Rıza Türmen

25 Ocak 2022

Dili kesilmiş ifade özgürlüğü

Sorun ifade özgürlüğü üstündeki baskılara toplumun nasıl bir tepki göstereceği

Sezen Aksu'nun beş yıl önce bestelediği bir şarkısında Adem ile Havva'dan söz edilmesi dinsel duyarlılığı yüksek bir grup tarafından yeni keşfedilmiş. Bu grup öfkesini Sezen Aksu'nun evinin önünde toplanarak dile getirmiş. Olay bununla sınırlı kalmadı. Bir cuma namazından sonra laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı Sn. Cumhurbaşkanı, camide hocanın elinden mikrofonu alarak Sezen Aksu'yu "dil koparma" cezasıyla tehdit etti.

Böylelikle dinsel duyarlılıkları rahatsız edici söylemleri cezalandırmanın da Sn. Cumhurbaşkanı'nın yetkileri arasında olduğunu, kendisinin sadece devletin başı değil, aynı zamanda bir dini lider olduğunu öğrendik. Oysa hilafet makamının kaldırıldığını sanıyorduk.

"Dil koparma" cezası, Türk Ceza Kanunu'nda yer almıyor. Organların kesilmesi ya da koparılması şeriat hukukunda öngörülen bir yaptırım. Hırsızlık yapanın elinin kesilmesi gibi. Sn. Cumhurbaşkanı'nın camide yaptığı açıklamayla dinsel duyarlılıklara aykırı davrananların şeriat kuralları gereğince cezalandırılacağını da öğrenmiş olduk.

Ama her şerde bir hayır varmış. Bu olayın hayırlı yanı Türkçemize yeni ve güzel bir şiir kazandırmak oldu. Sezen Aksu, yazdığı bir şiirle yanıt verdi. Şiirinde "Kim yolcu kim hancı/ Dur bakalım/ Beni öldüremezsin/ Sesim, sazım, sözüm var benim/ Ben derken ben herkesim." diyen şiirin bestesinin de yapılacağını umut ediyorum. Şiirdeki incelik ile şiddet içeren "dilini koparırız" sözcükleri arasındaki fark çok çarpıcı.

Desen: Selçuk Demirel

Bunun hemen arkasından, Sedef Kabaş'ın bir televizyon programındaki eleştirel sözleri nedeniyle Cumhurbaşkanı'na hakaretle suçlanması ve sabaha karşı göz altına alınması, ardından tutuklanması geldi.

Birbirini tamamlayan bu iki olayın ikisi de ifade özgürlüğü sorunu. İfade özgürlüğünü değerlendirirken AİHM'in üzerinde ısrarla durduğu ve ifade özgürlüğüne ilişkin her davada yer verdiği ilke şu:

"İfade özgürlüğü, …, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşüncelere değil, ayrıca devletin ve halkın bir bölümünü incitici, şok edici ya da rahatsız edici haber ve düşüncelere de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz."

ABD Yüksek Mahkemesi Üyesi Yargıç Holmes, aynı düşünceyi "nefret ettiğimiz düşünce için özgürlük" şeklinde ifade etmişti.

Sezen Aksu olayında, açılmış bir soruşturma yok. Söz konusu olan Cumhurbaşkanı'nın söyleminin, sanatçının ifade özgürlüğünün ihlali olup olmadığı.

Her şeyden önce sanatsal ifadenin özgürlüğü demokratik bir toplum için, toplumun kültürel zenginliği için vazgeçilmez bir konudur. AİHM, Alınak / Türkiye (2005) kararında şöyle der:

"Sanat eserlerini yaratan, icra eden, dağıtan ve sergileyen kişiler demokratik bir toplum için büyük önem taşıyan düşünce ve görüşlerin yayılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle devlet, yazarın (artistin) ifade özgürlüğüne müdahalede bulunmamakla yükümlüdür."

Sezen Aksu ile ilgili bir soruşturma olmasa bile, kendisine karşı açılan kampanya ve devletin en başındaki kişinin tehditleri, sanatçının ifade özgürlüğüne bir müdahale niteliğinde. Nasıl ki Taner Akçam kararında (2012), Taner Akçam'a açılan soruşturma takipsizlik kararıyla sonuçlanmasına karşın, AİHM soruşturma açılmasının ve yürütülen bir kampanyanın doğurduğu caydırıcı etki nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlaline karar vermişti.

Sezen Aksu olayında da açılan kampanya ve devlet başkanının tehditleri, sadece Sezen Aksu bakımından değil, bütün sanatçılar bakımından caydırıcı etki doğuracak, davranışlarını değiştirmeye zorlayacak, bir korku ortamı yaratacak, sanatlarının icrasını güçlendirecektir. Bu nedenle Sezen Aksu'nun ifade özgürlüğü ihlal edilmiştir.

Sedef Kabaş'a atılan Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasına gelince. Bir kere, Ahmet Necdet Sezer döneminde 163, Süleyman Demirel döneminde 158, Turgut Özel döneminde 202, Abdullah Gül döneminden 848 Cumhurbaşkanı'na hakaret davası açılmışken, Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili açılan Cumhurbaşkanı'na hakaret davası sayısı 38 bin 581. Bu rakamları TCK md. 299'daki Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunun siyasal amaçlarla, eleştirel sesleri bastırmak için kullanıldığını göstermiyor mu?

Ayrıca, Cumhurbaşkanı'na hakaret gibi bir suçun var olması zaten yanlış. Günümüzdeki genel eğilim, ceza yasalarında hakaret suçunu düzenleyen genel bir madde varken, devlet başkanları için ayrı bir koruma getirilmesinin ifade özgürlüğüyle bağdaşmadığı yolunda. Bu konuda Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi'nin kararları var. Venedik Komisyonu raporunda TCK md. 299'u eleştirir.

AİHM, Colombani/ Fransa, Artun ve Güvener/ Türkiye, Önel/ Türkiye ve en son 19/10/2021 tarihli Vedat Şorli /Türkiye (henüz kesinleşmedi) kararlarında, devlet başkanlarına ayrıcalıklı bir koruma sağlanmasının Sözleşme ile bağdaşmadığını söylüyor ve ayrı bir hakaret maddesine yer verilmemesini istiyor. AİHM, ayrıca devlet başkanlarının saygınlığının korunmasındaki yararın, düşüncelerin serbestçe ifade edilmesinin engellenmesini haklı göstermeyeceğini belirtiyor. Başka bir deyişle, AİHM'e göre ifade özgürlüğü devlet başkanlarının saygınlığından daha önemli. Bu görüş, AİHM'in ifade özgürlüğü anlayışıyla Türkiye'deki yargının ve devleti yönetenlerin anlayışı arasındaki farkı ortaya koyuyor. Bir iktidar değişikliğinde hukuk alanında yapılması gereken ilk işlerden biri TCK 299. maddenin kaldırılması.

Sedef Kabaş'ın bir atasözünden esinlenerek söylediklerini doğru bulur ya da bulmazsınız. Ama unutmamak gerekir ki, ifade özgürlüğü beğenmediğiniz, nefret ettiğiniz düşünceler için de geçerli.

Göz önünde bulundurulması gereken bir başka ilke siyasetçileri eleştiri sınırlarının normal vatandaşlara kıyasla daha geniş olduğu. Onlar siyasete girmekle kendilerini eleştirilere açık bir konuma koymuşlardır. Dolayısıyla eleştiri karşısında daha hoşgörülü olmaları gerekir.

Ayrıca söylemin kamuoyunu ilgilendiren bir konuda olup olmadığına ve bir değer hükmü niteliği taşıyıp taşımadığına da bakmak gerekir.

Nihayet, söylediği sözlerden dolayı bir gazetecinin tutuklanması kabul edilemez. AİHM'in sadece bu nedenle verdiği pek çok ihlal kararı var.

AİHM'in bir söylemin ne zaman hakaret, ne zaman eleştiri sayılacağı konusunda yerleşmiş bir içtihadı var. Hakaret sayılması ve düşünce özgürlüğü kapsamı dışında olması, söylemin ya da yazının hakaret etme kastıyla söylenmiş ya da yazılmış olmasına bağlı. Amaç bu değilse, ifade özgürlüğü sınırları içinde kalıyor.

Örneğin, Eon/ Fransa davasında, Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin bir ziyareti sırasında, "defol git, zavallı aptal" yazılı bir pankart taşıyan köylüye 30 Euro para cezası verilmesini AİHM, ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna karar verdi.

Oberschlick/ Avusturya davasında, bir gazetecinin, bir siyasal parti başkanı olan Jorg Haider için "aptal" sözcüğünü kullanmasını, AİHM eleştiri olarak kabul etti.

Pakdemirli kararında, Ekrem Pakdemirli'nin Cumhurbaşkanı Demirel için "yalancı", "iftiracı", "Çankaya'nın şişmanı", "dar kafalı" sözleri nedeniyle büyük bir tazminata mahkum olmasını AİHM, ifade özgürlüğünün (10. Madde) ihlali olarak değerlendirdi.

Gazeteci Erbil Tuşalp'ın Başbakan Erdoğan ile ilgili olarak yazdığı iki yazıdan birinde "yalancı" demesi, öbüründe akli dengesinin yerinde olmadığını ima etmesi nedeniyle tazminata mahkûm olmasının, AİHM 10. Maddeyi ihlal ettiğine karar verdi. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Bu kararlardaki kriterlerden, Sedef Kabaş söylediği sözlerin ifade özgürlüğü kapsamına girdiği sonucu çıkıyor. Ama ondan önce, Kabaş'ın tutuklanması, özgürlük hakkının ve gazeteci olduğu için, aynı zamanda ifade özgürlüğünün ihlali.

Bütün bu olup bitenler ifade özgürlüğü üzerindeki baskıların arttığını ve seçimler yaklaştıkça daha da artacağını gösteriyor. İfade özgürlüğünün baskı altında tutulduğu bir ülkede demokrasiden de söz edilemez. Sorun ifade özgürlüğü üstündeki baskılara toplumun nasıl bir tepki göstereceği. Bu bağlamda, 217 sanatçının Sezen Aksu'yu hedef alan sözlere, İstanbul ve Ankara Barolarının Sedef Kabaş'ın tutuklanmasına gösterdikleri tepki umut verici. Bu tepkinin bütün topluma yayılması ve bir toplumsal itiraza dönüşmesi önemli. Ancak bu yoldan demokrasiye sahip çıkabiliriz.