Güneydoğudaki operasyonların sona erdirilmesini öngören bildiriyi imzalayan 1128 akademisyenle ilgili olarak Başbakan bu bildirinin düşünce özgürlüğü kapsamında görülemeyeceğini söyledi. Bu sözlerden neyin düşünce özgürlüğüne girdiği konusunda bir sorun olduğu anlaşılıyor.
İfade özgürlüğü bütün özgürlüklerin anası. Demokrasilerin işleyişi bu özgürlüğün korunmasına bağlı. Muhalefet, azınlıklar, sivil toplum gibi demokrasilerin vazgeçilmez unsurları ancak ifade özgürlüğünün bulunduğu toplumlarda var olabilir. O nedenle ifade özgürlüğünün devletçe sınırlandırılması ancak çok istisnai durumlarda ve sınırlandırmaların dar yorumlanmasıyla kabul edilebilir.
AİHM’in her kararında belirttiği gibi, ifade özgürlüğü “sadece olumlu karşılanan ve zararsız düşünceleri değil, aynı zamanda devleti ya da toplumun bir bölümünü inciten, şok eden ya da rahatsız eden düşünceleri de kapsar. Bu demokratik bir toplumu oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin bir gereğidir.” (Handyside/İngiltere 1976)
8 Temmuz 1999 tarihinde AİHM Büyük Dairesi Türkiye ile ilgili 13 kararı açıkladı. Bu kararların hepsi düşünce özgürlüğü ve güneydoğu ile ilgiliydi. Bunların 12 sinde AİHM, Türkiye’nin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonuçuna vardı. Bir davadaysa, bazı görevlilerin hedef gösterilmesi nedeniyle ihlal bulmadı.
Akademisyenlerin bildirisiyle ilgili olarak başlatılan hukuki sürece ışık tutması amacıyla, bu davalardan birine, Ceylan davasına daha yakından bakmak yararlı olabilir.
Petrol-İş Sendikası başkanı olan başvurucu 1991 yılında Yeni Ülke adlı haftalık bir gazeteye bir yazı yazar. Yazıda, güneydoğuda “devlet terörizmi”nden,”soykırım” dan söz eder. HEP’in Diyarbakır Şubesi Başkanı’nın göz altında öldürülmesini ve cenazesinde polisin kalabalığın üstüne ateş açması nedeniyle 10 kişinin ölümünü “devlet terörizmi”ne örnek olarak gösterir. Kürt halkını,işçi sınıfını ve tüm demokratik güçleri mücadeleye davet eder. Yazıdan dolayı DGM tarafından 1 yıl 8ay hapis ve yüz binTL para cezasına mahküm olur .Yargıtay onaylar. Ceylan davayı AİHM’e götürür.
AİHM kararında, yazıda kullanılan dilin kışkırtıcı ve devlet görevlilerine yöneltilen eleştirilerin sert olduğunu kabul eder. Ancak AİHM şu hususlara da yer verir:
a) Siyasal bir ifadeye ya da kamu oyunu ilgilendiren bir konuya getirilebilecek sınırlamalar çok istisnaidir.
b) Hükümete yöneltilen eleştirilerin sınırları ise, siyasetçiyi eleştiri sınırlarından bile daha geniştir.
c) Demokratik bir rejimde hükümetin eylemleri sadece yasama ve yargı tarafından değil, aynı zamanda kamu oyu tarafından denetlenmelidir.
d) Hükümetin egemen konumu, muhaliflerin eleştirileri karşısında ceza yaptırımına başvurmaktan kaçınmasını gerektirir.
Bu görüşler yanında AİHM, en önemli etken olarak, yazıda şiddete ya da silahlı ayaklanmaya teşvik bulunmadığı gerekçesiyle başvurucuya verilen cezanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varır ve Türkiye’yi 40 bin Fransız frangı manevi tazminata mahkum eder.
13 kararın tümünde AİHM, şiddete teşvik unsurunu en temel ölçüt olarak kabul eder. Şiddete açık bir teşvik olmadığı sürece, yazılı ya da sözlü ifadenin dili ne denli sert olursa olsun, sınırlanmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak görür. Öte yandan, ifade özgürlüğüne ceza yaptırımı uygulanmasını orantısız bulur ve ihlal kararı verir. Ceza tehdidi bile, caydırıcı etkisi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlaline yol açar.
13 karardan biri olan Başkaya ve Okçuoğlu kararında, bir kitaptaki Kürt sorununa ilişkin bölümün devletin bölünmezliğine karşı propaganda suçu nedeniyle yazarın 1yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılması söz konusu. Bu kararda AİHM, başvurucunun akademisyen olması üzerinde durur. Yargı organlarının kitabın akademik özgürlüğe girdiğini dikkate almamaları nedeniyle ihlal kararı verir.
Yukarıda değinilen AİHM kararlarındaki ölçütler,akademisyenlerin bildirisi için de geçerli. Bu ölçütler göz önünde tutulduğunda, bildiye imza atan akademisyenler hakkında soruşturma açilmasının şu nedenlerle ifade özgürlüğünü ihlal ettiği ortaya çıkıyor:
- Bildiride şiddete teşvik yok. Tersine barış çağrısı var.
- Demokratik bir ülkede hükümeti eleştirmenin sınırları çok geniş. Hükümet bu eleştirilere tahammül etmek zorunda.
- Ortada kamu oyunu ilgilendiren bir konu var.
- Akademisyenler hakkında ceza soruşturması başlatılması orantısız ve ifade özgürlüğünün ihlali.
- Akademisyenlerin akademik ifade özgürlüğünün korunmasına ayrı bir özen gösterilmesi gerekir.
Hükümetin konuya yaklaşımı çok yanlış. Şiddete teşvik olmadığı sürece,önemli olan ifadenin içeriği değil, düşüncenin özgürce ifade edilmesi. Devletin görevi düşüncenin özgürce ifade edilmesini sağlayacak önlemleri almak.
Ancak, hükümetin yönelttiği ağır suçlamalar, YÖK’e ve yargıya verilen talimatlar,açılan soruşturmalar,işe son vermeler Türkiye’deki demokrasi ve buna bağlı olarak rejim krizinin derinleştiğini ve yeni bir baskı dönemine girildiğini gösteriyor.