altın aramanın bölge halkı yönünden doğurduğu riskler açısından pek çok benzerlik var. Aradaki fark, Bergama’da bir Danıştay kararı bulunmasına karşı, Kirazlı’da henüz böyle bir karar yok.
Danıştay kararı ve Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararı kesinleştikten sonra AİHM’e gidilmesi yolu açılacaktır.
Ancak, ortada acil bir durum olduğu, Kirazlı’daki madenin işletilmesinin sürdürülmesi ile, giderilmesi olanaksız bir zararın doğacağı bir gerçek. Bu durumda, Danıştay’ın yürütmenin durdurulması kararı alması önem taşıyor. Danıştay böyle bir karar alabilecek mi? Bunun ötesinde, Danıştay ve AYM, Danıştay’ın 13 Mayıs 1977 tarihli kararında ve AİHM’in 10 kasım 2004 tarihli kararında yer alan esasları gözönünde bulunduracaklar mı?
Yöre halkının ve STK’ların, Kirazlı’daki direnişleri kamu oyunda büyük bir duyarlılığın doğmasına yol açtı. Bunu alkışlamak ve desteklemek gerekir.
Bütün ekolojik direnişlerin Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin bir parçası olduğu unutulmamalı.