Türkiye’de ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasında büyük bir payı olan RTÜK, bu kez 29 yıldır yayın yapan ve “kâinatın bütün seslerine açık” Açık Radyo’nun lisansını iptal etti. Bunun şaşılacak bir yanı bulunmamakta. Açık Radyo gibi bir iletişim organı ancak açık toplumlarda yaşayabilir. Kapalı otoriter bir rejimin hüküm sürdüğü Türkiye’de Açık Radyo’ya yer yok. Üstelik Açık Radyo’nun varlığı yanıltıcı bir izlenim yaratıyordu. Sanki mevcut otoriter rejimin çoğulculuğa, kısmen de olsa ifade özgürlüğüne izin verdiği sanısına yol açıyordu. Şimdi bu anomali düzeltildi. İktidarla aynı çizgide olan yayın organlarına yer var, olmayan yayın organlarına ise yer yok gerçeği bir kez daha kanıtlandı.
Açık Radyo’nun lisansının iptaline yol açan 24 Nisan’daki bir programa katılan konuğun “Ermeni soykırımı”ndan söz etmesiydi. Radyo’ya bu nedenle önce idari para cezası verilmiş, Açık Radyo cezanın ilk taksitini ödemiş, ancak 5 program yayın durdurma cezasını tebligatta görülmediği için yayını sürdürmüş. RTÜK bu yanlışlığın düzeltilmesine olanak tanıyacak yerde, fırsatı kaçırmayarak lisansı iptal etti. Yaptırım gerekçesi toplumu kin ve düşmanlığa tahrik etmek.
Anayasa’nın 26. Maddesi “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığını taşır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi de ifade özgürlüğünü düzenler. Herkesin, devletin müdahalesi olmadan, bilgi ve düşünceleri alma ve yayma özgürlüğü hakkına sahip olduğunu belirtir. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin bütün kararlarında ifade özgürlüğünün kapsamını belirleyen ilkeye yer verir. Buna göre, ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun temelidir. İfade özgürlüğü sadece zararsız ya da lehte olan düşünceleri değil, aynı zamanda hükümeti ya da toplumun bir bölümünü rahatsız edici, incitici, şok edici düşünceleri de kapsar.
Açık Radyo’nun lisansının iptaline yol açan “Ermeni soykırımı” sözlerinin ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğini değerlendirmek için AİHM Büyük Dairesi’nin 2015 yılında kabul ettiği Perinçek/İsviçre kararına bakmak gerekir. Davaya konu olay şu: Doğu Perinçek İsviçre’de katıldığı üç toplantıda 1915’te Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ermenilerin soykırıma uğradıklarına ilişkin iddiaları reddeder. Bunların gerçek olmadığını söyler. İsviçre Ceza Yasası’ndaki ırk, etnik ya da dinsel nedenlerle bir grup insana karşı nefret ve ayrımcılığı tahrik etmek suçundan hapse çevrilebilir para cezasına mahkûm olur. Önce temyiz mahkemesi, ardından Federal Mahkeme cezayı onaylar.
AİHM Büyük Dairesi kararında, Perinçek’in beyanlarının kamuoyunu ilgilendiren bir konuya ilişkin olduğu, nefret ve kin duygularını tahrik etmediği, İsviçre’nin bu tür beyanları kriminalize etmesi gerekmediği, İsviçre mahkemelerinin kararının, bu konuda İsviçre’de yerleşmiş olan görüşlerden ayrılan bir görüşü sansür ettiği, Perinçek’e verilen cezanın demokratik bir toplumla bağdaşmadığı gerekçeleriyle Sözleşme’nin ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varır.
Doğu Perinçek’in savunmasının temel dayanağı ifade özgürlüğüydü. Perinçek’e göre 1915 olaylarına ilişkin tartışma ve bu konudaki farklı görüşlerin kriminalize edilmesi kamuyu ilgilendiren konulardı ve ifade özgürlüğü kapsamına girerdi.
Türk Hükümet’i de davaya müdahil olarak bildirdiği görüşte, başvurucunun sözlerinin siyasal bir söylem niteliği taşıdığını, başvurucunun konuşmasının tahrik edici olsa bile amacın kamuoyundaki tartışmaya katkıda bulunmak olduğunu, ifade özgürlüğünün şok edici, incitici beyanları da kapsadığını, bu nedenle bir ölçüde tahrik edici olabileceğini ileri sürdü.
AİHM Perinçek’e verilen mahkûmiyet kararının ifade özgürlüğü kapsamına girip girmediğine karar vermek için Perinçek’in sözlerinin şiddet ve nefret söylemine yol açıp açmadığını, kamu düzenini bozup bozmadığını inceledi. Perinçek’in beyanlarının kamu düzenini bozan bir yanı olmadığına karar verdi.
AİHM’in Perinçek kararı Türkiye’de büyük bir sevinç uyandırmıştı. Karar gerçekte bir ifade özgürlüğü kararıydı. AİHM, İsviçre’nin Perinçek’in soykırımı reddeden sözlerinin İsviçre Ceza Yasası gereğince suç olarak görülmesi ve ceza verilmesinin ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna karar verdi.
İsviçre’de soykırım reddini ifade özgürlüğü olarak gören Türk hükümetinin ve bu kararı destekleyenlerin, şimdi aynı duyarlılığı Açık Radyo’nun kapatılması konusunda göstermesi gerekmez mi? Yoksa İsviçre’de ifade özgürlüğü kapsamına giren soykırımın Türkiye’de ifade özgürlüğü dışında kalması nasıl açıklanır? İsviçre’de soykırım reddinin kriminalize edilmesi, bir düşüncenin serbestçe ifade edilmesinin engellenmesi ifade özgürlüğünün ihlaline yol açarken, aynı özellikleri taşıyan bir söylem nedeniyle Açık Radyo’nun lisansının iptali de bir düşüncenin serbestçe ifade edilmesine getirilen sansür dolayısıyla, ifade özgürlüğünün ihlali değil mi? AİHM’de soykırım reddinin ifade özgürlüğüne girdiğini savunan Hükümet’in asgari bir ilkesel tutarlılık göstererek RTÜK’e de “dur” demesi gerekmez mi?
Açık Radyo’nun lisansının iptal gerekçesi “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ama halkı tahrik ettiğini gösteren hiçbir somut olgu yok. Halk soykırım söylemini protesto etmek için sokaklara mı dökülmüş? Bu yüzden kamu düzeni mi bozulmuş? Hiçbiri değil. RTÜK keyfince bir karar vermiş. Kararı haklı göstermek için de keyfince bir gerekçe uydurmuş.
Şimdi Türkiye’de hukuk bir kez daha “hukukilik” ve “keyfilik” sınavı verecek.
İfade özgürlüğü demokrasinin kurucu ilkelerinden. Düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, onlara devlet kurumu karşısında bir özerklik boyutu kazandırır. Devletin demokrasi olmak gibi bir iddiası varsa, sevmediği düşünceler karşısında kendini sınırlamak, bunların serbestçe ifade edilmesinin güvencesi olmak zorundadır. Beğenmediği düşünceleri yasaklayan bir devlet, demokrasi olmaktan uzaklaşır. İfade özgürlüğü demokrasinin yüreği olduğundan ifade özgürlüğüne getirilen hukuk dışı sınırlamalar, doğrudan rejimin niteliğini etkiler.
Açık Radyo’nun kapatılması da bu nedenle önemli. “Normalleşme”nin konuşulduğu bugünlerde, “normalleşmenin” tek bir anlamı olabilir. Demokrasiyle yönetilmeyen Türkiye’de rejimin normalleşmesi, yani rejimin demokratikleşmesi. Açık Radyo’nun lisansının iptali, Türkiye’yi büsbütün karanlığa iterek rejimin normalleşmesi yönünde bir siyasal iradenin mevcut olmadığını ortaya çıkardı.
Kapalı bir rejime açık değil, kapalı radyolar yakışır.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |